Trump’ın seçim kampanyası sırasında Rusya ile ilgili ‘olumlu’ ifadeleri, IŞİD’in ortak düşman olduğu ve mücadele edilmesi gerektiği mesajları, Büyükelçi Karlov suikastı sonrası Türkiye ile Rusya arasında yaşanan yakınlık, olumlu senaryoların gündeme getirilmesine neden olmuştu.
Ancak son günlerde yaşanan gelişmeler Mart ayının bölge için hiç de kolay geçmeyeceğini düşündürüyor.
Astana görüşmeleri sonrası Rusya’nın önerdiği yeni Suriye anayasası taslağı sürpriz maddeler ile doluydu. Kürtler ile ilgili bölümler Türkiye için de Suriye için de kabul edilemez öneriler içeriyordu.
Rusya (muhtemelen Suriye’nin itirazları üzerine) anayasa teklifinin son tahlilde Suriyelilerin istemesi halinde hayata geçebileceğini açıklayarak durumu yumuşattı ama tartışma da başlamış oldu.
Suriye, Kürtlere özerklik verilebilecek bir süreci öngören taslağın kabul edilemez olduğunu açıklamakla tavrını belli etti.
Türkiye de bu taslağı kendi ‘güvenlik tanımlamaları’ gereği kabul edemezdi.
Daha sonra El Bab’a yönelik hamleler sürerken yaşanan diğer gelişmeler eklenince ‘ayrışma’ sinyalleri de gelmeye başladı.
Türkiye’nin Astana sürecini en azından kafasında bitirdiğini söylemek çok yanlış olmaz. Aslında zaten herkesin kendi hesabını kabul ettirme amacıyla gittiği Astana’da bir konsensüs yoktu, konsensüsün oluşturulabilmesi için çaba sarf edilmesi kararı vardı. Bunun da somut adım atılması açısından anlamı olmadığı ortada.
Trump’ın Erdoğan ile yaptığı telefon görüşmesi sonrası yapılan ‘El Bab yetmez, Rakka da hedefte’ açıklamaları Türkiye’nin Suriye’de eski müttefikini yeniden keşfetmesi olarak görülebilir.
Türkiye’nin Suriye’deki hedefleri değişmedi. Rusya ile yakınlaşıldığı belirtilen zamanlarda bile bu böyleydi, ama Erdoğan ABD tarafından (Suriye konusunda) terk edildikten sonra Rusya tarafından dikkate alınmanın verdiği bir moral ile ‘yetmez ama evetçi’ konumuna gelmişti.
Şimdi işler değişti gibi. Erdoğan’ın son Körfez gezisi ve açıklamaları bunu gösteriyor. Yani Türkiye 2016 öncesine döndü. Suudi Arabistan Trump’tan yeşil ışığı alınca sadece Suriye sahasına değil İran ile mücadelede bütün Ortadoğu’ya tekrar fiili olarak dönmek için adım atmaya başladı.
Katar şimdilik kenarda duruyor ve Türkiye ile Katar arasındaki ilişkiler ve/veya ‘yeni Suriye ittifakındaki’ pozisyonu belli değil ama eskisi kadar etkili olmadığı ortada.
Katar yerine Suudi Arabistan’ın asker göndererek imdadına yetiştiği Bahreyn öne çıkıyor. Bu da Suudi Arabistan-Türkiye ikilisinin yeni ittifakına ters bir durum değil.
Kafadar triomuzun bundan sonraki hedefi Suriye ve Irak’ta daha faal olmak. Ajandalarında Trump ile örtüşen ve ayrışan taraflar var elbette. Örneğin Trump’ın önceliği Esad’ı devirmek değil. Öncelik Suriye’nin diğer yerlerinde ne olursa olsun bunlardan bağımsız olarak Kürt bölgesindeki varlığı önce korumak, sonra da geliştirmek.
