Marc Augé, ütopya ve mümkün arasında

Antropolog Marc Augé, 'İnsanlığın Tarih Öncesinin Sonu ‘Dünyalıların Geleceği'' adlı metninde şimdiyle gelecek arasında, antropolojiyi işe koşarak bir bağlantı kuruyor ve geleceğin belirsizleştiği, geleceksizlik anlatılarının gündelik konuşmaların bir parçası olduğu bir çağda önümüzü görmemize vesile oluyor.

Emek Erez emekerez@gmail.com

Her şeyin çok hızlı olup bittiği, şimdinin içine hapsolduğumuz, geleceğe dair öngörülerimizin tıkandığı bir zamanda yaşıyoruz. Geleceğin nasıl olacağına dair tahayyüller boşluk hissi yaratırken, on dokuzuncu yüzyılın siyasi vaatleri, şimdiyi ve geleceği karşılamayan bir noktaya doğru gidiyor. Her şey o kadar ani olup bitiyor ki hakkında düşünmeye, ne yapacağız sorusunu sormaya fırsat kalmıyor. Tüm bunların getirisiyle, insan türü dünyada şimdiye kadar bulduğu varlık amacını kaybediyor. Toplumsal eşitsizlik artıyor, hızını alamayan bilim ve teknik ilerlemeleri başka eşitsizlikler ortaya çıkarıyor ve dünyada dışlanmışların sayısı gittikçe artıyor. Bu da kimlik ve ötekilik gibi konularda başka sorunlar ortaya çıkarıyor.

Dünyaya dair ne kadar durum tespiti yaparsak yapalım, ne yapacağız sorusunu soramadığımız ve bu konuda harekete geçemediğimiz sürece tüm analizler ve tasvirler, yapıldığı yerde etkisizce dağılıp gidiyor. Antropolog Marc Augé, 'İnsanlığın Tarih Öncesinin Sonu ‘Dünyalıların Geleceği'' adlı metninde şimdiyle gelecek arasında, antropolojiyi işe koşarak bir bağlantı kuruyor ve geleceğin belirsizleştiği, geleceksizlik anlatılarının gündelik konuşmaların bir parçası olduğu bir çağda önümüzü görmemize vesile oluyor. Düşünür, katıldığı bir konferansın “Ütopya ve Mümkün” temasından yola çıkıyor ancak kendisini takip edenlerin hatırlayacakları eski metinlerini şimdide yeniden yorumlayarak, okuru mümkün olanın kıyısına yaklaştırmaya çalışıyor. Günümüzde antropolojinin konumundan dünyadaki “ölçek değişimine” ilerlemenin sorunlarına, sistemi ayakta tutan tüketici sınıflara ve dünyanın sırtını döndüğü dışlanmışlara gözünü çeviriyor. Dinin eski anlamını kaybetmesinin dünyada ortaya çıkardığı yapılara dikkat çekerken, ütopya ve etnik kurmaca arasında kurduğu bağlantıyla, günümüzün sorunlarını sadece antropolojinin gündemine değil siyasetin de gündemine taşıyor. Gerçekliğin hayalleri bastırdığı bir dünyaya antropolojik bir bakış getiriyor Augé ve yine düşündürüp, sorular sorduruyor.

ŞİMDİKİ ZAMANDA KAYBOLMAK

Augé, küreselleşmenin ekonomik olduğu kadar teknolojik olduğuna dikkat çekiyor ve bunun bizi “bitmek bilmeyen ‘bir şimdiki zaman’ yaşatan anlık iletiler ve imgeler dünyasında” kaybolmaya götürebileceğini hatırlatıyor. Bunun hakkında düşününce, teknolojinin getirdiği dünyanın her yerinden her an haber alabilme becerisinin - dünyanın son döneminde pek olumlu şeyler olmadığını da anımsarsak- devamlı olarak olumsuzlukların olduğu bir şimdiye sıkışıp kaldığımız hissinden söz edebiliriz. Biz duymamış olsak da olumsuzlukların olduğu, olacağı gerçeği değişmeyecek elbette ama bu gösterinin parçası olmuş olumsuzlukların gelecek hakkında tahayyüllerimizi zayıflatma ihtimalini de göz ardı etmemek gerekiyor.

