Labirenti andıran uzun koridorların arasında 40 metrekarelik bir oda. Yıpranmış koltuklar, eski sandalyelerin ortasında bir sehpa, sehpada hiç durmadan çalışan bir su ısıtıcısı. Hazırlanan çaylar, kağıt bardaklarla ikram ediliyor. Kimi oturan, kimi ayakta onlarca kişinin bir gözü televizyonda, diğer gözü cep telefonlarında...
Olağan zamanlarda işçilerin üstünü değiştirdiği, aralarda yorgunluk çayı içip dinlendiği bu küçük oda tarihinin en üst düzey konuklarını ağırladı. Bir tarafta ceketini çıkarmış, kravatını bir kenara koymuş Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı, diğer tarafta Adalet Bakanı… AK Partili yöneticilerden CHP, MHP milletvekillerine, Meclis personelinden danışmanlara, hatta çocuklara kadar 200’e yakın kişi…
15 Temmuz’u 16 Temmuz’a bağlayan gece, sabaha karşı bombalanan Meclis’teki bu tarihi anlar saat 22.15’te Ankara semalarında göğü yırtan uçak sesleriyle başladı. Ankara’da doğmuş büyümüş biri için savaş uçağı en fazla 30 Ağustos kutlamalarında Türk yıldızlarının gösteri uçuşudur. Hatırladığım son gösteri uçuşunda da gökyüzüne çizilen kalp benden de büyük alkış almış, biraz gürültü dışında şikayetim olmamıştı. 15 Temmuz gecesi ise farklıydı. 30 Ağustos’a daha çok vardı. O saatte gösteri için hazırlık mantıklı da değildi. Hem niye o kadar alçak uçuyordu ki? Herkes pencerelerde, ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Sokağa çıkanlar vardı. Dakikalar geçti durmadı. Göğü yırtan bir ses. Evin içinde başınızı eğme hissi yaratan büyük bir gürültü… Tabii hemen sosyal medya hesaplarımı açtım. Herkes şaşkınlık içinde. Bu durumlarda insan konuşmak, paylaşmak istiyor. Saat 22.14’te arkadaşıma attığım mesaj; ‘Ankara semalarında savaş uçakları mı? Nasıl bir gürültü. Darbe mi acep? Korkutucu…’ Yazdığım mesaja günler sonra dönüp bakınca, ‘Ne kadar öngörülüyüm’ diyemedim. O an yaptığım kötü bir şakadan ibaretti. Uçakların alçak uçuşu devam ettikçe endişelenmeye başladım. Bir yandan pencereden bakıyor, bir yandan da çıkmak için hazırlanıyordum. Bu arada İstanbul haber merkezinden bir arkadaşım aradı, ‘ne oluyor’ dedi. ‘Bilmiyorum, bakacağım’ dedim ve yola çıktım.
Gideceğim adres belliydi. Uçaklar, Meclis üzerinden teğet geçiyordu. En azından Genelkurmay Başkanlığı önüne gidip bakabilirdim. Hemen taksiye bindim, Dikmen’de oturduğum için 5 dakikada Genelkurmay’a ulaştım. Yol boyunca trafik normaldi. Genelkurmay’da ise bir farklılık vardı. Eskişehir yoluna giden taraf polislerce kapatılmış, Genelkurmay önünde 20’ye yakın ambulans bekliyordu. Benim dışımda da gazeteciler Genelkurmay kavşağına gelmeye başladı. Herkes birbirine soruyor, İstanbul’da da Boğaz Köprüsü’nün askerlerce kapatıldığını anlatıyordu. Bu arada Genelkurmay tarafından gelen ilk silah sesini duyduk. Yeniden ‘Bir darbe olabilir mi?’ sorusu, ama bu kez şakadan uzaklaşan bir soru…
Bu arada F16 savaş uçaklarının yerini helikopterler aldı. Üç helikopter Meclis ve Genelkurmay Başkanlığı üzerinde daire çizerek uçmaya başladı. Gördüklerimize anlam vermeye çalışırken ilk açıklama Başbakan’dan geldi, ‘kalkışma’ dedi. Kalkışma ama kim kalkışan? Bunun yanıtı, kısmen de olsa, TSK adına yayınlanan Yurtta Sulh Konseyi bildirisindeydi. 36 yıl sonra tarih tekerrür etti, TRT’de ‘yönetime el konulmuştur’ bildirisi okundu, okutuldu.
