Mantolu Kadın: Şiddet ve dayanışma
Elçin Poyrazlar’ın Hepkitap’tan çıkan Mantolu Kadın, her gün duyduğumuz kadına şiddet haberlerinden sadece birisi. Kocasından şiddet gören mantolu kadını merak eden mağdur, yalnız, sinik ve kabuğunu kırmaktan korkan başka bir kadının, ona yardım etmeye çalışmasıyla genişleyen bir roman. Romanın kadın karakterleri gördükçe "Thelma ve Louise" filmini anımsamak içten bile değil...
Hüseyin Bul
“Öyle büyük umutlarım olmadı benim, büyük düşlerim, özlemlerim, büyük beklentilerim olmadı. Koşullarım beni oluşturdu ben acılarımı buldum. Herkes gibi yaşasaydım eğer, yaşamı onlar gibi görebilseydim çarşılar yeterdi avutmaya beni. Bir gömlek, bir ayakkabı, bir elbise; bir yemek lokantalarda; televizyon, halı masa ve daha nice eşya, yeterdi yalnızlığı örtmeye, kendimi göstermeye, var olmaya, dar çevre yitiklerinde önem kazanmaya…”*
Elçin Poyrazlar’ın Hepkitap’tan çıkan Mantolu Kadın romanını okuduğumda yıllar önce okuduğum yukarıdaki dizeleri hatırladım. Adeta romanı özetler nitelikteydi. Mantolu Kadın romanı Elçin Poyrazlar’ın Gazetecinin Ölümü ve Kara Muska’dan sonraki kitabı. Siyah mantosu ve topuklu ayakkabılarıyla parlak, dantelli ve saten bir kumaşın üzerinde yürüyen bir kadın fotoğrafı var kitabın kapağında. Siyahın hakim olduğu kapakta ışığı ve aydınlığı çağrıştıran beyaz renk de kullanılmış. Kitabı okuyunca kapakta duran o ışığı görüyorsunuz.
Kitabın büyük kısmına yayılan ve ana omurgasını oluşturan-ki yazarın da röportajlarında altını çizdiği Domestic Noir tarzına, türüne uygun- kadının feryadı, çabası, azmi, gayreti ve hırsı. Romanda tanrı anlatıcı ve ben anlatıcı tercih edilmiş. İkisi at başı ilerlerken, ben anlatıcıyı kadın kahramanlardan birinin baş harfiyle kodlamış yazar. Kitabın sonuna yaklaşıncaya kadar “G” anlatıcının kimi temsil ettiğini anlamak biraz zor. Yazar okuyucunun sabrını test eder gibi son sayfalara saklamış.
Ucundan kıyısından özetlemenin romanın büyüsünü bozmayacağı düşüncesiyle, mantolu kadının her gün duyduğumuz kadına şiddet haberlerinden sadece birisi olduğunu belirterek başlayalım. Kocasından şiddet gören mantolu kadını merak eden mağdur, yalnız, sinik ve kabuğunu kırmaktan korkan başka bir kadının, ona yardım etmeye çalışmasıyla genişleyen bir roman. Romanın kadın karakterleri gördükçe "Thelma ve Louise" filmini anımsamak içten bile değil. G’nin arabasına binip şehri baştan başa turlaması, arabasının üzerindeyken plan yapması, arabanının da bir planı olduğunu hız yapınca anlaması filmi çağrıştıran paragraflardan biriyken asıl filmin içine girmemizi sağlayansa, iki kadının baş başa verip kaderlerine yön vermesi. Romanın özelliklerinden biri de, yazarın görselliği ve yüz tanıma sistemini çok iyi becermiş olması.
