Battı mı batmadı mı, vuruldu mu vurulmadı mı, derken; Rusya, Ukrayna’ya saldırısında Karadeniz Filosu’nun Amiral Gemisi konumundaki Moskva’nın suya gömüldüğünü kabul etti.
Bu coğrafyalarda hiçbir şey göründüğü gibi değil ve her görünenin arkasında başka bir sürpriz var ya…
Ukrayna’ya saldıran, hani Snake Adası’nda teslim olmasını istediği Ukrayna askerlerinden “S..tir git” cevabını aldıktan sonra adayı ele geçiren “Rus savaş gemisi” Moskva, esasında Ukrayna’da inşa edilmişti.
SSCB’ye bağlı “Ukrayna Sosyalist Cumhuriyeti”nden, Soğuk Savaş’ı bitirdiği sanılan, Sovyetler’in son nefesindeki Gorbaçov-Bush zirvesine de deniz üstünde ev sahipliği yapmaya kadar giden bir tarihi vardı.
O zaman adı Slava’ydı; sonra Moskva olarak Ruslaştı tamamen.
Suriye ve Kırım operasyonlarında da görev yapan geminin batışı için Ukrayna tarafı, “İnsansız Hava Aracı Bayraktar TB2’nin desteğiyle iki füze vurdu” açıklamasını yaptı.
Türkiye’de gazetecilere çok ağır sözler söyleyen Damat Bayraktar’ın “başarısı kanıtlanmış” araçları, bir kez daha savaşın kritik bir sayfasında anılmış oluyordu.
MOSKVA’DAN SİNOP’A
Bundan sonrasında size “Karadeniz Filosu, Rusya, Osmanlı, genç Cumhuriyet”e dair kimi hikâyeler anlatacağım. Hafta sonu için!
Moskva, madalyalı bir gemiydi. “Nakhimov Nişanı”yla taltif edilmişti.
Nişana adı verilen Amiral Pavek Nakhimov, 1853’de, Kırım Savaşı sırasında Osmanlı filosunu Sinop’ta silen amiral olarak büyük üne sahip olmuştu.
Ama sonu da o savaşta geldi ve İngiliz-Fransız-Osmanlı kuvvetlerine karşı Sivastopol savunmasına komuta ederken bir keskin nişancı tarafından öldürüldü.
Belki İngiliz, belki Fransız, belki Osmanlı.
Devrimden sonra Sovyetler de onu itibarlı tuttu ve adına, hala mevcut olan bir nişan tesis edildi.
2022 senesinde, Karadeniz Filosu’nun Amiral Gemisi, Ukrayna yapımı Moskva’nın Ukraynalılar tarafından batırılışı, akla bir asır kadar önce, bir başka Amiral Gemisi’nin batışını getirdi.
Belki de getirmedi!
MARİYA’DAN TRABZON’A
O geminin adı “İmparatoriçe Mariya” idi.
Adını Sovyet Devrimi’nin yok ettiği Son Çar 2. Nikola’nın annesi, İmparatoriçe Mariya Fydorovna’dan almıştı.
Sovyet Devrimi’ni ve oğluyla ailesinin ölümünü görecek kadar yaşayan “İmparatoriçe” aslında Danimarkalıydı:
Danimarka Kralı’nın kızı ve sonraki Kral’ın kardeşi; Yunanistan Kralı’nın kız kardeşi ve Galler Prensi iken İngiltere Kralı olan 7. Edward’ın baldızı, onun oğlu sonraki kral 5. George’un da teyzesi...
Bir geminin arkasında ne çok taht var, değil mi?
Birinci Dünya Savaşı’nın ittifaklarını, en önemlisi bunlar olmasa da, bu akrabalıklar üzerinden okumak da mümkün bazen.
Uzatmayayım; “İmparatoriçe Mariya” gemisi nerede inşa edilmişti dersiniz? O da Çarlık Rusya’sına bağlı Ukrayna’da, Mykolaiv’de.
Çarlığın gururu olan gemi, 1913’de denize indirildikten sonra, Karadeniz’de Osmanlı’nın ve müttefiki Almanya’nın en büyük hedeflerinden ve düşmanlarından oldu.
Alman savaş gemileri Goeben ve Breslau’nun, Yavuz ve Midilli makyajıyla, fesli Alman mürettebatla Karadeniz’e açılıp Rus limanlarını bombalamasıyla Osmanlı fiilen savaşa girmişti.