Alçak uçuş yapan savaş uçakları, helikopterler, başbakanın açıklaması ve bildiri…
Bunlar, benim Genelkurmay Başkanlığına ulaşmamdan sonra, yaklaşık yarım saat içinde yaşandı ama hiçbiri helikopterden açılan ateş kadar gerçek değildi. Kulağımda telefon, yayına bağlanmak için bekliyordum. Bu sırada helikopterlerden biri, Genelkurmay’ın üzerindeyken aşağıdaki kalabalığa, yani bizim üzerimize ateş etmeye başladı. Bilgisayarlardaki savaş oyunlarını veya filmlerdeki savaş sahnelerini andıran görüntülere tanıklık ediyorduk. Ama ne oyun ne de simülasyondu…
Gerisi korku, panik ve kaçış…
İsteğim sadece o helikopterin görüş alanından çıkmak bir yere sığınmak, gizlenmekti. Meclis bahçesi ana girişindeki duvara doğru ilerledim. Bir mesafe hiç bu kadar uzak gelmemişti. Kendimi bahçedeki çalılıların içine attım. Helikopter beni göremezse, vuramaz sanıyordum. Koşarken kulağımda telefon, yayında yaşadıklarımı anlatmaya devam ediyordum ama konuşamaz hale gelince beni yayından aldılar.
Bu arada Meclis giriş kapısındaki polisler de havaya ateş açmaya başladı ve bizi duvar dibine çağırdılar. Askeri helikopterin ateş ettiği, polisin bizi korumaya çalıştığı tuhaf bir manzara…
Helikopter ateşi durduktan sonra kendimi toparlamam, nefesimin düzelmesi zaman aldı. Meclis ile İçişleri Bakanlığı arasında kalan yerde, küçük bir duvarı siper alarak Genelkurmay tarafını izlemeye devam ettim. Bu arada kameraman arkadaşım Murat Karabulut geldi ve 3G yayını için hazırlanmaya başladık.
Hâlâ bilgi edinmeye çalışıyorduk. Bir bildiri vardı, sıkıyönetim ve sokağa çıkma yasağı ilan edilmişti ama tek bir asker görmüş değildik.
İstanbul Boğaz Köprüsü’ndeki olaylar dışında her şey Ankara’da gerçekleşiyor gibiydi. TRT, MİT ve Emniyet Genel Müdürlüğü’nden çatışma, bombalama haberleri geliyordu. Uçakların havalanmasının üzerinden 2 saat geçti. 15 Temmuz, 16 Temmuz’a döndü. Bir hareketlilik vardı ama çerçevesi, boyutu hâlâ anlaşılmış değildi. Genelkurmay Başkanı’nın rehin olduğu söyleniyordu. Başbakan konuştu ama Cumhurbaşkanı’ndan ses yoktu. O ses de saat 00.25’te geldi. Erdoğan da ‘kalkışma’ dedi, ama daha önemlisi halkı sokağa, meydanlara çağırdı. Yapılan çağrının nasıl karşılık bulacağını çok kısa bir süre sonra görecektik.
Ankara’daki hava hareketliliği sürüyordu. Bu arada Ankara’nın dört bir tarafından duyulan patlama sesleri gelmeye, sesler korkuyu büyütmeye başladı. Yapabileceğimiz sadece tahminler yürütmekti ama kulakları sağır eden o büyük patlamanın Ankara Emniyet Müdürlüğüne atılan bombadan kaynaklandığını öğrenmemiz uzun sürmedi. Bu patlamadan kısa bir süre sonra Kızılay merkezden silah sesleri ve büyük bir gürültü yükseldi. Bu sesler Akay kavşağına yaklaşınca gelen araçların tanklar olduğunu büyük bir şaşkınlık içinde gördük. Uçakların havalanmasından yaklaşık 2 buçuk saat sonra tanklar Atatürk Bulvarı’na ulaşmış, Protokol Yolu üzerinden Çankaya’ya doğru çıkıyordu.
Akay kavşağının üzerinde 3G’yi açıp yayın yapmaya başladık. Evet, askeri darbe gerçeğe dönüşüyor tanklar devletin kritik kurumlarını ele geçirmeye gidiyordu. Meclis, bugün Başbakanlık olarak kullanılan Çankaya Köşkü, bakanlıklardı hedef ama bu gidiş o kadar kolay olmadı...
Erdoğan’ın çağrısının üzerinden çok zaman geçmeden vatandaşlar küçük gruplar halinde toplanmaya başladı. Tanklar geçerken tekbir getirip slogan atıyorlardı. Tankların geçişi gerilimi en üst noktaya taşıdı. Devlet kurumları önündeki polisler havaya ateş açmaya başladı. Bir yanda tankların çıkardığı büyük gürültü, bir yanda silah sesleri, diğer yanda sloganlar ve bağırışlar...