KÜÇÜK YAŞTA ZORLA EVLENDİRİLEN ÇOCUKLAR
“Çünkü… çünkü hiçbir teslimiyet cezasız kalmaz.” ( sf:6 ) Romana böyle başladığınızda aklınıza politik bir şeyler gelebilir ve beklentinizi de bu yönde yükseltmeye başlarsınız. Ama kitaptaki teslimiyet, erkek egemen kültürün şekillendirdiği sosyal, ekonomik ve politik dünyamızdaki zeminin kadınlar açısından çok kaygan olduğundan, iyiye, güzele, rahata, konfora ve ayrıcalığa ulaşmak için "erkeğe teslimiyeti" olarak veriliyor.
Romanı, çocuk gelinler perspektifinden de okumak pekâlâ mümkün ki yazar, pişman anne baba karakterlerini bu konuya dikkat çekmek için de vermiş olabilir. Nihayetinde Thelma ve Louise karakterlerine can veren Gizem ve Cemile, daha çocuk yaşta zorla evlendirilen kadınlar.
Yazar romanda yarattığı karakterlere aynı mesafeden durur mu? Buna, tarafsız hiçbir şeyin olmayacağını düşünerek cevap verebiliriz. Tarafsızlık da bir taraf olduğuna göre ki; en büyük politik yalandır tarafsız olmak, bazen taraf olmadığımızı belirtmek için sessiz kalır, konuşmayız. Bu sessizliğimiz bizim, olanı onayladığımızın en büyük kanıtıdır. Evet Mantolu Kadın'da yazar, okuyucuyu karakterin yanına çekmek, empati kurmasını kolaylaştırmak için karaktere şefkatli davranmış.
Roman içinde karakterler değişebilirler mi? Neden olmasın, o bireysel, toplumsal değişim ve dönüşümleri baştan sona put gibi duran karakterler yapmayacağına göre… G karakteri de Cemile de, İsmail de romanın sonuna doğru kendinden beklenmeyecek performansları göstererek okuyucuyu şaşırtmayı, okuyucuya “küçük sürprizler” hazırlamayı başarmışlardır.
Başkomiser Aydın, klasik, eski kafalı, tabiri caizse “antika” diyebileceğimiz türden biri. Kot pantolondan haz etmeyen, ekseriyetle takım elbise giyen, saçlarını briyantinleyen, işini iyi yapan, az konuşan- bu arada yazarın, işini iyi yapanlar az konuşur tabirinde bir de iması var- yardımcısını hakir gören biri ve fincanda çay içmesi de ayrı bir detay. Klasik, eski birinin ince belli bardağı tercih etmesi daha mı inandırıcı olur acaba?
Romana yayılan yağmurlu havanın bir an bile durmaması, yolları sellerin doldurması, kentlerin altyapılarına vurgu yaparken, bir aksaklığı, tıkanıklığı gösterirken, gecekonduların yanı başlarında yükselen gökdelenlerle de üst yapıların çarpıklığına, aceleciliğine, hızına ve hırsına işaret ederek ilerleyen romanda, Başkomiser Aydın’nın avukatın bürosuna bu şiddetli yağmur anında yürüyerek gitmesi ve hiç ıslanmaması insanın aklına porselen makyajı getiriyor.
“Güzel bir ilkbahar sabahının umudu tüm hücrelerimi işgal etmişti.” ( sf: 113 ) Yağan yağmurların ilkbahara ait olduğunu düşünürsek bu anlardan birinde de dolunun yağdığına şahit oluyoruz. Dolu ekseriyetle ucunda kış olan mevsimlere- sonbahara- ait bir yağış türüyken, yazar burada dikkatsiz davranmadıysa eğer, değişen, bozulan ekolojiye de vurgu yapmış diyebiliriz.
Mantolu Kadın romanı abartısız, sade bir dille yazılmış, öyle süslü, cilalı ve aforizma zorlamalarına gerek duyulmadan, sürükleyici, merak uyandıran, heyecanı kararında veren bir roman.
*Şükrü Erbaş-Dicle Üstü Ay Bulanık-Ömür Hanımla Güz Konuşmaları-Ümit Yayınları-Mart 1996.