Maside Ocak: Galatasaray benim evladım

''Askıda kalan şeylerin telafisi ilerleyen zamanlarda belki olabilir. Ama bir insanın yaşamını savunmak, bir kaybın bulunmasını istemek, adaleti istemek, bunun yerine konulabilecek bir şey yok.''

Abone ol

DUVAR - Maside’nin kederli yüzü 21 Mart 1995 tarihinden beri derin bir mücadeleyi simgeliyor. Maside Ocak, yaşadıklarını anlatırken soluklanması, gözlerini kısması, konuşmasına ara verip nefes alması, bazen susması, geçmişe dalması... Bugüne kadar verdiği hukuk mücadelesini anlattıkça yüzündeki çizgiler şekilleniyordu. Maside henüz 19 yaşında bir lise öğrencisiyken ağabeyi Hasan Ocak’ın katillerini sorarken, adalet için çıktığı yolda yeni arkadaşları oldu. Aynı yarayı paylaşıyorlardı. Hasan Ocak'ın katillerini adalet önüne çıkarmak için bu uğurda verdiği mücadelenin içinde büyürken, bir araya gelen kayıp yakınlarının dayanışması da yaygınlaşıyordu.

‘BUGÜN EVE ERKEN GELECEĞİM’

Hasan Ocak, 21 Mart 1995’te yani Newroz günü saat 15.00 sıralarında annesi Emine Ocak'ı aradığında kardeşi Aysel Ocak’ın doğum gününü kutlamak için evde hazırlık yapılıyordu. Hasan Ocak, o gün Kumkapı Balık Pazarı'ndan balık alıp Avcılar'da bulunan evlerine gidecekti. Hasan, öğretmendi. Tayini Ağrı’ya çıkmıştı ancak gitmek istemedi. İkinci atamayı bekliyordu. Beklerken de Gedikpaşa’da bulunan kendilerine ait çay ocağında çalışıyordu. Balık almaya giden Hasan, saatler geçmesine rağmen eve gelmedi. Ocak ailesi, Hasan’ın kaybedilmesinden bir kaç ay önce, benzer şekilde aralık ayında kaybedilen İsmail Bahçeci ile aynı mahallede oturuyordu. Hasan, 1986 ve 1987’de iki kez gözaltına alınmıştı. İkincisinde 15 gün boyunca kendisinden haber alınamamıştı. Maside, "Devletin Hasan'ı tanıdığını bu yüzden Gayrettepe TEM’deki polislerin, 'bir daha buraya gelirsen sağ çıkamazsın' diye tehdit ettiklerini'' söylüyor. 

Maside Ocak, Galatasaray Meydanı'na gitmek için Taksim'in arka sokaklarını kullanıyor.

AİLENİN BEKLEYİŞİ

Aile, 'gelir' diye uzun süre bekledi. Ancak günler geçmesine rağmen ses yoktu. Ocak ailesi Hasan’ın bulunması için devletin bütün resmi kurumlarına başvurdu. Anne Emine, oğlunu sorduğu için defalarca darp edildi, gözaltına alındı, hapse atıldı. Dönemin İnsan Hakları Derneği Başkanı Akın Birdal’ın yargılandığı davada DGM Başsavcısı Nusret Demiral bulunuyordu. Dava bitiminde ayağa kalkan Emine Ocak, ''Ben 15 gündür oğlumu arıyorum. Bana yardımcı olun'' dediği için 'mahkeme düzenini bozduğu' gerekçesiyle bir ay hapis cezası aldı. 