Dünyalıların Geleceği - İnsanlığın Tarihöncesinin Sonu, Marc Auge, Çevirmen: Yasemin Özden Charles, 40 syf., Eksik Parça Yayınları, 2021.

BİLİMLE GELECEĞİ NEDEN TAHAYYÜL EDEMİYORUZ?

Düşünür, aslında elimizde bir model olduğunu düşünüyor. Bilimsel düşünce bunların başında geliyor ancak devamlı ilerlediği ve geliştiği söylenen bilim, çağımızın en büyük çelişkisini de içinde taşıyor. Yazarın cümleleriyle söylersek: “Çağımızın en büyük çelişkisi, bilimsel gelişmelerin sonsuz büyük ve sonsuz küçüğün keşfini olanaklı kılmasına karşın, bir türlü geleceği tasavvur etmeye cesaret edemiyor olmamızdır.”

Sanırım bunun bilimsel ilerlemenin yaşama dair sadece iyi şeyler getirmediği bilgisiyle ve dünyanın bunu tecrübe etmesiyle de ilgisi var. Bugün düşünürün de sözünü ettiği gibi, bilimsel yaşam, sosyal yaşam, bilim tarihi, siyasal tarih içi içe geçmiş olsa ve bu olumlu kabul edilse bile atom üzerine yapılan çalışmaların insanlık tarihine nasıl kaydedildiğini biliyoruz. Ayrıca bilimin bugün savaş sanayisiyle iç içe geçen ilişkilerini de yakından gözlemliyoruz ve sadece zengin ülkelerin bilimsel araştırmalar yapabildiğinin de farkındayız. Augé, bilimsel tarihle siyasal tarihin birbiriyle en yakın temasta olduğu dönemde olduğumuza işaret ediyor ki bu da söylediklerimizden bağımsız değil. Bana kalırsa bilimsel ilerlemenin bu kadar hızlı olduğu halde onunla birlikte geleceği tahayyül etmekte zorlanmamızın önemli sebeplerinden biri, bugüne kadar ki deneyimlerimizin, bilime şüphe duymadan yaklaşmamıza izin vermemesiyle ilişkisi var.

GÜNÜMÜZ DÜNYASININ SINIFLARI VE EĞİTİM ÜTOPYASI

Augé, günümüzde dünyanın üç sınıftan oluşan bir yere doğru gittiğini düşünüyor: Muktedirler, tüketiciler ve dışlananlar. Muktedirler, ekonomi, politika ve bilim dünyasından gelerek, sistemle bütünleşik, onun geleceğini öne alan bir yaklaşımla hareket ediyorlar. Bu tabii biraz da öngörü çünkü dünyada düşünürün bahsettiği özellikleri taşımayan ama sistem işbirlikçiliğinde zorlanmayan muktedirlerin varlığından bugünlerde daha çok söz edebiliriz gibi geliyor bana. Tüketicilerse sistemi çalıştıran, devamlılığını sağlayan “motor” işlevi görüyorlar. Bu nedenle her şey onlar üzerine kuruluyor; medya, reklamlar, teknolojik ürünler çünkü onların varlığının devamı sistemin varlığının devamı anlamına geliyor. Dışlanmışlarsa ekonomik refahtan, bilgiye erişimden yoksun, hatta Augé’ye ek yaparak hukuktan da yoksun olduklarını söyleyebileceğimiz grupları kapsıyor. Bu da Augé’nin dünyanın geleceği için temellendirmeye çalıştığı yeryüzü toplumu fikrinin şimdilik maalesef ütopik olduğunu gösteriyor. Ancak düşünürün amacının şimdiden yola çıkarak geleceği tahayyül etme çabası olduğunu ve kitaptaki metinlerde “yeryüzü toplumunun” nasıl oluşabileceği konusunda fikirlerini yansıtmaya çalıştığını hatırlayalım. Aslında Augé şimdide ütopik görünenin mümkünlüğüne doğru bir yol izlemeye gayret ederken, dünyayı bu mümküne nasıl ulaştırırız fikriyle meşgul oluyor çünkü ona göre: “Tarihte belki de ilk kez, dünyayı hayal etmeden önce değiştirmeyi öğrendiğimiz, yüzümüzü geleceğe döndüğümüz ama bunu hayallerimizi gerçeğe yansıtmadan yaptığımız bir süreç içindeyiz”. Hatta bu bilimden öğrendiğimiz bir şey çünkü “geçerli olup olmadıklarını denemek üzere hipotezler geliştirmek, bilinmeyenin sınırlarını aşama aşama ve temkinli bir şekilde zorlamak; işte bilimin bize tam olarak öğrettiği budur.”

