Bana sorarsanız gırtlaktan "h" sesi çıkarmak için alfabeye "x"
harfi eklemeye gerek yok. Fonetik ve transliterasyon tartışması bu,
dilbilim alanı. Ama burada her şey siyasi ve benim bile işte bugün
inadına "Maxmur" yazmak geliyor içimden, Mahmur yerine. Hem
siyaseten de, eğer çözümün, huzurun, kalıcı barışın parçası
olacaksa "X, Q, W" varsın eklensin, neden olmasın? Yahut çoğulcu ve
yerelci bir çözüm üzerinde uzlaşılabilecekse, bölgesele de
bırakılabilir bu seçenek. "Niyet salih olduktan sonra…": Erbil’de
göreve başladığımda yönetici konumundaki muhataplarıma sık
tekrarladığım bir sözdü bu. Karar, irade, hamle, sabır, tahammül,
sağduyu, uzgörü vs.
Henüz geçen hafta Irak ve Irak Kürdistanı siyasetlerinin
neredeyse ezelden beridir "küçük hesaplara" kurban gittiğini
yazmıştım. Ondan önce de kim
bilir kaç kere hurafeler, ezberler, saplantılar üzerine sayıkladım durdum. İletişim
Yayınları’ndan geçtiğimiz yıl çıkan "Gözden Irakta" kitabım da
büyük ölçüde aynı hayıflanmaları derlemekten ibaretti. Halbuki işin
özü, hele şu ekonomik bunalım ve yaklaşan dibe vurma arka planı
önünde açık: Irak, ve dolayısıyla Habur Gümrük Kapısı, dış
ilişkilerimizde biricik bir öneme sahiptir ve bu birincil ağırlık
durmadan Kürt saplantısı yani güvenlikçi yaklaşım uğruna boşa
harcanıp durmaktadır.
Oysa tam da baktığı her alanda yatırım, kazanım, ticaret gören
AKP iktidarında ve yine hele verili başkanlık rejiminde, her
dediğini yaptırabilme yetkisine sahip olduğu iddiasındaki
Cumhurbaşkanı Erdoğan için bu kaçırılamayacak bir fırsat olmalıdır,
olmalıydı, biraz öyleydi de bir vakitler. Ancak görülen o ki, son
olarak Soylu’nun istifa meydan okumasını da kabullenen Erdoğan,
Irak konusunda bildik, köhne ezberlere dayalı siyasete eklemlenmiş
durumda. Belki 2015’te üç kere tekrarlanan "seni başkan
yaptırmayacağız" çıkışı, Kürtler tarafından "wallah billah sana
ağız tadıyla başkanlık yaptıracağız" biçiminde güncelleninceye dek
bu çöktürme, çökertme adı her neyse siyaseti süregidecek. Son
örneği de kim bilir kaçıncı kez piyasaya sürülüp, yine unutulan
Ovaköy/Korava Sınır Kapısı'nın ardından anımsanan Mahmur’u yok etme
ısrarı.
Doğrusu, şu kıt kaynakların en etkin yöntemlerle kullanılmasını
dayatan küresel salgın günlerinde, Mahmur’un ısıtılıp masaya
sürüleceği benim de aklıma gelmezdi. Bu olumsuz tutarlılık,
süreklilik, takıntı düzeyinde ısrar kendi içinde saygıyı hak
ediyor. Sorsanız Mahmur’u gidip gören bir yana, havadan görüntüsünü
izleyen, Erbil’e yakınlığını bilen, "kamp" denilenin 14.000 kişilik
bir banliyö olduğunu araştıran, Mahmur’u yok etmekle PKK’ye "darbe"
filan indirilmiş olamayacağını kavrayan bulamazsınız pek. Irak
Dosyası’nda yapılması gerekenler listesi sittin senedir aynıdır. Ve
“dosya”, her zaman işin kendinden, gerçeklerden daha önde gider.
Değindiğim "Barzani’yi ‘by-pass’ edecek" Ovaköy hayali gibi.