“Mariya” da 1914 Kasım ayında ve Şubat 1915’de Trabzon’a, Ekim başında Kozlu ve Karadeniz Ereğlisi’ne saldırdı.
Varna açıklarında dört Alman denizaltısını batırmıştı ayrıca.
Sık sık özellikle “Midilli” ile köşe kapmaca oynuyordu İmparatoriçe.
Derken 18 Nisan 1916’da Yavuz zırhlısının çabalarına rağmen, Rusların Trabzon’u işgalinde ve şehrin teslim alınması sırasında, başrolde “Mariya” vardı.
“Mariya”nın Amiral Gemisi olduğu Çarlık Karadeniz Filosu’nun komutanı ise Amiral Kolçak’tı.
Osmanlı’ya karşı Karadeniz’deki savaşı yöneten Amiral, Sovyet Devrimi’yle birlikte kendini “Anti Komünist Beyaz Ordu”nun başında bulacak, Batı’nın tanıdığı tek Rusya Devlet Başkanı iken, sonu idamla gelecekti.
İsterseniz şunları da düşünebilirsiniz:
Bazen yazdığım gibi, “Çanakkale geçilse” idi, büyük ihtimalle Çarlık İngiltere ve Fransa desteğiyle Sovyet Devrimi’ne karşı koyabilecekti.
Öyle olsa, yani Çarlık yıkılmasa, Rus Donanması’nın Karadeniz üstünlüğü ezici olacak, Çar çok istediği İstanbul’a talip çıkacak, Trabzon ve birçok liman Rusya’nın elinde kalacak, “Millî Mücadele”nin ilk hazır düzenli kuvveti olan Kazım Karabekir komutasındaki ordu rahat hareket edemeyecek, Bitlis, Van, Muş gibi illeri belki geri alamayacak, Rus ordusu muhtemelen Doğu illerine girebilecekti.
Hepsi ihtimal tabii!
Sovyetler ile seri anlaşmalar Doğu Anadolu ve Doğu Karadeniz’i rahatlattı, özellikle İnebolu üzerinden Sovyet denizaltılarıyla ulaşan para ve silah yardımı sağladı.
İşgali ve Millî Mücadele’yi bir süre İstanbul’da gazeteci olarak takip eden Ernest Hemingway, o Sovyet denizaltılarını “Mustafa Kemal’in denizaltısı” diye yazmıştı!
Fransız donanması ancak Mondros’tan sonra İstanbul’dan Karadeniz’e açılıp Kırım’a ulaşabildi ve Troçki’nin Kızılordusu’nun denize doğru sürdüğü binlerce Beyaz Rus askeri ile sivilleri, işgal altındaki İstanbul’un yeni mültecileri olarak kaçırdı.
Hem de, bir süre önce Mariya’daki bir yangına müdahale ederek Çarlığın gözdesi olan, sonra İstanbul’da işgal komutanlığı yürüten Fransız Amiral Dumesnil’in idaresindeki bir filoyla.
MARİYA’DAN BERLİN’E
Peki, batık Amiral Gemisi Moskva’dan 106 yıl önce batan Amiral Gemisi Mariya’nın başına ne gelmişti?
Trabzon’un işgalinden kısa süre sonra, 1916 Ekim ayının bir günü, Sivastopol’deki gemide önce bir patlama oldu. 1220 kişilik mürettebattan bir kısmı tahliye edilirken, ikinci bir infilakle, filonun gururu olan 3 senelik gemi battı.
İlk rakamlara göre 228, kimine göre 320 Rus denizci ölmüştü.
Çarlık hemen soruşturma başlattı. Amiral Kolçak, “Bana göre sabotaj değil, böyle şeyler olur” dedi; derken devrim ateşi ve iç savaş başladı ama…
Yıllar sonra bulunan bir belge, “Alman ajanları tarafından sabotaj” iddiasını gündeme getirdi.
Buna göre, tersanede çalışan Alman asıllı mühendis Wieser’in “ajan ağı”ndan Viktor Wehrmann 1933’de bu sabotajı itiraf etmişti.
Yine kimine göre, Wehrmann o sırada çoktan sınır dışı edilmişti, kimine göre Almanya’daydı ama sabotajı organize etmişti, kimine göre o sıra zaten Kırım’daydı.
BERLİN’DEN TÜRKİYE’YE
Tarihin rastlantıları, cilveleri, kesişmeleri durmaz ya…
O dönem Almanya’nın (bazen Osmanlı üzerinden) Çarlık Rusyası’na karşı istihbarat, sabotaj ve biyolojik silah savaşını yürütenlerin en önemlisi Rudolf Nadolny idi.