Augé, buradan yola çıkarak bir eğitim ütopyası fikri öne sürüyor, ona göre bu dünyanın geleceği için olmazsa olmaz bir yere konumlanıyor. “Önümüzdeki yüzyıllar için çizilen, zahmete değer tek ütopya -çok acil bir şekilde temellerinin oluşturulması ve sağlamlaştırılması gereken- herkes için eğitim ütopyasıdır.” Bu da herkesin eşit eğitim olanağına kavuşturulmasını içeriyor ve düşünüre göre oldukça önemli çünkü günümüzde bir distopya izlenimi veren pek çok durumu tersine çevirmenin önünü açıyor. Anti-entelektüalizmin hâkim olduğu, hakikat sonrasının getirdiği gerçeklik yıkımının önünü almak için bu ütopya önemli ama elbette herkes için öngörülen bu eğitimin içeriği de önemli. Bütünsel bir yaklaşımla herkese aynı eğitim mi verilecek gibi sorular da tartışmaya açık bir şekilde duruyor.

GEZEGEN ÇAĞI

Dünyanın bir ölçek değişimi içerisinde olduğu fikriyse bu metnin dikkat çeken yanlarından. Augé, bunu “Gezegen Çağına Geçiş” olarak yorumluyor. Bu tabirin daha önceki küreselleşmelerden farkı, gezegenin tümünü kapsayan bir bakış sunması. Dünyada eşitsizlikler devam ediyor, bir yeryüzü toplumundan söz edemiyoruz; iklim krizi, göçmenlik dünyanın temel meselesi olmayı sürdürüyor. Düşünür, yaşadığımız bu dönemin insanlığın tarih öncesinin sonuna benzeyip benzemediğini sorunsallaştırırken, ortaya koyduğu yeni fikirlerini ve eskiden temellendirdiği “yaşsız zaman”, “etnik kurgu”, “etnik analiz” gibi kavramlarını şimdinin perspektifinden, “Gezegen Çağı” öngörüsüyle yeniden yorumluyor. Bugüne kadar ki -mesela Fukuyama’nın “liberal ütopya”sı gibi- fikirlerin sorunlarını da anlatısına ekleyerek, geleceğin nasıl olabileceğini düşündürmeye çalışıyor. Elbette bunu dünyadaki dönüşümden payını alarak, değişen antropolojinin de nasıl konumlanacağını soran sorularla yapıyor.

Marc Agué’nin 'İnsanlığın Tarihöncesinin Sonu ‘Dünyalıların Geleceği’' adlı kitabı, Eksik Parça Yayınları tarafından, Yasemin Özden Charles çevirisi ile basıldı. Burada parça parça bahsedebilsem de geleceksizlik hissinin her yeri kapladığı bir dönemde, düşünürün fikirlerinin ve antropolojinin konumunun dünyanın geleceği için önemli olduğunu düşünüyorum. Şimdide sıkışmamak, geçmişin ütopyalarının neden başarısız olduğunu görmek ve geleceği hayal etmeyi bırakmamak, sanırım kitaptaki metinlerin bıraktığı hissi böyle tanımlayabilirim. Kısacası, her şeyin anlık bir hızın içinde kaybolup gittiği, insanın varoluş amacının aşındığı, “ne için yaşıyorum” sorusunun değersizleştiği bir çağda Agué’nin hem düşünsel perspektifi hem de dünya deneyimi zihnimizi açıyor.

Tüm yazılarını göster