'Marine Le Pen AB'nin sonunu getirir'

İsveçli diplomat Fredrik Wesslau, Avrupa’da aşırı sağ hareketlerin yükselişini Karar için değerlendirdi. Sağ popülizmin yaygınlaşmasını ‘liberal ilerici değerlere karşı kültürel bir karşı devrim’ olarak niteleyen Wesslau, Fransa’daki cumhurbaşkanlığı seçimlerinin AB için belirleyici olabileceği kanısında.

Abone ol

DUVAR - Avrupa'da aşırı sağın yükselişi, İngiltere referandumundan çıkan Avrupa Birliği’nden ayrılma kararı, ABD’de Donald Trump’ın başkanlık seçimlerini kazanması, gözleri Fransa’da önümüzdeki nisanda yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimlerine ve aşırı sağ Ulusal Cephe’nin lideri Marine Le Pen’e çevirdi.

Seçimde ciddi bir şansı olduğu belirtilen Le Pen'in, Almanya’da ise Almanya İçin Alternatif Partisi'nin, önümüzdeki yıl yapılacak genel seçimlerde parlamentoya girmesine kesin gözüyle bakılıyor. Karar gazetesinden Volga Kuşçuoğlu, aşırı sağın yükselişini ve Avrupa’nın geleceğini, daha önce AB, BM ve AGİT gibi kurumlarda görev yapan, şu anda ise AB’ye bağlı Avrupa Uluslararası İlişkiler Konseyi’nde 'Daha Büyük Avrupa Programı'nın başında bulunan İsveçli diplomat ve akademisyen Fredrik Wesslau'yla konuştu. Wesslau'nun konuyla ilgili yanıtları şöyle:

İnsanlar ekonomik anlamda gelecekten umutsuz olduklarında aşırı sağ partilere yöneliyorlar. Sizce bunun sebebi nedir?

Ekonomik karamsarlık, Avrupa’da ve başka yerlerde aşırı sağ popülizmin gelişmesinin ardındaki faktörlerden biri. Ama kesinlikle tek faktör değil. Almanya ve İsveç gibi ekonomik açıdan güçlü bir iyimserliğin olduğu ülkelerde de aşırı sağ popülist partiler son yıllarda yükseldi. Sığınmacı krizi, bu yükselişte önemli bir faktör oldu. Hem aşırı sol, hem de aşırı sağ popülizm, mevcut düzenin ‘halk’ın değil, seçkinlerin faydalandığı bir sistemi devam ettirdiği düşüncesinden besleniyor. Küreselleşme, seçkinler tarafından, seçkinler için yürütülen bir seçkinler projesi olarak görülüyor. Popülist liderler, bu rahatsızlığı kendi lehlerine kullanıyor ve kurulu düzene karşı gündemlerini sürdürüyor. Bu liderlerin bazıları, kurulu düzenin tam kalbinden geliyor, (İngiltere Dışişleri Bakanı) Boris Johnson gibi. Bunlar, halktaki rahatsızlığın kendi kariyerleri için olanaklar sunduğunu keşfettiler ve bundan yararlanıyorlar.

Fredrik Wesslau

Popülizm dalgası, ayrıca liberal ilerici değerlere karşı kültürel bir karşı devrim olarak görülmelidir. Sosyal olarak muhafazakar alt-orta sınıf, son yıllarda bu değerlerin başarısı olarak gördüğü şeylere karşı ayaklanıyor. Kozmopolitlik, çokkültürlülük, feminizm, LGBT hakları gibi şeylere karşı ayaklanıyorlar. Medyadaki değişim ve sosyal medyanın yayılması, popülist akımı güçlendirdi.

‘Liberal Avrupa’nın bu popülist dönemi atlatabileceğini düşünüyor musunuz?

Avrupa’daki liberal düzen, muazzam bir baskı altında. Birçok ülkede popülist partiler hala azınlıkta, ancak güçleri artıyor. Bu tür partiler, hükümete girdiklerinde daha ılımlı ve anaakım olma eğilimi gösterirler. Bu Yunanistan’da görülebilir. Barikatların üzerinde durmak başka bir şey, devletin gerçekten çalışmasını temin etmek başka bir şeydir.

Öte yandan, bu partilerden birinin iktidara gelmesi konusunda gerçek bir risk var, örneğin Fransa’daki Ulusal Cephe. Marine Le Pen cumhurbaşkanı olursa, Fransa’nın euro bölgesinde, hatta Avrupa Birliği’ne üyeliğini referanduma götürmesi muhtemel. Eğer Fransa ayrılırsa, AB’nin hayatta kaldığını görmek zor. Popülist partiler, birkaç ülkede siyasi söylemi de değiştirmeyi başardı. (Fransa’nın eski Cumhurbaşkanı) Sarkozy gibi geleneksel siyasetçiler, popülist oyları alabilmek için taktiklerini değiştirdiler. Popülist dalganın, bu ülkelerde siyasi söylemi uzun süreli değiştirmesi de önemli bir risk.

HABERİN TAMAMI