MÜCADELE SÜRECİ…

Hasan kaybedildiğinde kardeşi Maside 19 yaşında bir lise öğrencisiydi. O da ağabeyi gibi öğretmen olmak istiyordu. Ancak bu hayali hiçbir zaman gerçekleşemedi. Okulu bırakmak zorunda kalan Maside, artık bir 'kayıp yakını'ydı ve her hafta cumartesi günü Galatasaray Meydanı’nda yapılan oturma eylemine katılıyordu. Kayıp yakınlarının bu seslerini duyurma çabalarına karşı bir süre sonra Galatasaray Meydanı'nda abluka uygulanmaya başlandı. 15 Ağustos 1998’ten itibaren 30 hafta boyunca kayıp yakınları ara sokaklarda gözaltına alındı, işkenceye maruz kaldı. Her hafta sistematik olarak süren bu saldırılar, kayıp yakınlarının eylemlerine 13 Mart 1999’da ara vermek zorunda kalmasına neden oldu. Maside eylemlere ara verilen bu dönemde evlendi. Bırakmak zorunda kaldığı okula devam etmek için sınava girerek dışardan okumaya başladı. Kayıp yakınları 10 yıl sonra, 31 Ocak 2009’da tekrar oturma eylemlerine başladı. Maside ise henüz bir hafta önce doğum yaptığı için bu oturma eylemine katılamadı. 

Hasan Ocak

BU KEZ MEYDANI YASAKLANDI

Bundan sonra 9 yıl boyunca devam eden Cumartesi Anneleri eylemleri 2018'de bir kez daha yasaklı hale geldi. Galatasaray Meydanı 700. haftadan beri Beyoğlu Kaymakamlığı tarafından yasaklanıyor. Cumartesi Anneleri ve onlara destek veren insan hakları savunucuları 25 Ağustos 2018'de darp edildi, 47 kişi gözaltına alındı, haklarında 'Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet' suçlamasıyla dava açıldı. Anne Emine Ocak da, 700. haftada meydanın yasaklandığı gün darp edilerek gözaltına alınanlar arasındaydı. Ancak yaşı nedeniyle polis aracına alınmadan serbest bıraktı. Çocukları gözaltı aracına bindirilirken, ''Beni de alın'' diyen Emine Ocak, darp edilerek araçtan uzaklaştırıldı. Bu olaydan sonra demans hastalığına yakalanan Emine Ocak, oğlu Hasan Ocak’ın katillerini sormak için mücadele bayrağını çocuklarına devretti...

YASAKLAMA KARARINA KARŞI YENİ BİR MÜCADELE

İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi Başkanı Gülseren Yoleri, Beyoğlu Kaymakamlığı’nın yasaklama kararını Anayasa Mahkemesi’ne taşıdı. Yüksek mahkeme 29 Mart 2023 tarihinde, yasak kararının 'gösteri ve yürüyüş düzenleme hakkını ihlal ettiğine' oy birliği ile karar verdi. Karar, Beyoğlu Kaymakamı’na tebliğ edilmesine rağmen uyulmadı. Kayıp yakınlarının bu duruma dair başvurusunu inceleyen AYM, iki ay sonra, 5 Mayıs’ta ikinci kez hak ihlali kararı verdi. Beyoğlu Kaymakamlığı bu iki karara rağmen eylemlere izin vermemeye devam ederken, kayıp yakınları da her hafta cumartesi günü saat 12.00’da Galatasaray Meydanı’nda buluşuyor. Ancak meydana varmadan polis ablukasına alınıyor, darp ediliyor, ters kelepçelenerek gözaltına alınıyor, saatlerce aç ve susuz gözaltında bekletiliyor. 

SAKLANAN KARANFİLLER…

Cumartesi Anneleri’nin oturma eyleminin 963’üncü haftasından bir gün öncesinde Maside Ocak ile Taksim Meydanı'nda buluşmak için konuştuk. Ancak, ''Meydan gibi açık alanlarda bizi fark ettiklerinde takip ediyorlar. Meydana gitmemizi engellemek için gözaltına alıyorlar. Ara sokaklarda buluşsak daha iyi olur'' diye uyardı. Ertesi gün Kadıköy'den gelen Mikail Kırbayır karanfilleri alamamış, onun yerine iş Taksim'den gelecek olan Maside Ocak'a düşmüş. Bu yüzden sabah 10.30’da karanfil almak için Taksim Meydanı’ndaki çiçekçilerin önünde bir araya geldik. Karanfilleri alır almaz çantasına sakladı. Ardından hızlıca ara sokaklara indik. Ana Çeşmesi Sokağı üzerinden Galatasaray Meydanı'na doğru ilerledik. Kurabiye Sokak, Süslü Saksı Sokak, Halas Sokak ve Balo Sokağı’ndan geçerek yaklaşık bir kilometre yol yürüdük.

