Size bir mesel anlatacağım. Bu meseli yıllar önce babamın can
dostu rahmetli Mehmet amcadan dinlemiştim. O zamanlar 12 Eylül
darbesinin travmasıyla boğuşuyorduk. Dinlerken dönemin ruhunu
bulmuştum içinde. Ama belki de daha çok bugünler için söylenmiş
gibi:
Memleketin birinde, bir hükümdar varmış. Astığı astık, kestiği
kestik. Tebaasından birileri azıcık icraatlarını eleştirse, hemen
başını ezmek istermiş. Yaparmış da… Ama işler öyle bir hal almış ki
memlekette gülen bir yüz görmek neredeyse imkansız hale gelmiş.
Açlık bir yandan, sefalet bir yandan, hastalıklar bir yandan, zulüm
bir yandan…. Herkes bezmiş. İnsanlar yavaş yavaş birbirlerinden
örnek alıp seslerini yükseltir olmuşlar, aykırı sesler birken bine
çıkmış. Hükümdar durumdan hiç memnun değilmiş. Sarayında rahatı
kalmamış. İsyanlar yayıldıkça onun da zulmü artmış. Emrinde ne
kadar adamı varsa memleketin dört bir yanında ayaklanıp aş, iş
isteyenlerin üstüne salmış. Yakalanıp zindana atılanların sayısı
arttıkça artmış, sonunda zindanlarda yer kalmamış, yeni zindan
yapmaya da adam yetiştiremez olmuş. Hükümdar kara kara düşünüp bu
duruma bir çare ararken vezirlerinden en aklı evveli şeytanı bile
kıskandıracak bir fikirle çıkagelmiş:
- Ululardan ulu, yücelerden yüce Hükümdarım, bir zehir var içeni
delirtiyor. İçtikleri suya bu zehri karıştırırsak herkes delirir,
böylece kimse isyan edemez, sesini çıkartmayı düşünemez; kısa
sürede sorunumuz çözülmüş olur.
Hükümdar az düşünür, öneri hiç de yabana atılacak gibi değildir.
Karar verir, buyruğu yapıştırır:
- Tez bu zehir buluna, bütün su kaynaklarına karıştırıla!
Derken zehir bulunur, saraya su sağlayan kaynak dışında tek bir
pınar, kuyu, çay, çağlayan, dere, nehir, göl bırakılmaz, hepsine
katılır. Zehrin etkisi kısa sürede kendini gösterir. Artık aklı
zehirle bulanmamış birini bulmak imkansızdır. Konuşmaya başlarken a
diyen z’ye nasıl geldiğini bilmez, alım derken morum der. Açken
güler, tepesine bassan kalkıp oynar. Sanırsın herkes Mart Tavşanı,
Şapkacı. Ocaklarda kaynayan boş kazanların önünde zil takıp oynayan
mı ararsın, olmayan ziyafet sofralarında gününü gün eden mi…
Başlangıçta hükümdar bu işten memnun. Ohh, vıdılar vıdılar
bitmiş; her yerden kahkaha sesleri yükseliyor. Sokaklarda oyun
havası çalan davulcular zurnacılar yarış halinde. Kimse kimseyi
dinlemiyor, ama önemi de yok. Oynayacak yer çok. Hükümdar
delirmediği için bu kendinden geçmiş, esrik kitleyi seyrediyor
sarayın penceresinden. Derken kimsenin artık onu umursamadığını
fark etmeye başlıyor. Deli deli dolaşan insanların arasına
karışıyor tanısınlar da önünde saygıyla, haydi saygıyı bıraktık
korkuyla eğilsinler diye. Ama kimse onu tanımıyor, kimse varlığını
fark etmiyor. Kimseyi korkutamadığını anlayınca öfkesi taşıyor.
Olduğu yerde tepinerek bağırmaya başlıyor:
- Siz benim kim olduğumu bilmez misiniz, bre gafiller! Hepinizin
başını vurduracağım!
Ama insanlar ona şöyle göz ucuyla bile bakmıyorlar. Hiçbir şey
olmamış gibi oynamaya gülmeye devam ediyorlar. Kös kös sarayına
dönen hükümdarın ruh sıkıntısı gün geçtikçe artıp dayanılmaz bir
hal alıyor. Etrafında güya aklı başında iki üç kişi kalmış. Onlar
da gücünü ne kadar onaylasalar o kadar yetersiz kalıyorlar. “Derdim
var aman bir çare” diyen kimse yok. İçinde yaşadığı sarayın görkemi
kalmamış sanki. Yaldızları dökülmüş. Hükümdar kendisini hükümdar
yapan şeyin günbegün yok olmasına seyirci kalmaktan usanmış.
Sonunda canına tak etmiş, çağırmış vezirlerden en aklı evveli.
Basmış buyruğu:
- Tez herkesi çıldırtan bu zehirden saraydakilere de verile!
Hepimiz meseldeki halk gibi her gün yeni bir dehşete uyanmaktan
yorulmuş, dehşete kayıtsız bir esrikliğin eşiğindeyiz. Tanık
olduklarımızı kavramaya yetmiyor aklımız. (Üstünüze alınmak
istemezseniz en azından benim aklım ermiyor artık.) Gücümüzü
tüketmenin eşiğindeyiz. Umudu yitirmemek için delirmek lazım.
İçinde hızla dibe çekildiğim bu kuyudan Alice Harikalar
Diyarında'ya yumuşak bir iniş yapıp Mart Tavşanı ve Şapkacı'yla bir
çay ziyafetinde bulmak istiyorum kendimi. O hayalin neşesini
istiyorum. Güçle kirlenmiş bu dünyadan hep birlikte kurtulacağımız
günleri o masada, ağızlardan düşüncesizce, art niyetsizce dökülen
anlamsız söz öbeklerini çözmeye çalışırken, gülmekten karnıma
ağrılar girerken beklemek istiyorum.
Umutlarınız, hayalleriniz, renkli düşleriniz tükenmesin!