Manuş Baba’nın başına gelen, Tom Petty’nin deyimiyle tam “Bir müzik kazası, ne eksik, ne de fazla! Yaşadığımız zamanlarda bu gibi durumlar çok sıradan!”
Geçtiğimiz cuma günü MSG (Musi̇ki̇ Eseri̇ Sahi̇pleri̇ Grubu
Meslek Bi̇rli̇ği̇) Manuş Baba ve Atilla Yılmaz’ın şarkıları ile
ilgili bir “teknik bilim kurulu raporu” yayınladı ve bu raporda
“Eteği Belinde” (2017) ve “Senden Gayrı” (2005) şarkılarının
aranağmelerinin birebir aynı olduğu belirtildi. Keşke MSG “teknik
bilim kurulu raporu” olma iddiasıyla yayınlanan bu rapora analiz
edilen notayı da ekleseydi; zira notayı görmeden, sadece duyarak
yapılan analizler çok yanıltıcı olabiliyor.
Ardından da, bu raporu gören gazeteler ve bilumum yayın
organları, Manuş’un şarkısının birebir çalıntı olduğu türünden
haberler yayınlamaya başladılar. Öncelikle bu konuda çıkan
haberlerin, durumu çok kötü bir şekilde ifade ettiğini belirtmek
lazım; çünkü iki şarkının aranağmelerinin aynı olması, bu
şarkıların birebir aynı olduğu anlamına gelmiyor. Basitçe anlatmak
gerekirse her iki şarkı da aranağme, söz ve nakarat melodilerinden
oluşuyor. Böyle olunca da raporda bahsi geçen aranağme şarkının üç
bölümünden sadece bir ve nispeten en önemsiz bölümüne karşılık
geliyor.
Teknik raporda da belirtildiği üzere her iki şarkıya
baktığımızda aranağmenin gerçekten de tamamen aynı olduğunu
söyleyebiliriz. Aradaki tek fark teknik raporda da bahsedilen tempo
farkı. Manuş’un aranağmesinin icrasında yapılan bazı süslemeler ve
kullanılan esler bu iki melodiyi farklılaştıracak boyutta
değiller.
Karşılaştırabilme kolaylığı
sağlaması için aranağmeler aynı tondan yazılmıştır.
Hırsızlık, intihal vs. gibi kavramlar yerine bu olaya bir tür
“müzik kazası” ya da “bestecilik kazası” olarak bakmamız gerekiyor.
Manuş’u çalmakla, hırsızlıkla itham etmek hem çok acımasızca, hem
de çok yanlış. Neden mi? Örneklerle anlatayım.
MÜZİKAL KAZA YA DA BESTECİLİK KAZASI
Bundan yaklaşık iki sene önce Tom Petty’nin “I Won't Back Down” (1989) şarkısının nakaratı ile
Sam Smith’in dört Grammy ödüllü “Stay with me” (2014) şarkısının nakaratlarındaki
benzerliğin farkına varan Tom Petty’nin yayımcısı, durumu Sam
Smith’e bildirir. Sam Smith, Petty’nin yayımcısına daha önceden
Petty’nin şarkısını hiç duymadığını söylese de bu kaçınılmaz
benzerliği kabul eder. Olay, mahkemeye dahi gidilmeden yapılan bir
anlaşmayla tatlıya bağlanır. Buna göre Sam Smith, Tom Petty’e
eş-besteci olarak, şarkının ortaya çıkmasındaki katkısından dolayı,
şarkının telif gelirlerinden yüzde 12.5 pay vermeyi kabul eder.
Geçtiğimiz ekim ayında vefat eden Tom Petty bu olaydan sonra,
halden anlayan kalender bir müzisyene yaraşır bir açıklama yapar ve
“Sam’e hiçbir kızgınlığı ya da dargınlığının olmadığını” ve “şarkı
yazdığı yılların kendisine bu gibi durumların ortaya çıkabileceğini
öğretmiş olduğunu söyler.” Petty bu tür hataların çoğu zaman
“stüdyonun kapısından çıkmadan fark edildiğini” ancak işte bu
örnekte olduğu gibi bazen gözden de kaçabileceğini ve bu süreçte
aklından dava açmanın geçmediğini ve hatta olayın basına
yansımasının kendisiyle de Sam’le de alakalı olmadığını belirtir.