Maside Ocak, Taksim Meydanı'ndaki çiçekçilerden karanfil alıyor

‘BİR YANINIZ HEP EKSİK KALIR’

Kayıplarını arayan ailelerin acıları her hafta tazelenirken o bu durum hakkında, ''Bizim kabuk bağlamayan yaralarımız var. Çünkü 'kayıp' dediğimiz şey çok başka bir şey. Bekleyiş çok daha zor bir şey. O belirsizliğin boşluğunu yaşamak farklı bir şey. Öteleyemiyorsunuz. Sıradan bir hayat yaşayamıyorsunuz. Sürekli bir bekleyiş içerisindesiniz. Gelecek mi, gelmeyecek mi? Biz şanslı aileleriz. Cansız bedenine ulaştık. Bir mezarı olan insan kendini şanslı hisseder mi? Bize neden bunlar yaşatıldı? Bunu bilmek istiyoruz. Bir yanınız hep eksik kalır. Bir sevdiğinizin, en sevdiğinizin cansız bedenine ulaşıyorsunuz. Bunun bir karşılığı olmak zorunda'' diyor. 

POLİSLER: DUA EDİN CUMARTESİ ANNELERİ VAR

Taksim’in ara sokaklarından Galatasaray Meydanı'na doğru ilerliyoruz sonra. Maside Ocak, orada kayıplarını arayan Cumartesi Anneleriyle/İnsanlarıyla buluşacak. Aldığımız karanfilleri kayıp yakınları için sembolleşen meydana atmak istiyorlar. Maside Ocak, 90'larda yaşadıklarını anlatırken duraksıyor, düşünüyor, bazen de dalıp gidiyordu: ''Bizim yasımız sadece cumartesi değil. Üç kuşaktır insanlar yasın bitirilmesi mücadelesini veriyor. Şu sözü çok duyduk: Siz kaybınızı buldunuz daha ne işiniz var? Biz kaybımızı bulmuş olabiliriz ama bu ülkede hâlâ bulunmayı bekleyen kayıplar var. Sorumluların yargılanması gereken süreci daha başlatamadık. Bizim en büyük ödülümüz, 90’larda oturduğumuz günlerde işkenceden çıkan insanların Galatasaray’a gelip, ‘Beni gözaltında kaybedeceklerdi. Polisler ‘dua edin Cumartesi Anneleri var’ dediği günlerdi. Daha fazla şey yapmamız gerektiğini söyleyen cümlelerdi bunlar. ‘Benim çocuğumu kaybederseniz, Cumartesi Anneleri’ne katılırız’ diyen anneler de oldu.’’

‘DEVLET ŞAŞKIN VE PANİK İÇİNDEYDİ’

Maside Ocak, Cumartesi Anneleri’nin ilk eylem tarihini anlatırken, devletin 'şaşkın' olduğunu ise şu sözlerle anlattı: ''İnsan hakları savunucularıyla Plaza de Mayo Anneleri gibi bir eylem yapma kararı aldık. 27 Mayıs 1995’te sessiz oturma eylemine başladık. Türkiye’de alışık olunmayan bir eylem biçimiydi. İlk hafta anlam veremediler. Biz Galatasaray’da ilk oturduğumuzda 2 Haziran’da, Rıdvan Karakoç’un cansız bedenine ulaşıldı. Rıdvan da Hasan'la aynı şekilde katledilmişti ve aynı yere atılıp aynı mezarlığa gönderilmişti. Oturmaya başladığımızda çok fazla bir şey yapamadılar. Devlet ilk haftalarda bizi anlamaya çalışıyordu. Panik içindeydiler. Sonra bir bildiri yayınladılar. Bu dönemki gibi değildi. Biz sokaklara çıktığımızda insanların duyarlılığı çok büyüktü. Devletin de o gün karşılaşmadığı bir eylem şekli vardı karşılarında. Devlet de şaşkındı. Biz ısrarcıydık. Hasan’a ulaşacağımız tek yer sokaklardı. Bu duyguyla hareket ediyorduk. O dönemin koşulları farklıydı. Toplumsal duyarlılık çok yüksekti. Bin kişiyle oturduğumuz zamanlar vardı.''

