Yine şimşek çaktı. Bu sefer kesin yıldırım düştü diye düşündüm. Göl bütünüyle aydınlandı ve ortası yarıldı sanki. Sonra kapkaranlık oldu ve burnunun ucunu bile göremiyordun. Halbuki yüksek tahta bacakların üstüne kurulmuş bir sürü ev vardı yanımızda ve bacaklarının arasında göl, mavi, kıyısı orman, yemyeşil, kesilmiş ağaçlar yatıyordu boylu boyunca, bedenleri canlıydı hâlâ, kahverengi, üstünde oturup bira içmiştik, henüz iki-üç saat önce ondan biliyordum yoksa görünmüyordu, karanlıktı her yer, kopkoyu.
‘Kötü bu’ dedi Maria Mercedes, ‘Yıldırım mı düştü’, dedim karnının ortasına ışık saplanmıştı çünkü gölün, bir an ve çok parlak, ‘Bilmem’ dedi ‘anlamam yıldırımdan’. Gölün ortasına düşen bir yıldırımı benden daha iyi bilmesi gerektiğini düşünüyordum oysa. Ne de olsa ‘Seviche’ yapıp satıyordu şehir meydanında. Büyük deniz balıklarını limona yatırıp yapıyorduk evde. Onun şehri buraya uzaktı, sattığı şehir meydanı da ama yine de balıklarla ilişkiliydi her şey, pulları parlıyordu balıkların mesela…
‘Balık kokuyorum değil mi’ diye soruyordu çok sık Maria Mercedes, ona sarıldığımda, boynunda tuz taneleri oluyordu nedense, ne arıyorlarsa orada, belki benden bulaşıyordu. ‘Ne kadar yıkansam çıkmıyor artık bu koku’ diye yakınıyordu. Cevap olarak bir daha sarıldığım oluyordu, kalan tuz tanesini alıyordum. Limon kokuyordu aslında ve kişniş…
-Genet, ‘Giocometti ile konuşurken ‘Bu kimin heykeli’ diye soruyordu. Metalden, çok ince metalden bir kadın heykeliydi. ‘Tanıdığım bir fahişe’ diyordu Giocometti’, ‘Bir tanrıça gibi yapmışsın’ diyordu Genet.’ ‘Bana göre öyleydi zaten’ diye cevap veriyordu Giocometti. Nasıl baktığımıza bağlıydı her şey, nasıl kokladığımıza ve nasıl sevdiğimize… -
Biraz sustuk. Yüzlerce şimşek çaktı. Onlarca yıldırım düştü göle. Normaldi bu. Catatumbo yıldırım havzasının kenarındaydı Maracaibo gölü. Her yıl 1 milyondan fazla yıldırım düşüyordu. Daha çok gündüzleri düşer demişlerdi bize. Bizi yakından ilgilendiriyordu bu. Kaçak olarak Kolombiya’ya geçmek için haber bekliyorduk burada. Gerilla ile görüşecektik. Nehirden geçerken, şimşek çakmadığı bir geceye ihtiyacımız vardı.
-Sınırları hiç sevmiyordum zaten. Devletlerin çerçeve tahtalarıydı. Onlara benziyordu. Resmi seri cinayetlerden çizilmişlerdi.-
‘Çok bekleriz burada, karanlık bir geceyi’ dedi Maria Mercedes. Onlarca şimşek doğruladılar onu ve birçoğu da yıldırımdı onların. Maviye çalıyordu gece…
Bekleyebilirdik bence, pek acelemiz yoktu. Yetişmek zorunda olduğumuz mesai saatleri yoktu ve müdür suratları. Gerillalar hâlâ oradaydılar. Gece ortasından yırtılsa da çok güzeldi ve çok güzel bir karışımdı limon, kişniş kokusu ve biraz balık…