Bir yaşanmışlık var, her bir sayfanın hayata değdiği bir yer, dünyaya dediği bir söz olmuş çünkü. O zaman her eski kitap bize geçmişten gönderilen bir mektuptur.
Eski Mardin’deki meydana doğru yürürken turistik şeyler satan
dükkânların arasında bir sahaf, mekâna uygun bir ağırbaşlılıkla
size bakar. Yavaş adımlarla içeri girince, bir geçmişi olan
kitaplar, elyazmaları, taş baskılar, koşu atı cüzdanları, kasetler,
ahşap anılar karşılar sizi.
En çok da çocuklara ait bir yerdir. Her gün onlarca çocuğun
kendi odasıymış gibi daldığı bu dükkânda ticaret değil kıraat
vardır. Çocuklar okudukları birkaç kitabı bırakır, bıraktıkları
kadar kitap alırlar. Bir çeşit takas. Çünkü sahafın mottosu şudur:
“Her çocuğa bir kitap borçluyuz.” Bu borç maddî bir borç değildir,
para gibi ayıp nesneler geçmez bu ticarette, çocuklar okudukları
kadar kitap alırlar. Okudukları kitapları başka kardeşleri
okuyacağı için özenle, katlamadan, altını üstünü çizmeden okur ve
geri bırakırlar.
.
En az eski kitaplar kadar sakin biri bakar o dükkâna: Hüseyin
Gündüz. Onunla çeyrek asrı bulan dostluğumuzda yankılı yavaşlığına
tanık oldum hep. Sabırla kozasını ördü, yaşamanın ritmini
ağırlaştırdı, yüzlerce kitap yayımladı, rüzgârın peşinden gitti ve
kırk yaşını geçince üniversite okumaya karar verip memleketi
Mardin’e döndü. Ama bu dönüş, kitapla oldu. Memleketine ait bir
şeyi satmak için değil, memleketine kâğıt kokusu getirmek için
geldi.
Mardin’in korkunç trafiğinde birkaç kez karşılaşmıştık onunla.
Sahaf açtığını söyleyince şaşırmamıştım. Mütevazı dükkânı sık
uğradığım bir yer oluverdi. Kısa sayılabilecek bir zaman içinde
kitap yağmaya başladı dükkâna. Eskiden büfe olan dükkân, sevgili
Veysel Başçı’nın tasarımı olan doğal ahşap rafları ve zeminiyle,
samimi ışıklarıyla, bitmek bilmez kahvesiyle herkesin uğradığı bir
yer olup çıktı. Daha bir yılı dolmadan Mardin’in haritasında yerini
aldı. Şimdi şehre uğrayan dükkâna da uğruyor.
Mekâna uyan bir dükkân çünkü Kürtçe, Arapça, Türkçe, Farsça,
Süryanice, Ermenice kitaplar birbirine sokulur. Bir vitrini yoktur,
uzun bir yolculuktan geriye kalan bir eski bavul içinde kıymetini
ancak “mecânin-i kütüb”lerin bileceği kitaplar, dergiler vardır.
Şehrin ana caddesiyle değil, abbaraları, camileri, kiliseleri,
hanları, medreseleri ile aynı tempoda yaşayıp giden bir dükkândır
Mardin Sahaf.
İyi ama bu kadar yeni bir yer nasıl eski şehrin ritmine uydu ve
onun bir parçası oldu? Çünkü yeni kitaplar da yeni giysiler, parlak
yiyecekler, vitrinlik mallar gibi geçmişsizdir. Ama sahafiye öyle
mi? Her kitabın, derginin, plağın, fotoğrafın, mektubun üstünde ve
içinde başka insanların parmak izleri var. Bir yaşanmışlık var, her
bir sayfanın hayata değdiği bir yer, dünyaya dediği bir söz olmuş
çünkü. O zaman her eski kitap bize geçmişten gönderilen bir
mektuptur diyebilir miyiz?
Mardin Sahaf, sabah dükkânın önüne su serpen, komşu esnafa selam
veren, oradan telaşla geçen birine kızının hangi bölümü kazandığını
soran, bir cenaze arabası geçince ayağa kalkan, çayı şekersiz içen
birinin önüne şeker koyan, ellerini arkasında kavuşturup yürüyen,
akşam dükkânı sessizce kapatan bir tarihe ait. Nezaketin
tarihine.
.
Hüseyin, oraya her taraftan yağan ve çoğunluğu çocuk
kitaplarıyla dolu ücretsiz kolileri köy öğretmenlerine ücretsiz
veriyor. Bize eski kitapçılığı hatırlatıyor. Eskiden her
mahallenin, şehrin, kasabanın kitapçısı başka bir dünya sunmaz
mıydı bize? Bu yüzden Mardin Sahaf AVM’lerde mağaza düzeniyle
dizilmiş kitapları değil, hayat kadar kaotik raflarda keşfetmemizi
bekleyen kitaplarla dolu. Bize sunulan, gözümüze sokulan kitaplar
değil, bizim bulduğumuz kitaplarla dolu.
Nezaket bununla da bitmiyor. “Rafta Kitap” diye bir fikri var
Hüseyin’in. Birkaç kitap aldın mesela, kitap alamayanlara da bir
kitap alırsın, Hüseyin o kitabı “Rafta Kitap” bölümüne koyar, kitap
alacak parası olmayan biri gelip senin bıraktığın kitabı seninle
karşılaşmadan alır. Geçmişten sana gönderilen bir mektubu sen de
gelecekteki birine göndermiş olursun.