Rakka için acele edilmesinin nedeni bu. Musul IŞİD’in, Halep de Nusra ve ortaklarının elinden çıkınca ABD’nin söz söyleyebilecek zemini ve dolayısıyla asıl hedefi olan ‘müttefik bölgesi oluşturma hedefi’ için yapacak bir şeyi kalmadı. Bu eksikliği giderebilmesinin tek yolu da Kürtlerin ‘kayda değer bir bölgede’ etkili olmaları. En uygun coğrafya ise Rakka. Hem bunun ABD iç politikasındaki getirisi de gözardı edilemez.
Örtüşen taraf ise İran ve Rusya etkisinin kırılması. Bu da ancak Türkiye’nin etkisini arttırmak ile mümkün. Erdoğan ise bu etkiyi hem Suriye’de fırsat bulmuşken hayata geçirmek istediği nüfuz bölgesi için hem de iç politika için istiyor.
Erdoğan’ın ‘milli ordu’ söylemi boşuna değil. Ancak bu nasıl olacak? Zaten ÖSO adı altında bir oluşum var ve bu oluşum kelimenin tam anlamı ile serseriler toplamı olmasının yanı sıra ideoloji için değil, para için savaşıyor.
Bugüne kadar ÖSO’nun bütün desteklere rağmen ‘olamamasının’ bize gösterdiği önemli bir şey var: Bundan sonra ÖSO’yu ‘milli ordu’ adı altında toplamanın da yararı olmayacak.
Diğer yandan böyle bir ordunun oluşturulmaya çalışılması Suriye içinde ‘alternatif ordu’ oluşturmak anlamına gelir ki bunun uluslararası hukuk açısından yol açacağı sorunlar bir yana Rusya’yı ‘artık dur’ demeye yöneltebilir. Çünkü bu oluşuma izin verilmesi geriye dönüşü olmayan bir süreci başlatabilir ki bu durum Rusya’nın Suriye’de bulunma nedenine kökten bir darbe vurulması demektir.
İran da bölgede ‘yeni bir askeri güç’ anlamına gelecek böyle bir oluşuma izin vermez ve ciddi tepki verebilir.
Erdoğan’ın Menbiç ve Rakka açıklaması ise ayakları yere basmayan ve kalkışılması halinde Türkiye’yi El Bab’tan çok daha derin bir bataklığa sürükleyecek bir plan.
El Bab 60 günden fazladır kuşatma altında. Ve kasaba irisi bile bu kadar günde alınamadığına göre Rakka’nın alınması hayli hayli zor.
Üstelik Menbiç çevresinde Kürtlerin hazırlıkları büyük bir saldırı beklediklerini gösteriyor. Bu Türkiye’nin daha çok kayıp verebileceği anlamına geliyor ki, TSK’nın bu durumu göremiyor olması imkansız.
Diğer yandan Türkiye, Kürtlerin hakim olduğu diğer bölgelerden de Rakka’ya inemez. Bir yandan savaşılan bir güç ile diğer yandan işbirliği yapılabilir mi?
Erdoğan’ın Körfez ziyaretleri sırasında yaptığı açıklamalar ile sahadaki gerçekler birbirinden farklı.
ABD cenahı ise Rusya ile işbirliği sinyalleri vermiş olmasına rağmen şimdi ters yöne doğru ilerleyecek gibi duruyor, Ukrayna’da yaşanan gelişmeler ve Kırım açıklaması bunun göstergelerinden birisi.
Diğer yandan Türkiye Astana’daki son toplantıya ‘düşük düzeyde’ katılım gösterdi. Bunun anlamı Rusya ile ‘henüz ilan edilmemiş’ problemlerin yaşanıyor olması. Referandum sürecinde Putin daha ne kadar sabredebilir bilinmez ama sonrasında Erdoğan’dan ‘daha net’ bir tavır bekleyecektir.
İçeride de dışarıda da son günlerde işler karıştı ve her sabah yeni ihtimaller doğuyor. Flynn’in istifası ve nedeni Trump’ın başını ağrıtacak o belli. Daha şimdiden kendisinin de ‘Rusya bağlantısı’ gündeme getiriliyor. Bundan dolayı mıdır bilinmez Trump Rusya ile ‘vadettiği’ yakınlaşmanın adımlarını at(a)mıyor. Bu iletişim problem halledilirse ne ala, değilse Suriye bombasının saati çalışıyor.