Ama asıl şaşırtan ise gruplar halinde toplanmaya başlayan vatandaşların tankların önüne geçip durdurmaya çalışmasıydı. Kimi önüne yattı, kimi üstüne çıktı. Ellerindeki pet şişeleri çevrede bulduğu taşları atanlar oldu.
Tankların içindeki askerlerin de şaşırdığı ortadaydı. Bu durum karşısında direksiyon hâkimiyetini kaybetmiş gibi manevralar yapmaya başladılar. Tankların sağa sola gidişlerini, refüje çıkışlarını, sokak lambalarının devrilmesini, yol üzerinde park etmiş araçların ezilmesini canlı yayında dakikalarca anlattım.
Vatandaşların tepkisi altında 8-10 tank Çankaya Köşkü’ne doğru yol aldı. Çağrıya uyup sokağa çıkan vatandaşların sayısı da artmaya başladı. Artık Akay Kavşağına gelen tankların üzerinde insanlar vardı. Vatandaşların bir kısmı da Genelkurmay Başkanlığı önüne yürümeye başladı. Ellerinde Türk bayrakları vardı. Kadınlı, hatta çocuklu gruplar vardı. Tankların büyük bir gürültüyle geçişi sürerken savaş uçakları da yeniden uçmaya başladı.
Başkent Ankara gerçek anlamda savaş meydanı…
Uçaklar… tanklar… büyük patlama sesleri… silahlar… sokaklara dökülen vatandaşlar…
Bu arada Genelkurmay çevresinde hareketlilik artmaya başladı. Helikopterden ateş açılıyor ama insanlar o yöne gitmeye devam ediyordu. Tankların engellenmesi için de mücadele devam ediyordu. Ateş altında kalınca biraz soluklanmak için bu kez Akay Caddesi’nde bir otelin önüne geçtik. Sokak güvenli değildi. Kendimizi koruyacak hiçbir şey yoktu. 3G’yi açıp görüntülü yayın yapmak da artık mümkün değildi. Bu arada Meclis’in açık olduğunu öğrendik. Tüm partilerden milletvekilleri toplanmış darbeye karşı duruş sergiliyordu. Genelkurmay önü ve Kızılay’daki hareketliliği, tankların geçişini görüntülemiş, bir kısmı telefonla 5-6 yayın gerçekleştirmiştik. Şimdi Meclis’e bakabilirdik. Hem Meclis daha güvenli olabilirdi. Kameraman arkadaşımla helikopter veya bir tank ateşi tehlikesine karşı kendimizi korumak için binaların duvar diplerinden yürüyerek Meclis’in Çankaya kapısına doğru yürümeye başladık. Tunus Caddesi’nden bulvara çıktık. Meclis önü de kalabalıktı. Girişte kontrol yapan polisler bize Meclis TV olup olmadığımızı sordular. Ama basın kartlarımızla geçişimiz zor olmadı. Hemen Genel Kurul salonuna geçtik. Saatlerimiz 02.30’u gösteriyordu.
Meclis açılmış ama çalışanların hepsi gelmemişti. Normalde kapalı olan salon basın mensuplarına da açılmıştı. İçeride birkaç kamera yayın yapıyordu. İlk kez Genel Kurul salonuna girmenin heyecanı ile biz de hemen 3G’yi açıp salondan yayın yapmaya başladık. Kürsüde Adalet Bakanı Bekir Bozdağ vardı. Bozdağ konuşmaya başlamadan önce darbe girişiminin emir komuta zinciri içinde yapılmadığını ortaya koyan komutanların mesajları Başkanlık kürsüsünden okunarak bilgilendirme yapılıyordu. İşte tam bu sırada, saatler 02.32’yi gösterdiğinde Meclis’e ilk bomba atıldı.
Bombayla Genel Kurul salonu sallandı. Tavandan aşağıya tozlar dökülmeye başladı. Ayağa kalkan milletvekilleri, “alçaklar, hainler” diye bağırmaya başladı, genel kurul salonu ilk kez sloganlara, hem de milletvekillerinin ‘darbeciler halka hesap verecek’ sloganlarına ev sahipliği yaptı. Konuşmayı bekleyen Adalet Bakanı Bekir Bozdağ öfkeyle haykırdı: ‘Bomba da atsanız buradayız. Hepiniz yargılanacaksınız!’
