Manşetlerdekiler 'başaran' çocuk işçiler

"Benim okulu bırakma sürecim, biz de yani baya bi borçlanmıştık, …İşte öyle…Bırakmak zorunda kaldım.", "Akşam bulaşık yıkadıktan sonra evi hep toplarım ben. Bulaşık kaldığı zaman yatamam, 10 yaşından beri, annem hasta’’, "Ekonomik durumumuz kötü. Ağabeyim liseye gitmeseydi ben gidecektim." Bu cümleler Türkiye'deki sekiz milyon çocuk işçiden üçüne ait. Bugün 12 Haziran Dünya Çocuk İşçiliği İle Mücadele Günü, kutlu olsun!

Abone ol

Pınar Uyan Semerci

Yaklaşık 10 yıldır, farklı disiplinlerden araştırmacıların olduğu bir ekiple çocuklarla mülakat, odak ve anket çalışmaları içeren çocuğun iyi olma halini anlamaya dair çalışmalar yürütüyoruz. “Dünya Çocuk İşçiliği ile Mücadele Günü” çerçevesinde, bu alanda çalışan bir akademisyen olarak hem süreç içerisindeki gözlemlerimi ve tespitlerimi, hem de en önemlisi çocukların kendi seslerinden çoğu zaman görülmeyen öykülerini aktarmak istedim.

Başlangıç olarak, kısa bir özetle 15 yaş altı çocukların çalışmasının yasal olmadığını; 18 yaş altı çalışmanın da çocuğun “üstün yararının gözetilmesini” sağlamaya yönelik belli kuralları olduğunu ve belli alanlarda bu yaş grubunun da çalışamayacağı alanlar olarak belirlenmiş olduğunu belirtelim. Ancak yoksulluk ve yoksunluk, ailelerin ihtiyaçları ve enformal ekonominin farklı yönleriyle büyüklüğü, çocuk işçiliğinin yaygın halde var olmasını sağlıyor. Hem iş yerlerinde hem de bakım başta olmak üzere evde çocuk işçiliği oldukça yaygın bir biçimde karşımıza çıkıyor.

Bu konuda belirtmek istediğim ilk nokta, kamuoyunun geneli için çocuk işçiliği gibi bir maddenin kendi gündemlerinde yer almaması. Bunun çok ama çok önemli olduğunu düşünüyorum. Siyaset Bilimi’nde önemle vurgulanan gündemdeki ana maddelerin ne olduğunun belirlenmesi mevzusunun çok hayati olduğu kanısındayım. Türkiye’de hem kamu hem kamuoyu açısından çocuk işçiliğiyle mücadeleyi ‘gündem maddesi’ haline getirmek gerekiyor. Toplumsal cinsiyet açısından da ele alınması gereken ev içi çocuk işçiliği de dâhil olmak üzere çocuk işçiliğiyle mücadeleyi hedef alan izleme; denetleme ve bunun olabilmesini sağlamaya yönelik kapsayıcı politikalar geliştirmek hedeflenmeli. Ama tüm aşamalar öncelikle gündeme bu konunun alınması, üzerine düşünülmesi, tüm boyutlarının tartışılması ile mümkün.

NESİLDEN NESLE AKTARILAN YOKSULLUK DÖNGÜSÜ

Bu da aslında vurgulamak istediğim ikinci noktaya bizi taşıyor. Çocuk işçiliği ile mücadele; yoksulluk ve yoksunlukla mücadele sosyal ekonomik haklar mücadelesinden bağımsız düşünülemez. Evet, ne tekstilde, ne ayakkabı ne hizmet ne de tarım sektöründe gerekli denetimler ve cezalandırmalar yapılmıyor. Benim bir araştırmacı olarak bulabildiğim ‘ortacı’ çocuk işçileri; ‘biber, domates toplayan’ tarım işçileri çocukları, iş müfettişlerinin bulmaması mümkün değil. Tabii ki burada yasaların uygulanıp uygulanmadığını tespit etme noktasında denetim yok diyebileceğimiz bir boyutta ciddi aksamalar var. Ama sorun şu ki sahada var olan herkes özellikle çok düşük yevmiyelere çalışan ebeveynlerin, ailelerin geçimini sağlamak açısından çocuk işçiliğine ihtiyacı olduğunu görüyor. Ailelere destek olan sosyal politika alanları geliştirmeden sadece işverenleri ve aileleri cezalandırmak doğru bir eylem planı değil. Mutlaka ama mutlaka ihtiyaç analizlerinin doğru yapılarak, sürdürülebilir politikalar geliştirilmesi gerekiyor. Var olan kayıt dışılık bir başka tür sürdürülebilirlik getiriyor, ama kimlerin yaşamları pahasına? Nesilden nesle aktarılan bir yoksulluk döngüsü bazen eğitime erişimi tamamen bazen de kaliteli eğitime erişimi engelliyor.

