Parklar mı konuşkan orada, yoksa insanlar parklara mı konuşmayı
seviyor? Eryaman neresi mesela, orası Nevşehir kadar uzak. Ama
Nevşehir’de o parktan yok. Yeşilliklere uzanmışsın, uzaktan çocuk
cıvıltıları, yapma bir su sesi, piknik diye gitmişsiniz ama
yanınızda azık yok. Hep bu jestlerin de şehridir Ankara. Pikniğe
gidilir ama azıksız. Su akar ama bakanlar deli değildir. Parklar?
Her yerde hep.
555 K günü, Kızılay’da bir öğrenci Menderes’in yakasına
yapışmış, Cemal Süreya uzaktan onları izliyor. Aynı Cemal Süreya,
İnönü’nün cenazesinde kaldırımdan Erbakan’ı görüyor. Tandoğan mı
orası? İnönü’yle değil, Erbakan’la ilgileniyor. Şimdi,
ilgilenilecek bir Gökçek de yok Ankara’da. Sahi, Sözcü’de
yazacaktı, ne oldu ona?
Gecekondusu bile tertiplidir. İstanbul’dakiler periferi falan
der ama Ankaralı gecekondu diye çağırır. Hatırla, Düttürü
Dünya’da klarnet çalan Kemal Sunal’dır ve Füruzan Abi, Akay
Yokuşu’ndan aşağı doğru iner geniş pardösüsüyle. Bir kere Maçin,
iki kere Çin. Akay Yokuşu’nu tırman, sağa dön, Boğaziçi Apartmanı
oradadır. Ankara’nın oto galericilerinin Haymanalı olması tesadüf
mü?
Meclis kelimesi en çok burada yanlış anlaşılır.
En çok hangi dönemini merak ettim; sanırım “Cumhuriyetin ilk
günleri gibiydi yüzün” günlerini. İlhan Berk’in kapıları çalıp
“Şair İlhan Berk burada mı oturuyor?” günlerini ya da. Bir ihtimal,
“Tavukçu’nun Tavukçu olduğu” günleri. Ama yok, sanırım şu ânı:
Halkevi’nde Béla Bartók konuşuyor, Adnan Saygun onu tercüme ediyor.
Konu türküler ama mesele başka. Cumhuriyet Türkçesi, Macarcayla bir
yakınlık arıyor. Saygun, sonradan Bartók’un mektuplarını yanıtsız
bırakacak.
Meyhanelerinde bütün kravatlar gevşektir. Gecenin sonunda
boyunlardan çıkar. Kafaya bağlamak için değil, mahcubiyetle ceketin
cebine tıkıştırmak için. Mendil cebinde daima kartvizitler. Her an
biri, ötekinden bir şey rica edebilir. Trafik polisleri için sürgün
yeri. Durdurduğun arabada kimin kartviziti olduğunu asla
bilemezsin. Ya duran, borçlusu olduğun oto galerici
Haymanalıysa.
Sokaklarında Pir Sultan Abdal, Âşık Veysel kılığında dolaşır.
Pir Sultan, ricalden kovgundur, Veysel belgesele çekilir.
Hacıbektaş, Ankara’ya D200 karayolundan 230,6 km uzaktadır da,
Sivas hemen şuradadır. 11 Eylül 1919’da alınan sekiz karardan ilki
kimin el yazısı? Herkesin el yazısı her yerde okunmaz ya.
Evvelde AŞOT, sonradan AŞTİ olan garında güneş, tarifsiz bir
güzellikle batar. Yeni cep telefonu aldın ve Instagram’da #nofilter
etiketini mi kullanmak istiyorsun, hemen Ankara’ya gitmelisin.
Otobüsle ama. Torpilli güneş; neyse torpili hava garına değil
burada. Ya tren garı? Tren garı, Hacıbektaş’tan da uzaktır Çankaya
ilçesine. Ramallah’tan da.
Mülkiye koridorlarında tostçu KHK şakası yapar. Hacı Bayram
Camii kapalıdır, Ahmed Arif’in cenazesi Maltepe’den kalkar.
Kocatepe, Anıttepe’ye bakar. Ev içleri. Tıka basa öğrenci doludur
onlar. Kimi bir köşede yatay geçiş hülyalarındadır, kimi tez izleme
komitesine gelmeye zahmet buyurmayan hocasından şikâyetlenir.
Randevularını Mülkiyeliler’in köşesine ya da Dost’un önüne
verirler. En çok dergi daima Turhan’dadır. Metin Yurdanur’un
bronzdan döktüğü İnsan Hakları Anıtı’nın karşısında Nuriye bekler
bir elinde hırkayla. Öteki elinde, İmge poşeti, içinde Yusuf
ile Menofis. İlk baskısını merak eder. Hırka, soğuk günlerde
anıtındır. Ankara, yılın on üç ayında soğuktur.
Orada 22 yaşına basmış, Esat Caddesi Hacıyolu Sokak 3/A
adresinde mukim bir dergi vardır ve idarehanesinde, Kudret Emiroğlu
sayfalara eğilmiş aydınger provasından yazı tashih ediyordur. Hoca
sakallarını kesmemiştir, değil mi?
“[Bayezid] Timur’la yaptığı Ankara Meydan Muharebesi’ni, eski
derebeylik devrinin dönmesini isteyen bazı anasırın ihaneti
yüzünden kaybetti ve esir düştü. Son derece hassas, izzetinefis
sahibi bir şövalye olduğu için esarete tahammül edemedi, intihar
etti, esareti ve ölümü 1402 yılındadır. Bursa’daki camiinin
yanındaki türbesinde yatar.” (Reşat Ekrem Koçu, Tarihimizde
Kahramanlar, Doğan Kitap, 1. Baskı: Ocak 2005.)
Ankara’da hangi dolmuşa binerseniz binin, Güvenpark’a
gidersiniz. Orada, bir dolmuşçunun bozuk saatini görmüştüm. On biri
elli dokuz geçiyordu. İnsanlar, parklarda biteviye
konuşuyorlardı.