2015 yılının mart ayında, yani henüz 7 Haziran seçimleri yapılmamış, çözüm sürecinin buzdolabına kaldırıldığı resmî ağızlardan ilan edilmemişken, Külliye’de muhtarları ağırlayan Cumhurbaşkanı “Türkiye’de artık Kürt sorunu yoktur, Kürt kardeşlerimin sorunu vardır” diyordu. Erdoğan’a göre 2005 yılında Diyarbakır’da Kürt kardeşlerine seslenirken yaptığı “Kürt meselesi artık benim meselemdir” ilanıyla birlikte, “asimilasyon, inkâr bir daha geri gelmemek üzere tarihe havale” edilmişti. Kürt meselesi, böylece Kürtlerin varlığı telaffuz edilmek yoluyla ortadan kalkmış, geriye Kürt kardeşlerin sorunları kalmıştı ki, tıpkı Roman, Azeri, Zaza ve Türk kardeşlerin sorunları gibi onların da çaresi yine AKP iktidarındaydı. “Sanki bu ülkede Kürt sorunundan başka mesele yok”tu ve de asıl bu “ülkeyi bölmeye gayret” etmekti, “ayrımcılık”tı.
Hak taleplerinin ifadesine aracılık eden kavramları tersine çevirerek bu taleplerin haklı gerekçelerinin inkârı, iktidarın bugüne kadar benimsediği temel söylemsel stratejilerden birini oluşturuyor. Çok basitçe ayrımcılık; din, dil, ırk, etnik köken, cinsiyet, cinsel yönelim, yaş, bedensel engellilik gibi özellikleri sebebiyle eşit konumda olanlara eşit davranmamak ya da eşit konumda olmayanlara eşit davranmak olarak tanımlanabilir. Cumhurbaşkanı, Kürt sorunundan söz etmenin bir ayrımcılık olduğunu iddia ettiğinde, bu kavramın arkasında yatan, yasalar önünde eşit haklara sahip olan insanların yukarıda sayılan sebeplerden dolayı çoğunluk grubundan olanlarla eşit muamele görmemesinin yarattığı sorunları inkâr eden bir politikanın sözcülüğünü yapmış oluyordu. Ya da tam tersine, eşit imkânlara sahip olmadığı “çoğunluk”la arasındaki bu eşitsizliği telafi edecek önlemlerin alınmasını istemeyi bir ayrımcılık ve hatta bölücülük olarak tanımlıyordu. Bu tersine çevirme, aynı zamanda kavramın içeriğini boşaltma anlamına geliyordu; zira hakları ihlal edilen ve bu yüzden hak talebini dile getiren azınlık ayrımcılığın faili, hak ihlaline sebebiyet veren ya da sadece seyirci kalarak -yani hiçbir şey yapmayarak- onu çoğaltan çoğunluk ise her zamanki gibi bu ayrımcılığın mağduru ilan ediliyordu.
Cumhurbaşkanının aynı konuşmasında, içeriğini boşaltarak kendi istediği biçimde kullanmayı sevdiği bir başka sözcükle daha karşılaşıyorduk: Marjinal. Tıpkı Gezi’de yaklaşık bir ay boyunca sokakları dolduran milyonları vandallar, çapulcular, kandırılmış gençler ve marjinal bir azınlık olarak adlandırdığı gibi, 2015 yılında yaptığı bu konuşmada da Kürt sorununun çözümüne dair talepleri dile getirenleri “marjinal, ateist, inançsız, bu toprakların değerinden kopuk akımlar” olarak ele alıyor, “bizim birbirimizle olan muhabbetimizi yeniden tanımlayamazlar” diyordu. Fransızca kökenli marjinal sözcüğü, aykırı, kenara ait, asıl konuya dahil olmayan, toplum düzeninin dışında kalan anlamına geliyor. Ancak Cumhurbaşkanının lügatinde marjinal, Gezi protestolarından bu yana kendi iktidarına yönelik her türlü muhalefeti, her türlü açık hak talebini aşırılaştırmak, düşmanlaştırmak için kullandığı bir sözcük olageldi. Öyle ki, marjinal damgalamasından Anamuhalefet Partisi CHP dahi zaman zaman nasibini alabiliyor. Örneğin 23 Haziran’da tekrarlanan İstanbul Büyükşehir Belediyesi seçiminden kısa bir süre önce, seçimi CHP’nin kazanmasının “CHP faşizminin şehrin üzerine tekrar bir karabasan gibi çökmesi” anlamına geleceğini söylediğinde, seçmeni “Milletin inancıyla İstanbul’un tarihiyle kavgalı azgın azınlığın bu şehrin dokusunu, bu şehrin kadim karakterini bozmasına izin veremeyiz” diyerek uyarıyordu. Böylece peşinen, Anamuhalefet Partisinin adayına oy veren 4 milyon 741 bin 868 İstanbullu azgın azınlığın bir unsuru olarak marjinallik mertebesine taşınmış oluyordu.