Çocuk işçiliği ile eğitimde başarısız olma ve devam edememe ile ilgili durumun da altını çizmemiz gerekiyor. Evet, dayanıklılık gösterebilen ve tüm olumsuz koşullara ve olanaksızlıklara rağmen başarabilen çocuklar var. Manşetlerde de biz bu öyküleri okuyoruz. Ama aslında içinde doğduğu koşullarla okulda başarıya ulaşmada zorlanan çocukları eğitimde nasıl tutacağımıza dair çözüm geliştirmemiz gerekiyor: Onların eğitime devamını sağlamak ve aile koşullarından farklı bir gelecek hayal edebilmelerinin ve bu hayallerinin gerçekleşebilmesinin imkânlarını oluşturmak. Okul başarısızlığı hem ailelerin hem de çocukların okula devam etmeme kararlarında önemli bir etken, ama bu tam da bir kısır döngü. Zaten içine doğdukları koşullar sebebi ile okulda akademik olarak ve bazen sosyal olarak zorlanan çocuklar, destek alamadıkları durumda hem ailelerin ihtiyaçlarını gözettiklerinden hem de zaten zorlandıkları ve desteklenmedikleri bir okul ortamı yerine çalışmaya daha sıcak bakabiliyorlar. Çocuk işçiliği ile mücadelenin çok önemli bir ayağı çocukların okuldan kopmalarını engellemek, okula devamı sağlamak. Çoğu zaman zor koşullar içindeki ailelerde ailenin başarılı olan bir çocuğu, muhtemelen de erkek çocuğu, okula devam ederken, diğer o kadar da başarılı olmayan çocuklar okul yerine çalışmaya başlıyorlar. Bu noktada her çocuğun eğitime hakkı olduğu halde çocukların içine doğdukları koşullarla çok ilişkili bir biçimde de eğitime devam edebildiklerini söylemek gerekiyor. Bu gerçek üzerinden her çocuğun çok üstün başarılar göstermese de kaliteli bir eğitime ulaşması ve kendi yapabilirliklerini arttıracak imkâna kavuşmasını sağlayacak şekilde eğitimin farklı ihtiyaçları görerek, şekillenmesi şart.

SEKİZ MİLYONDAN FAZLA ÇOCUK İŞÇİ VAR

Dördüncü önemli nokta şu an kendi araştırmalarımızdan ve hem akademide hem de sivil toplum örgütlerince yapılan araştırmalardan elimizde daha çok niteliksel ve sınırlı olsa da bölgesel bir biçimde niceliksel veriler var. Oysa acil olarak Türkiye’deki son durumu mümkün olduğunca doğru yansıtacak verilere ihtiyacımız var. Evet, yasal olmayan bir duruma dair veri toplamak çok zor ama en az hatalı olacak şekilde mutlaka TÜİK bu alanda mümkün olan en kapsayıcı veriyi toplamalı. En son elimizde var olan TÜİK verileri 2012 yılına ait 900 bin çocuğun ev dışında çalıştığını gösteriyor. Buna evi içi çalışmayı eklediğimizde ise neredeyse 5-17 yaş dilimindeki 16 milyon çocuğun yarısından fazlasının çalıştığı verisi elimizde var. Bu tarihten bugüne yarısından fazlası çocuk olan 3 milyon Suriyeli’nin de Türkiye’de yaşamaya başladığı bilgisinin de altını çizerek mutlaka Türkiye’deki genel fotoğrafı çekmenin şart olduğunu vurgulamak isterim. Ayrıca mevsimlik tarımdaki çocuk emeğinin de mümkün olduğunca yansıyabileceği bir araştırma kurgusu ve zamanlaması gerekmekte.