Maside Ocak, 963'üncü kez kayıpları sormak için Balo Sokağı'ndan Galatasaray Meydanı'na doğru yürürken...

AKŞENER DÖNEMİNDEKİ 'KAYIP OTOBÜSÜ'

Devletin bildirisine değinen Maside Ocak, o dönem manipüle edildiklerini söylüyor: ‘‘Bildiride, daha sonra getirilen kayıp otobüslerindekine ‘kayıplarınızı birlikte arayalım’ benzeri şeyler yazılıyordu. Meral Akşener’in İçişleri Bakanı olduğu zamanda Galatasaray Meydanı’na ‘kayıp otobüsü’ getirilmişti. ‘Bize başvurun, gelin kayıplarınızı birlikte arayalım’ diyorlardı. Bu normal kayıplar için geçerli olabilecek bir şeydi belki ama bizim yakınlarımız gözaltındayken kaybedilmişti. İçişleri Bakanlığı kayıplarımızla ilgili açıklama yapması gerekirken, öyle bir kayıp otobüsü getirerek bizi manipüle etmeye çalışıyordu. Elinde kurabiye tutan polisler vardı. Biz oturduğumuzda yanımızda duruyorlardı. Eylem bitince, ‘gelin kayıplarınızı birlikte arayalım’ diye anons ediyorlardı. Kendileri de ne yaptıklarını bilmiyorlardı.''

‘DİKKATLİ BİR GAZETECİ SAYESİNDE MEZARI BULDUK’

Ağabeyini aradıkları sırada yaşadıklarını da anlatan Maside Ocak, bunun da bir gazetecinin mezarlıklar müdürünün notların altına bir numara saklamaya çalıştığını fark etmesi üzerine gerçekleştiğini söyledi: ''Her hafta Adli Tıp Kurumu'na getirilen kimsesiz cenazelere bakıyorduk. Hasan, Adli Tıp Kurumu'na getirildiğinde bize gösterilmediğini fark ettik. Diğer ağabeyim Hüseyin, 15 Mayıs’ta tekrar Adli Tıp Kurumu'na gittiğinde, orada her zaman bulunan memur izindeydi. Dosyalara bakarken, orada bulunan memur üç tane dosyanın ayrıldığını söylüyor. O dosyaları da çıkartınca, birinin Hasan olduğu ortaya çıktı. Kardeşler olarak fotoğraflara baktık. Adli Tıp Kurumu, Beykoz Adliyesi'nde daha ayrıntılı fotoğraflar olduğunu söyledi. Annem ve babama belli etmemek için hiçbir şey yokmuş gibi eve gittik. Ertesi gün 16 Mayıs’ta Beykoz Adliyesi'ne gittik. Alınan parmak izini Gayrettepe karakoluna götürdük. DNA başvurusu yaptık. Dosyalarda olan kişinin Hasan olduğunu tespit ettik. Yüzünün sol tarafı tanınmasın diye parçalanmıştı. O fotoğraflara bakmak hayatımızın en zor anıydı. Hâlâ atlatamadık. Adli Tıp Kurumu, Hasan’ı 15 gün sonra Küçükçekmece mezarlığına gönderdiklerini söyledi. Mezarlığa gittiğimizde bir cevap alamadık. Özellikle bir el, Hasan’a ulaşmamızı istemedi. Mezar numarası verilmedi. Ancak dikkatli bir gazetecin mezarlıklar müdürünün önündeki dosyanın altına bir numara sıkıştırdığını gördü. O numarayı istedik. O numara Hasan’ın mezar numarasıydı. 19 Mayıs’ta mezarı açtık. 21 Mart’ta gözaltına alınmıştı ama cansız bedeni sürekli oradan oraya gönderildiği için toprağa verme tarihi 25 Nisan’dı. Açıp baktığımızda tanınmayacak haldeydi.''