İstanbullu seçmenlerin marjinalliği ya da azgın azınlığı bir yana, iktidarın gözünde gençler, özellikle de baskıcı, yaşam tarzlarına müdahale eden, kentleri betona, üniversiteleri tek tip bir vasatlığa teslim eden iktidar politikalarına karşı çıkan gençler her itirazlarını dile getirdiklerinde marjinal bir azınlık olmakla suçlandılar.
2018 yılında Afrin operasyonuna karşı çıktıklarında, Cumhurbaşkanı Erdoğan Boğaziçili öğrencilerden “terörist öğrenci” ve yine “marjinal azınlık” diye söz ediyor ve öğretim üyelerini öğrencilerine destek olmaya kalkışırlarsa bu öğrencilerle iltisaklı sayılacakları yönünde uyarıyordu. Partisinin Beyoğlu ilçe kongresinde yaptığı bu konuşmasında, Beyoğlu sokaklarında arzı endam eden marjinallere de değiniyor ve bu marjinalleri kendilerinden olmayanlara tahammülsüzlükle suçlamaktan geri kalmıyordu. Tam olarak kim olduklarından açıkça söz edilmese de, edepleriyle durmazlarsa, bu ülkenin renklerinden biri olarak kalmalarına de izin verilmeyecek, kulaklarından tutulup ait oldukları yere fırlatılacak kimselerdi bunlar.
Nihayetinde, Melih Bulu’nun bir geceyarısı kararnamesiyle Boğaziçi’ne rektör atanmasının ardından öğrencilerin başlattığı protesto da, iktidar sözcüleri tarafından marjinal bir grubun eylemi olarak damgalandı. Cumhurbaşkanı, bir kez daha “rutin bir atamayı ülkemizi karıştırmak için fırsata çevirenler”den ve “terör örgütü iltisaklı kişiler”den söz ediyordu. Bu suçlamalara, polisin sert müdahalesine, gözaltı ve tutuklamalara rağmen öğrenciler barışçıl protestolarını sürdürmeye bir ayı aşkın süredir devam ediyorlar. Boğaziçi Üniversitesi’nin öğretim kadrosunda yer almayan, kurullarında, jürilerinde, karar alma mekanizmalarında bugüne kadar yer almayan Melih Bulu’nun istifasını istiyorlar. Üniversiteyi yönetecek kişinin yukarıdan atamayla değil, kendilerinin de aralarında yer aldığı üniversite bileşenlerinin katılımıyla seçilmesini istiyorlar. En basit ifadesiyle, demokrasi talep ediyorlar. Bugün gelinen noktada eylemi sürdüren öğrencileri teröristlikle, sapkınlıkla, marjinallikle suçlayan, açıkça insan haklarına aykırı bir dille nefret söylemi üreten iktidar sözcüleri, ne öğrencilerin ve hocaların eylemlerinin ne de dile getirdikleri taleplerinin neden marjinal olduğunu açıklayabilmiş değil.
Bütün bunlara karşılık asıl marjinal olan, bugün bu ülkede yaşayan Kürtlerin ya da başka etnik grupların, Alevilerin ya da dinsel azınlıkların haklarını talep etmelerini “ayrımcılık”, “bölücülük”; LGBTİ+ haklarını insan hakları olarak ele almayı “sapkınlık”; öğrencilerin üniversitelerin demokratik usullerle yönetilmesini istemesini “terörle iltisaklılık” gören zihniyetin kendisi... O üniversitede hiç çalışmamış, kurullarında, kadrolarında yer almamış bir kişiyi yukarıdan tayinle rektör atamak, bu da yetmezmiş gibi bir başka geceyarısı kararnamesiyle kurullarında hiç görüşülüp konuşulmadan iki tane yeni fakülte açmak marjinal. On binlerce masum insanı, bu ülkeye barış gelsin diye çabalamış, elini taşın altına koymaktan çekinmemiş yüzlerce akademisyeni KHK’lerle işinden edip mahkemelerde suçsuzlukları kanıtlanmasına rağmen uyduruk iltisak iddiasıyla işsiz, güvencesiz bırakmak marjinal. Yargının verdiği kararlara tanımıyoruz diyerek uymamak marjinal. Sosyal medyada öğrencilerin protestolarının ifade özgürlüğüyle ilişkisi olmadığını açıkladığı İngilizce videoya kendi kurduğu trol ordusuyla destek yaratmaya çalışmak marjinal. İktidara oy vermeyen, yapıp ettiklerinden memnuniyetsizliğini dile getiren her türlü muhalefeti düşman görmek ve her durumda bunda ısrar etmek marjinal. Farklı yaşam tarzlarından ya da cinsiyet kimliklerinden dolayı bu ülkenin eşit vatandaşlarına “edebinizle yaşamazsanız kulaklarınızdan tutup fırlatır atarız” demek marjinal. Vatandaşlarını “bizden olanlar, bize oy verenler” ve “vermeyenler” olarak ayırıp “Türkiye’de yaşayamam diyenlerin biletlerini alıp göndeririz” demenin kendisi marjinal. Seçmenin yarısının oyunu zar zor alabilmişken, tüm ülkenin sahibiymiş gibi yaşamak ve davranmak marjinal.