Bu noktada sayıların önemli olduğunu belirtmek gerek, Türkiye’de var olan 25 milyon çocuk nüfusu üzerine eklenen 1,5 milyondan fazla Suriye’den gelen ya da Suriyeli ebeveynden doğan çocuk nüfusu ile birçok ülke nüfusundan fazla sayıda çocuktan bahsediyoruz. Tüm çocukların çocuk olmaktan kaynaklanan haklarını garanti almaya çalışmak için sayılar çok önemli. Her çocuk, sadece çocuk olduğu için her hangi bir ayrım olmaksızın, ihtimam görmeyi, sağlıklı bir yaşam sürdürmeyi, iyi ve yeterli bir eğitim almayı ve güvenlik içinde büyümeyi hak eder. Bu yazının içerisine sığmayacak kadar çok kapsamlı bir biçimde hep beraber bunun olabilmesinin imkânlarını düşünmeliyiz.

Tüm çocuklara, kendi çocuklarımız için istediklerimizi, dilediklerimizi, sunmaya çalıştığımız imkânları yaratmak için çaba harcamak için var olan sistemin nasıl işlediğini ve her bir çocuğun öyküsünü de duymak ve anlamak da şart. Bu nedenle 12 Haziran 2017 tarihli bu yazıyı farklı zamanlarda yaptığımız farklı saha çalışmalarında çalışan çocukların kendi cümleleri ile bitirmeyi de tam da bu nedenle önemli görüyorum. Çoğumuzun göz ardı ettiği, görmemeyi tercih ettiği, seslerini duymadığı her biri yaşlarından çok daha büyük sorumlulukları alan bu çocukları belki bugün duyarsak, koşulların farklılaşması için daha fazla çaba sarf ederiz:

ÇOCUKLAR ANLATIYOR

‘Geçinmek çok zor Trakya’da. Biz de okul bittikten sonra toplanalım da hep beraber burada çalışalım dedik. İş bulması bayağı bir zor. Çalışma yerleri çok fazla yok. Bizim de durumumuz o kadar yok. Şu anda ailem bir tek bana bakıyor. Hepsi evde.17 yaşındayım ve eve bakan sadece benim. Bu da benim üstümde çok büyük bir yük yani çok zor bir şey.’

“İstanbul’a geldikten bir hafta sonra çalışmaya başladım. Benim bir konfeksiyon hayatım oldu. İlk olarak çalışmaya konfeksiyonda başladım. Ama ben oradan çok pişmanım. Keşke konfeksiyonda çalışmasaydım…Çok bunaltıcı bir yer. Her tarafın toz içinde oluyor. Pis, pasaklı oluyorsun. Her akşam duş yapmak zorundasın. O tozlar burnundan girip boğazında birikmiş oluyor. Doktora gitsen bu ne derler. Ağzına bir bez bağlayamıyorsun düşün yani. Ben orada hasta oldum.”

‘Çok temiz çalıştığım yer. Ben işimi severek yapıyorum ama sabah kalkışı çok yorucu. Bütün gün ayakta duruyorsun. Sabah uykunu alamıyorsun. Akşam 7de evde oluyorsun. Ben 12 saat ayaktayım. 2 dakika bile oturamıyorum.”

“Geçen sene okula gitmeden önce kahvaltı hazırlıyordum. Sabahçıydım. Öğleyin eve gelince evi toparlıyordum. Annem yemek yapıyordu. Öğlen ev falan temizleyebiliyorsun, en falan temizledikten sonra ödevlerimin başına geçiyordum. Millet işten gelince onların yemeğini hazırlıyordum. Bulaşıkları yıkıyordum.”