Maside Ocak, AYM kararlarına rağmen kayıp yakınlarıyla birlikte 22'inci kez gözaltına alınırken...
‘DEVLET ADINA OCAK AİLESİNDEN ÖZÜR DİLERİM’

Yetkililerin yaptığı açıklamalara da değinen Maside Ocak, şunları söyledi: ''Yoğun ısrarımız sonucunda İçişleri Bakanı, iki tane müfettiş görevlendirdi. Bu incelemeler sonucunda dönemin İçişleri Bakanı Nahit Menteşe, yaptığı açıklamada, ‘Hasan’ın aranan bir şahıs olmadığını, aslında iyi bir çocuk olduğunu’ söyledi. Dönemin İnsan Haklarından Sorumlu Devlet Bakanı Algan Hacaloğlu, evimize ziyarete geldi, 'Kandırıldım. Devlet adına Ocak ailesinden özür dilerim’ dedi. Hasan’ın aranan şahıs olmadığı, Adli Tıp Kurumu’nda kaydı olmadığı yönünde Hacaloğlu’nu kandırmışlardı. Algan Hacaloğlu daha sonra çok sayıda işkence merkezini de tespit etti.''

İKİ DÖNEM ARASINDAKİ FARK

''15 Ağustos’ta 30 hafta boyunca sistematik olarak engellendik. Bu dönemde olduğu gibi görüldüğümüz her yerde gözaltına alındık. O dönemle bu dönemi karşılaştırdığımızda bugün 22’inci kez gözaltına alınacağız'' ifadelerini kullanan Maside Ocak, ''Her ne kadar 90’ların karanlığından bahsetmiş olsak da  o dönemde bugün yaşadıklarımızı yaşamıyorduk. Polisler tarafından saygı ile karşılaşıyorduk. O dönem 'şüpheli şahıs' olarak ara sokaklarda gözaltına alınıyorduk. Beyoğlu Emniyeti’nde işkenceleriyle anılan polisler dahi bizimle karşılaştıklarında bugünkü gibi bir tablo olmuyordu. ‘Maside Hanım buyurun, karakola gidiyoruz’ derlerdi. Karakoldan serbest bırakılırdık. Bugün ise öyle bir şey yaşıyoruz ki, AYM kararı var. Buna rağmen her hafta kelepçelenerek, darp edilerek gözaltına alınıyoruz. 90’larda bunların hiçbirini yaşamıyorduk. Onurumuzu rencide edecek davranışlarla karşılaşıyoruz. Biz suçlu değiliz'' sözleriyle yaşananları anlattı.

Maside Ocak 19 yaşında başladığı mücadelesine 47 yaşında devam ediyor...

19 YAŞINDA BAŞLADI: BİR EVLADIM GALATASARAY 

Henüz 19 yaşında bir lise öğrencisiyken başladığı mücadele boyunca geçen zamanı anlatan Maside Ocak son olarak şunları söylüyor: ''Askıda kalan şeylerin telafisi ilerleyen zamanlarda belki olabilir. Ama bir insanın yaşamını savunmak, bir kaybın bulunmasını istemek, adaleti istemek... Bunun yerine konulabilecek bir şey yok. Cumartesileri buraya geldiğim için çocuğumun bir çok şeyini göremiyor olabilirim. Ama şunu biliyorum ki insanlık adına burada olmak daha vazgeçilmez. İnsan evladının her şeyini merak eder, yanında olmak ister. Benim bir evladım var. Ama bir evladım da Galatasaray. Kaybedilen bir ağabeyim var. Ama benim gözaltında kaybedilen binlerce yakınım da var. Onları bulmak, onlara ait bir mezar yapabilmek, bunun yerine ikame edilecek bir şey yok. Hani derler ya, ‘şurada gül bahçesi var, burada zehir.’ Biz o zehri içmeyi tercih ediyoruz. Çünkü kayıplarımızı savunacak kimse yok. Kayıplarımızın peşinden gidecek kimse yok. Biz de zehri içmeyi tercih ediyoruz.’’