Bizler sosyal medyada bir “kullanıcı” mıyız yoksa “emekçi” mi? Bize Twitter’ı parayla satmaya çalışan Musk bizim ürettiğimiz “değerle” para kazanmıyor mu? Instagram, Facebook, TikTok, YouTube… Farklı olan var mı? Marx yaşasa bu işe ne derdi? Marx’ın iki yüz küsur yıl önce söyledikleri halen geçerli değil mi ki? Emeğimizin bayramı 1 Mayıs gelip çatmışken, bir netlik ayarı yapalım.
1.
Çocukken beni en çok ürküten kişi yazar Stephen King’di. O kitapları o yaşta neden okudum, o filmleri neden seyrettim bilmem. Amerikalı yazarın zihninden çıkanlar beni aylarca, yıllarca korkuttu.
İtiraf edeyim, hâlâ da korkutur.
Ama ilginçtir, bu adam Elon Musk’ı korkutamıyor. Eksantriklikle pespayelik arasında dolaşıp duran ve genelde pespayelik tarafında kalan Musk, bu korku üstadının öfkesinin hedefi olmaktan çekinmiyor.
Birkaç haftadır “mavi tik” meselesi konuşuluyor. Twitter’ın sahibi Musk, kimilerinin statü sembolü kimilerinin sadece kimlik doğrulama sistemi olarak gördüğü (bence başından beri statü sembolü) bu mavi tik konusunda birbiriyle çelişen kararlar alıp duruyor. Önce “mavi tik isteyen para ödeyecek” dedi, parayı bastıranlara “tik”le beraber tuhaf tuhaf ayrıcalıklar verdi; sonra para ödemeyi kabul etmeyen herkesin “tik”ini geri aldı; derken bazılarına, Twitter hiyerarşisinin en üstünde duranlara bu ayrıcalığı apansız geri verdi. İleride başka hamleler de yapar, bilinmez. Deniyor yanılıyor, diyelim. Denemekten çok yanılıyor.
Bu arada laf yiyip duruyor. En güzel lafı da Stephen King’denyedi: “Mavi tik için 20 dolar ödemek mi! Hadi oradan, senin bana para ödemen lazım.” [King bu kadar da kibarca söylemedi bunu gerçi.]
İnsan King’den çekinir. Musk çekinmedi; “bir şekilde faturaları ödememiz lazım” diye abuk sabuk bir cevap verdi.
Sonra bu tartışma uzadı gitti.
Şimdi durum şu: Çoğumuzun kullandığı bir sosyal medya mecrası var. Twitter. Bu mecranın başında da buraya yaptığı 44 milyar dolarlık anlamsız masrafı çıkarmaya ant içmiş görünen bir patron duruyor. Bu patron, birçok benzeri gibi, iki dudağı arasından çıkanlarla bir dünya kurulacağına ve herkesin bu dünyanın patron tarafından belirlenen kurallarıyla yaşamayı kabul edeceğine inanıyor. Ama Musk’ın diğer patronlardan bir iki farkı var. Evvela çok fazla zengin. Ve yaptığı iş milyonlarca insanı ilgilendiriyor. Bizi ilgilendiriyor.
Bizim için esas önemli olan şu: Sahi yaptığı iş ne? Yani Musk birçok farklı iş yapıyor da; Twitter’da ne yapıyor? Ya da Twitter ne yapıyor?
Bir de Stephen King’in talebi: “Esas Twitter’ın bana para ödemesi lazım.”
King bunu neden talep ediyor? Çünkü Twitter’da içerik üretiyor. Sahi, King’in bir başka işi var; kendisi esaslı bir yazar, peki Twitter’da ne yapıyor? Ve biz… Bizler Twitter’da ne yapıyoruz? Orada ne işimiz var?
Bunu “o saatte orada ne yapıyormuşuz” gibi değil, sorunun gerçek anlamıyla soruyorum. İşimiz ne bizim? Twitter’da bir işimiz var mı? Madem içeriği biz üretiyoruz; Twitter’ın işçisi miyiz biz? Twitter’ın üzerinde bir hakkımız bulunuyor mu? Twitter bize para ödemeli mi?
İşte burada devreye Karl Marx giriyor.
Marksizmin avantajı, çok sağlam çapalarının olması. Yüz yıllar geçse de emek, üretim aracı, değer, sınıf gibi kavramlar eskimiyor. Teknoloji değişiyor, hayat değişiyor ama Marx’ın saldığı çapalar kendine hep bir uygulama alanı buluyor.