Petty’e göre Sam doğru şeyi yapmıştır ve artık kendisi için konu
kapanmıştır. Petty, müziğin mutfağını da çok iyi bilen bir müzisyen
olarak bu durumu çok güzel tarif eder: “Bir müzik kazası,
ne eksik, ne de fazla! Yaşadığımız zamanlarda bu gibi durumlar çok
sıradan!”
Müziğin ve dolayısıyla da besteciliğin gelenek üstüne bina
edilen bir sanat olduğunu daha önce de yazmıştım. Önümüzdeki
haftalarda sırf bu etkilenme meselesiyle ilgili çok daha detaylı
bir yazı yazacağım, ama bestecilik denilen bu sanatta, geleneksel
müzikal malzemenin yeniden ve yaratıcı bir şekilde kullanımı
sırasında, nadiren de olsa benzer ve hatta aynı melodiler ortaya
çıkabilir.
BÜTÜN YOLLAR (OLMASA DA BAZI YOLLAR) ROMA'YA
ÇIKA(BİLİ)R
Bahsi geçen bu aranağmeyi bile isteye “ödünç aldığını”
düşünmediğim Manuş cephesinden doyurucu bir açıklama gelmediği için
elimizdeki kaza ihtimalleri şunlar olabilir:
1- Kriptomnezi (Cryptomnesia): Beynimizin bize oynadığı ilginç
hafıza oyunlarından birisi de kriptomnezi. Bu psikolojik durum
beynimizin yaşanmış bir anıyı, bize kendi orijinal fikrimizmiş gibi
göstermesi şeklinde ortaya çıkıyor. Yani dinlediğimiz,
gördüğümüz ya da okuduğumuz bir eserdeki yaratıcı bir fikir bir
müddet sonra beynimiz tarafından bize sanki kendi bulduğumuz yeni
bir fikirmiş gibi sunulabiliyor.
Yaratıcılık için çok lüzumlu ve beynimizin işleyişine içkin bu
hafıza “problemi” muhtemelen insani yaratıcılığın en önemli yapı
taşlarından bir tanesi. Ve daha da önemlisi yaratılan hiçbir şeyin
aslında öyle böbürlenilecek kadar bize “özel” falan da olmadığının
bir göstergesi.
Manuş’a geri dönecek olursak: Manuş bu melodiyi bir yerlerde
(belki de fark etmeden) duydu ya da dinledi, ardından da bu şarkıyı
duyduğunu/dinlediğini unuttu. Aradan bir vakit geçti ve Manuş bir
gün “Eteği belinde” şarkısını yaparken aranağme olarak bu melodiyi
mırıldandı. Bulduğu bu melodinin kendi melodisi olduğunu düşünüp
bunu bestesinde kullandı (ya da bu durum mesela aranjörünün başına
geldi vs.).
2- Diğer kaza ihtimalimiz aslında imkanları sınırsız gibi
görünen müzikal dilin sınırlılığıyla ve bu sınırları belirleyen
genel müzikal eğilimlerimizle ilgili. Bu ihtimale göre ise olaylar
şu şekilde gelişmiş olabilir: Atilla Yılmaz’ın 2005 yılında bulduğu
bu aranağmeyi, bu durumdan tamamen bağımsız ve habersiz bir şekilde
Manuş da 2017 yılında buldu!
Bu ihtimali müzisyen olmayanlar pek anlayamayabilirler ama böyle
bir olasılık da var! Mesela bir gitarist ya da bir bağlamacı
“an-ka-ra ka-ra-man” ritmiyle sazında gezinirken ya da bir müzisyen
beste yapmak için kullanacağı akorların üstüne bir melodi yazarken
bulabilir bu melodiyi. Oldukça tatlı ve buralı kulaklarda bir
aşinalık hissi uyandırabilen bu melodi aynı zamanda oldukça basit
ve jenerik de bir melodi.