Dosyaya ne denli miyopik de olsa "hakimiyet" bürokratı, asker yahut
sivil fark etmez, "vezir" yapar.
Anlatma, anlaşma olanağımız yok maalesef. "İkinci Kandil" kâh
Şengal/Sincar olur, kâh Mahmur. Bir gün Hatay’dan girilip,
Kandil’den çıkılır; başka gün Habur’dan girilir, Telafer’den
geçerek, Kerkük fetholunur. Kürt sorunu yoktur, Kürdün sorunu
vardır, o da yoktur, kalmaz, kayyum coşkusu yaşanır. Yaradılan
yaradandan ötürü sevilir de, yaradan bu dilleri neden bahşetmiş
kullarına bilinmez, Aşık Mahzuni’nin deyişini çarpıtırsak "Allah
Kürtçe bilmiyor mu?" diye sorulmaz. Meğer Mahmur, BM denetiminden
çıkmış, terör yuvası olmuş, IKB hükümeti ile anlaşılmış, çevresi
sarılmış. IKB: "Irak Kürt Bölgesi", "Kürdistan" yok; Irak anayasası
var dese de yok, "hükümet" ne demek, “yönetim.” ABD gidecek, baş
başa kalacağız, “eski güzel günlerdeki” gibi Mesut Barzani,
albaylarla muhatap kılınacak, tıpkı ekümenik patriğin muhatabının
bilemedin Eyüp Kaymakamı olması gerektiği gibi.
Öyle ya, merhum Demirel’in vecizesindeki gibi, "meseleleri
mesele etmezseniz, meseleler mesele olmaktan çıkar." Meds Yeghern,
Seyfo, Fortuna, Tertele. Varlık Vergisi, 6-7 Eylül, Maraş, Çorum,
Sivas. Hrant Dink, Tahir Elçi, Selahattin Demirtaş, Osman Kavala.
Eşref Bitlis, Bahtiyar Aydın, Musa Anter, Sait Kırmızıtoprak. "Ağam
biz bu haltı niye yedik?" fıkrasındaki gibi. Madem 2020’lerde
1990’lara geri dönecektik, neden çekildi bunca cefa? Fakat
Ankara’nın kendi eliyle ezdiği fırsatların listesi de uzun.
Kağıttan kaplan olarak kalan, daha doğrusu bırakılan TEC* bunlardan
biri. Erbil Havaalanı’na Patriot hava savunma bataryaları dahil
konuşlanan ve genişleyen ABD askeri ve istihbari varlığı ise bir
başka sonucu uygulanan kör ezber politikaların. İşin daha karanlık
kısmı, bugün AKP ve Erdoğan’ı en keskin eleştiren CHP-İYİP
ikilisinin siyaset yapıcılarına da sorun, onlar da ya "aynen
devam", ya "askeri konulardır, bizi aşar" diyeceklerdir.
Çatık kaşlar, çakmak bakışlar, koltuklarının altında ya paraför
ya klasör koşar adım kuytu koridorlarda ilerleyen parlak
diplomatlar, kurmay subaylar. Ne oluyoruz, neden böyle yapıyoruz,
ne zaman kim, nerede buna karar vermiş, elimizde somut veriler var
mı, bugün yaptığımızın yarın sonucu ne olur, nihai amacımız nedir,
ne zaman, ne olursa duracağız, kıt kaynakların en etkin kullanımı
bu mudur, farklı seçenekler yok mudur? Alınacak o kibirli, o her
şeyi bilen yanıt hep, her zaman, her durumda aynıdır: "Şimdi sen
bunları bırak da…" Haydi koşar adım devam. Ütülü takım elbiseler,
özenle düğümlenmiş kravatlar, cilalı ışıldak kunduralar, camları
siyah film kaplı zırhlı makam arabaları. Ve şu okuma zahmetine
katlandığınız gibi boşuna yazılmış tomarla yazı.
*Örnekse bkz. Deneyimli ekonomi yazarı Sayın Erdal
Sağlam’ın 16 Eylül 2013 tarihli makalesi.