Twitter da tüm yeniliği ve oynaklığına rağmen, Marx’ın çapalarıyla bir anlam dünyasına çok rahat bağlanabiliyor. Sadece Twitter değil; Instagram, TikTok, YouTube, Facebook, aklınıza ne gelirse… Marksizm, sosyal medyanın doğasını açıklamaya gayet uygun.
Sorumuza dönelim… Biz Twitter’da, ya da daha genel planda sosyal medyada bir çalışan mıyız? Yoksa çok rahat içselleştirdiğimiz o tuhaf tabirle bir “kullanıcı” mıyız?
Cevap vermeden evvel, Marx’ın bir iki temel önermesine bakalım. Çok basitçe aktarmaya çalışacağım (Fazla basitlikten anlam kaybına sebep olursam, affola):
Artı değer... Neydi artı değer? İşçinin ürettiği değerle işçiye ödenen (ama asla tamamı ödenmeyen) ücret arasındaki fark. Marx, kapitalizmin, patronların, bu farka karşılıksız olarak el koyduğunu söyler.
Yine Marx’a göre işçinin emeği, bir üründeki, maldaki değerin esas kaynağıdır. Kapitalistin kârının gerçek kaynağı bu değerdir.
Marx, mevcut kapitalist sistem içinde, işçilerin kendi emeklerine, o emekle ortaya çıkan ürüne ve değere, üretim sürecine, diğer işçilere ve nihayet kendilerine yabancılaştıklarını da söyler.
Bunların dışında daha da genel olarak, Marx, ekonomik sistemlerin, sosyal yapıların, siyasi kurumların, kısacası hayatın ve tarihin akışının temel olarak maddi üretim tarafından belirlendiğini anlatır. Kapitalist toplumları da üretim araçlarına sahip olanlar ve emeğini satanlar arasında süregiden bir sınıf mücadelesi olarak resmeder.
O halde bir soru: İyi de bunun Twitter’la ne ilgisi var?
4.
Çok ilgisi var.
Birincisi, üretim araçları kimin elinde? Musk’ın, Zuckerberg’ün, şunun bunun… Bizim yazdığımız tweet’lerle, koyduğumuz fotoğraflarla, ürettiğimiz içerikle, kısacası bizim emeğimizle zenginleşiyorlar mı? Evet. Bize bir ücret ödüyorlar mı? Hayır. Bunun yerine, bize “ücretsiz” bir sosyalleşme, kendini gösterme, kendini tanıtma, piyasa yapma, eğlenme, dertlenme, dertleşme imkânı sağladıklarını savunuyorlar.
Biz “üretici” yani “emekçi” olarak değil, “kullanıcı” olarak değerlendiriliyoruz. Onlar da “ortam sağlayıcı”. Başkalarının ürettiği içeriğe bedava bakabilmek, kendimizinkini de bedava yazabilmek bizim ücretimiz; ya da madem emekçi değiliz, bizim avantajımız.
Bunca post’tan, tweet’ten gelen ve maddiyata dönüşen değer, Marksizm prensiplerine ve hayatın gerçeklerine göre esasen artı değer. Sosyal medyada üretilen değerin tümü kâr. Üstelik patronlar bunu “sıfır ücret” ödeyerek elde etmiş oluyor. [Üretim araçlarına edilen masraf, oradalarda “gerçekten” çalışan insanlara ödenen ücret de var elbette. Ama bu makalede “artı değer”e bakıyorum; Marx’ta, üretim araçlarının kendileri bir değer yaratmaz. Bordrolu çalışanların emeği ise, bizimkiyle beraber değerlendirilebilir.]
İş burada bitmiyor. Bir de bizim “özümüz” var. Tercihlerimiz, davranışlarımız, zevklerimiz, nefretimiz, etkileşimimiz… Twitter’da ve diğer mecralarda, bunlar dataya dönüşüyor ve bunların üstünden doğrudan para kazanılıyor. Bu da bir “artı değer”. Hatta bu ürettiğimiz içerikten de öte bir artı değer… Felsefi olarak da tuhaf bir yerde duruyor: Kendimiz, varlığımız bir veri seti olarak orta yerde. Bilabedel bunu da sisteme biz sağlıyoruz.
Peki üretim araçları üzerinde ne kadar kontrolümüz var? Sıfır. Marx’ı ağlatacak kadar sıfır… Hangi içeriği göreceğimiz üzerinde biz mi söz sahibiyiz? Hayır. Hangi algoritmaların kullanılacağına karar verebiliyor muyuz? Hayır. Hangi reklamlar girecek, hangi post’lar silinecek, kimin içeriği ön plana çıkacak; bize söz düşüyor mu? Hayır hayır hayır….