Rastlantı eseri aynı melodiyi bulma durumuyla ilgili çok ilginç
bir örnek için Denes Pinter’ın 2015 yılında yazdığı “İntihal mi
İlham mı?” adlı makalesinden konumuzla yakından alakalı
sayılabilecek bir bir örneği ele alalım. Bundan birkaç yıl evvel
Meghan Trainor’un hit olan “All About That Bass” (2014) adlı şarkısının
nakaratının, Koreli “Koyote” grubunun "Happy Mode" (2006) şarkısının nakaratından
kopyalandığı iddia edilmiş fakat mesele yargıya yansımamış.
Bahsedilen benzerlik ya da kopyalama oldukça ciddi ve sekiz ölçüden
oluşan oldukça hatırı sayılır bir benzerlik! Koreli grup dava
açmamış fakat daha sonra ortaya çıkmış ki aynı melodi Phish’in
“Contact” (1988) adlı şarkısında da
var!
Pinter haklı olarak, böyle bir durumun kazara olup olamayacağını
soruyor ve bu soruya ilginç bir şekilde evet cevabını veriyor. Bu
soruya evet cevabını verebilmek için de bahsedilen bestecilerden
hiçbirisinin duymamış olduğu bir örnek göstererek yapıyor bunu.
Trainor, Koyote’nin ya da Phish’in şarkısını, ya da Koreli
Koyote bir şekilde Phish’in şarkısını dinlemiş olabilir. Yani bu üç
bestecinin birbirlerinin şarkılarına erişim ihtimalleri her ne
kadar az da olsa, imkansız değil! Bu yüzden de Pinter üç bestecinin
ve özellikle de melodinin bilinen en eski bulucusu (bestecisi) olan
Phish’in, duyma ihtimalinin neredeyse imkansız olduğu bir şarkıyı
örnek gösteriyor. “Napkorong Az Égrõl” adlı bu şarkı oldukça eski
ve dolaşım dışında kalmış bir komünist dönem Macar okul kampı
şarkısı!
Peki birbirinden farklı zamanlarda ve mekanlarda yaşayan farklı
bestecilerin, bu örnekte olduğu gibi, aynı melodiyi bulmasını nasıl
açıklayabiliriz? Aslında Pinter’ın vurgulamaya çalıştığı
noktalardan birisi beste yapmak için kullanılan bazı klişe akor
yürüyüşleriyle beraber ortaya çıkan (ya da akla düşen) klişe
melodilerin de bulunuyor olması. Bu melodiler oldukça jenerik ya da
genel geçer diyebileceğimiz melodiler. Atilla Yılmaz’ın da Manuş’un
da kullandıkları akor yürüyüşleri işlevleri bakımıyla aynı
diyebileceğimiz kadar birbirine benzeyen iki akor yürüyüşü. Eğer bu
müzisyenler aranağme melodisini bu akor dizisi üzerinden bulmaya
çalıştılarsa, bu akor dizisinin akıllara ilk getireceği bu
aranağmeyi pekala birbirlerini duymadan da bulmuş olabilirler.
Son olarak eğer konu mahkemeye taşınırsa, mahkeme çok büyük
ihtimalle bu melodinin Atilla Yılmaz’a ait olduğu yönünde bir karar
verecek. Umarım bu duruma Sam Smith ve “Stay with me” örneğindeki
gibi yapıcı bir çözüm yolu bulunur. Müzik geleneği açısından
baktığımızda ise bu tip müzik kazalarının her zaman
yaşanabileceğini ve bunun müzik ve bestecilikle ilgili bir sorundan
çok içinde yaşadığımız dünyanın telif hakları ve mülkiyet
anlayışıyla ilgili bir sorun olduğunu belirterek bu yazıyı
bitireyim.
Yazının yazılması sürecinde kulaklarını ve fikirlerini bana
ödünç veren değerli müzisyen arkadaşlarım Cem Dinler, Emrah Akar ve
Recep Gül’e ve yine bana “kulağını veren” Efe Akan’a teşekkür
ediyorum.