“Canım sıkıldığında ya evi temizlerim ya toz alırım ya da bir yerleri yıkarım. Akşam bulaşık yıkadıktan sonra evi hep toplarım ben. Bulaşık kaldığı zaman yatamam, 10 yaşından beri, annem hasta’’

"BAYA BORÇLANMIŞTIK OKULU BIRAKMAK ZORUNDA KALDIM"

“Benim okulu bırakma sürecim, biz de yani baya bi borçlanmıştık, …İşte öyle…Bırakmak zorunda kaldım.”

‘Şimdi erkek kardeşimi okutuyoruz. Biri abim biri kardeşim. Onları zor bela okutuyoruz şu an elimizden geleni yapıyoruz yani. Biz okumadık onların okuması için elimizden geleni… Ben okulu sırf onlar için bıraktım. Ben yapamadım belki ama çok iyi gidiyorduk okulda beraber. Onların hayatını kurtarmasını istiyorum. Ben olamazsam onlar olsun istedim. İnşallah da olurlar. Bırakmak zorunda kaldım ama çok üzüldüm yani bıraktığıma. Hala da öğretmenlerim beni soruşturup duruyor.

“Kaza geçirdik evet. Geçen sene biz bahçe işine giderken, saat 6’da biz sabah kaza yaptık. Otobüste, minibüste yaptık. İşte karşımızdaki arabaya çarpacaktık. Abim dönmeseydi şeye hepimiz kanala uçacaktık yani. Zor bela kendimizi kurtardık. Ondan dolayı başımı şeye çarpınca başımda sinüzit filan olmuştu. Sarılık filan oldu korkudan. Öyle yani geçen sene çok zor olmuştu, ben 1 ay filan kendimi toparlayamadım.”

“Bu sabahları diyor mesela sabahları soğuk esiyor, bu diyor ki mesela traktörün üstü açık diye, mesela insan üşüyor şey oluyor, mevsim değişikliğinden de hastalanabiliyor. Ama işte kapalı olsa da insan, insan nefesi falan daha zor.”

Yok. Hem ben çalışmak (zorundaydım) hem de okula gitme imkânım yoktu. Malatya'da işte Kırşehir'de çalışıyorduk. Tarım işinde.”

‘ Gittim ortaokula kadar gittim. Sonra ordan gelmek zorunda kaldım. Buraya geldik, işte işten dolayı gidemedik. Daha doğrusu… Öyle çalıştık, ondan sonra zaten okul burda olmadığı için, ortaokul, lise falan burda olmadığı için, orda da uzak olduğu için, orda evimiz olmadığı için Adana’da, o yüzden oraya gitmedim. Öyle kaldı.”

Hem çalışıyorum… Ailenin en büyük kızı olduğum için gidemiyorum yani.”

Aslında bizimki şöyle bir şey, kardeşiz, bizde baba bıraktı gitti, evlendi gitti. Aileye ben bakıyorum. Kardeşlerime falan ben bakıyorum, o yüzden bırakmak zorunda kaldık.”

‘Ekonomik durumumuz kötü. Ağabeyim liseye gidiyor. Ağabeyim liseye gitmeseydi ben gidecektim.’

“ İşle okul bir olmuyor… Yan yana gitmiyor. Bir gün gidiyorsun, bir gün oraya gitmiyorsun olmuyor.”

“Ya çalışmak zorunda kaldım. O yüzden okula yetiştiremiyordum. Vaktim yoktu. O yüzden öyle gitmemezlikten sınıfta kaldım. Ben de gitmedim. Sonra baktım olmuyor, okula gitmedim. Hoca dedi, artık gelmene gerek yok zaten. Okulu çoktan bıraktığın için, zaten aynı sınıfa gitmen senin canını sıkar, dedi. Ben de tamam dedim, bir daha gitmedim.”

“Yav derslerim iyi değildi. Çünkü çalışıyordum, senede 2 ay okula gidiyordum. Gittiğim zaman işte herkesin dersi iyiydi, benimki kötüydü. Alay geçiyordu, şöyle böyle. Yani öğretmenler değil de çocuklar alay geçiyordu.”

Doçent Doktor. Bilgi Üniversitesi Sosyal ve Beşeri Bilimler Fakültesi / Uluslararası İlişkiler Bölümü