Dahası… Sosyal medya patronu, paşa gönlü istese, bizim aleyhimize iktidarlarla işbirliği yapabilir mi? Evet. Seçimler gibi kritik süreçleri etkileyebilir mi? Evet… Patron, istediği sesi susturup istediğini ön plana çıkarabilir mi? Evet.
Peki kaç patron var sosyal medyada? Musk, Zuckerberg, Google’cılar, TikTok üzerinden Çin hükümeti… Kısacası, üretim araçları, en çılgın kapitalizmin şanına yakışır şekilde bir elin parmaklarını geçmeyen bir grubun elinde mi? Tekelleşme tam gaz yürürlükte mi? Ona da evet. Peki üretim araçlarından başlayan bu süreç, günümüzü, hayatı, tarihi şekillendiriyor mu? Evet.
Sınıf meselesine gelirsek… Musk ve benzerleriyle süregiden mücadelemiz zaten bu. Artı değeri sömürenlerle, terini akıtanların mücadelesi…
Şimdi bir de Musk’ın sistem içinde kurmayı planladığı ara sınıflar var. Parasını ödeyenler, uzun yazma hakkı alanlar, görünme önceliği alanlar… Bir de “para ödemek zorunda olmayan”, hiyerarşi merdiveninin üstündeki ünlüler (Patron onların ürettiği “değerin” fena halde farkında olduğundan, onlara King’in talep ettiği üzere para ödemese de, en azından bir “tik” ücreti ödetmemeye razı olmuş; gerçekten göz yaşartıcı).
Ama daha da göz yaşartıcı olan, Twitter’a para vermenin de bir seçenek olarak gündeme gelebilmesi… Bunca değeri bizzat biz üreteceğiz ve üstüne bir de para ödeyeceğiz.
İşte bu da Marx’ın anlattığı yabancılaşma… En koyusu.
Son üretim aracı “yapay zekâ” konusuna da girmeden bitirmeyelim. İşin o kısmında da çok ilginç şeyler oluyor.
Bir minik zihin jimnastiği: Marx’ın Twitter’a girdiğini ve arada bir tweet attığını kabul edelim. “Atar mıydı” dersiniz; bence atardı… Sesini duyurmak isterdi. Bence. Peki ne yazardı? Ben bunu, “yeni oyuncağımız”, yeni “çalışanımız” (ya da yeni oyuncağı ve çalışanı olduğumuz) ChatGPT’ye sordum…
Dedi ki, “ben bunu bilemem ama bir iki varsayımda bulunabilirim”. Bulundu da… Aşağıya onun gözünden, Marx’ın 2023 model tweet’lerini sıraladım (Bu hayali Marx’ın mavi tiki “yok” belli ki; uzun uzun yazmıyor; işini 280 karakterin altında hallediyor):
Neoliberalizm çağında, zengin daha da zenginleşiyor, yoksul daha da yoksullaşıyor. Yeni bir sosyalist devrimin zamanı geldi. #neoliberalizm #sosyalizm #devrim
Gig ekonomisinin işçileri birleşin! Patronlarınız sizi bağımsız çalışanlar olduğunuza ikna etmeye çalışacak ama yine de kapitalist sistem tarafından sömürüleceksiniz. #gigekonomisi #kapitalizm #işçihakları
İklim krizi bir tesadüf ya da doğal afet değil, kapitalist sömürünün ve hırsın sonucu. Gezegendeki bu acil durum için sosyalist bir çözüm bulmamız gerekiyor. #iklim değişikliği #kapitalizm #sosyalizm
Büyük teknoloji şirketleri çağında, üretim araçları bir avuç şirket tarafından kontrol ediliyor. Çalışanların bunlara sahip olması ve bu teknolojileri kontrol etmesi için mücadele vermeliyiz. #bigtech #işçihakları #sosyalizm
Pandemi kapitalist sistemdeki derin eşitsizlikleri gözler önüne serdi. İnsan hakkı olarak herkese sağlık hizmeti, konut ve temel gelir için mücadele etmeliyiz. #pandemi #kapitalizm #sosyaladalet
6.
Hangisi yanlış?
İşin özünü anlamış işte yapay zekâ… Çok yaratıcı değil ama neyin ne olduğunu biliyor. “Marx böyle yazardı” diyor. Tamam, “mesele budur” demiyor, “Marx böyle yazar” diyor.
Ama neticede diyor, çünkü zaten mesele bu.
Yapayın anladığını organik zekâ anlamıyor çoğu zaman. Bir mesele de bu. Ya da şöyle diyeyim: Mesele hep bu. King’in emeği, senin emeğin, benim emeğim… Sahip çıkmamız gereken emek…