1903-1907 arasında Rusya’da görev yapan diplomat-istihbaratçı, Meksika üstünden ve Alman asıllı ABD’lileri kullanarak, henüz savaşa girmemiş ABD’ye karşı “biyolojik savaş” da yönetmiş, İngiliz süvari birliklerine sevk için limanlarda bekleyen atların zehirlenmesinde perde arkasındaki kişi olmuştu.
Çarlık Rusya’sına karşı sabotajlarda da parmağı olduğu söyleniyordu.
Sovyet Devrimi’nden sonra Rusya’yı savaştan çekip Almanya ve Osmanlı’yı da bir süre rahatlatan Brest Litovsk Anlaşması’nda masadaydı.
Nadolny, tarihimize bir de genç Cumhuriyet’te Almanya’nın ilk Ankara Büyükelçisi olarak geçti.
16 Haziran 1924’te Mustafa Kemal’e güven mektubunu sunduktan sonra 1933’e kadar Türkiye'de görev yaptı.
Ağustos 1932’de Yalova’da Atatürk’le buluştu; muhtemelen Nazi partisinin yükselişi konuşuldu.
Büyükelçiliğinin dördüncü yılında, 1. Dünya Savaşı’ndaki Alman sabotajlarından zarar görenler için kurulan Tazminat Komisyonu’na ifadesini yollayıp suçlamaları reddettiğinde, masada 153 sabotaj vardı.
“Karışık ama istikrarlı adam” Nadolny, Hitler’e “Führer” demeyi reddetmekle de tanındı sonra. Hitler’i Sovyetler ile iyi geçinmeye ikna için uğraştı.
Savaştan sonra, yeni Almanya, bir zamanlar biyolojik savaş örgütlemiş olan Nadolny’yi Kızılhaç’ın başına getirecekti!
BERLİN’DEN TÜRKİYE’YE, HİTLER’DEN STALİN’E
Askeri istihbaratta, o sabotaj seferberliği sırasında, Nadolny’nin amiri Walter Nicolai idi. Aşırı milliyetçi “Anavatan Partisi”nin arkasındaki isimdi.
Onun yolu da hemen genç Türkiye’ye düştü.
1926 başında Türkiye’ye davet edildi; Harp Akademisi binasında bir yer tahsis edildi.
Mareşal Fevzi Çakmak’ın kurduğu, Cumhuriyet’in istihbarat servisi, “Millî Emniyet Hizmeti Riyaseti” MAH’ın oluşmasında, personelinin Türkiye ve Almanya’da eğitiminde rol oynadı.
1.Dünya Savaşı’nda Osmanlı basınındaki haberleri bile sansür ettirebilen “Alman milliyetçisi”nin yeni Cumhuriyet’teki rolü bu olmuştu.
Onun arası Hitler ile daha iyiydi.
Hitler, Nicolai’yi Yeni Almanya Tarih Enstitüsü’nün başına getirdi. “Yeni-Nazi Almanyası tarihi”ni o hazırladı.
Polonya asıllı ve iyi Rusça konuşan Nicolai savaşın sonunda yakalanıp Stalin’in özel isteğiyle Moskova’ya götürüldü, sorgulandı.
Türkiye’nin istihbarat servisinde parmağı olan adam, bir Sovyet cezaevinde 1947’de öldü ve toplu mezara atıldı cesedi!
Onun “Güzellik” kod adıyla casusluk yaptırdığı dansçı kadın ise 30 yıl önce Fransa’da yakalanıp idama mahkûm olmuştu.
Onu Mata Hari adıyla bildi dünya.
Ian Flemming, James Bond’u yaratırken, en ilham verici üç kitap listesine Nicolai’nin “Alman İstihbaratı”nı koymuştu.
Öyle ya, “Avrupa’ya Bolşevizmi de Nazizmi de getiren adam” olarak tanınmıştı!
Kimine göre de “Aptalca istihbarat şifreleri yüzünden Almanya’ya 1. Dünya Savaşı’nı kaybettiren adam”dı!
Yola batık Moskva’dan çıktık, batık Mariya’dan Alman istihbaratına, genç Türkiye’ye kadar geldik.
Yazı uzun gelmiştir muhtemelen.
Bir de bu bir asırlık tarihi düşünün!
Bazen tekrar gibi, bazen bildiğin gibi değil!
Not: Yazının bir kısmı “Senin Adın Corona Olsun” başlıklı kitabımdan.