İçeride bir iki kamera vardı ama o bombalama anını ve tepkileri kaydeden sadece biz olmuştuk. Kameraman arkadaşım Murat Karabulut, tarihe geçecek o anın dehşetini saniye saniye görüntülemiş, tarihi bir kayıt almıştı.
Bakan Bozdağ’ın konuşmasının ardından Meclis Başkanı ara verildiğini söyledi, yayının da kesilmesini istedi. Bu arada bombalama devam ediyor, risk artıyordu. Güvenlik güçleri sığınağa inilmesi gerektiğini söyledi. Ancak bu karar Bakan Bozdağ’ın tepkisini çekti. Meclis Başkanı onayladı ama Bakan Bozdağ, ‘biz sığınağa inersek halka nasıl 'sokağa çıkın' diyebiliriz’ diye sesleniyordu. Bozdağ’ın çıkışı, kararı değiştirmedi. Bu arada bazı milletvekilleri AK Parti kulisine çıktı. Kuliste bekleyiş sürerken bomba sesleri, silah sesleri gelmeye devam ediyor, kuliste bulunan kolonların altına geçerek kendimizi korumaya çalışıyorduk. Çok sayıda koruma polisinin etrafımızda silahlarla dolaşıyor olması da endişeleri arttırıyordu.
Ve sığınak açıldı, Meclis başkanı, milletvekilleri, danışmanlar, çalışanlar, bazı milletvekillerinin çocuklarından oluşan yaklaşık 200 kişi saat 02.51’i gösterdiğinde sığınağa inmeye başladı. Meclis Genel Kurul Salonu’nun içinden inilen sığınak ilk kez kullanılacaktı. Nereye gideceğini, neyle karşılaşacağını bilmeyen onlarca kişi dönen merdivenlerden aşağıya inmeye başladık. Bu arada pek çok insan yakınlarından haber almaya çalışıyordu. Çocukları yanında olanlar biraz rahattı. Merdivenden inerek ulaştığımız yer ise tam bir hayal kırıklığıydı.
Güvenlik gerekçesiyle korunmak için indiğimiz yer boş koridorlardan oluşan bir kazan dairesini andırıyordu. Oturacak hiçbir yer yoktu. Meclis Başkanı için bir sandalye getirildi. Beraberinde AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Mehdi Eker, eski Meclis Başkanı Mehmet Ali Şahin, sökülmüş kanepe minderleri üzerine oturdu. Diğer milletvekilleri ise etrafta buldukları kartonları yerlere koyarak üzerlerine oturdu.
Sığınakta bekleyiş sürerken savaş uçaklarının geçişi devam ediyor, silah sesleri de net olarak duyuluyordu. Bekleyiş sürerken 03.24’te yeni bir bomba atıldı. Bu bomba Genel Kurul’da duyulan bombadan çok daha güçlüydü. Tam bir deprem etkisi yarattı. Sarsıntıyla birlikte sığınak tavanından üzerimize tozlar yağmaya başladı. Böyle bir bomba kesinlikle üst katı yerle bir etmiş olmalıydı. Meclis böyle bombalanırken Meclis Başkanı da beraberindekilerle görüşmeler yapıyor, sürekli telefonla bilgi alıyordu. Bir yandan da darbecilerin Meclis’e girmesi durumunda ne yapılacağı planlanıyordu. Meclis Başkanı ve bakanların korumalarıyla, Meclis polisinin içinde yer aldığı 30-40 kadar polis vardı. Meclis Başkanının talimatı netti, ‘sığınağa girişe izin verilmeyecek.’ Polislerin bir kısmı ellerinde makineli silahlarla sığınak girişindeki kapılarda konumlandı. Bekleyiş böyle devam ederken Meclis’in güvenliğinden sorumlu iki kişi Meclis Başkanı’na geldi.
Görevliler bulunulan yerin de güvenli olmadığını, başka bir noktaya geçilmesi gerektiğini söylüyordu. Kısa bir değerlendirme sonrası görevlilerin söylediği diğer sığınağa geçilmeye karar verildi. Saatler 04.44’ü gösteriyordu. Yaklaşık bir kat daha aşağı inilerek gidilen yer de bir önceki yerden farklı değildi. Tavanda büyük boruların geçtiği uzun koridorların bulunduğu bir başka kazan dairesiydi burası da. AK Parti, CHP ve MHP milletvekilleri labirenti andıran bu sığınakta farklı koridorlara dağıldı. Ortada bulunan, normal zamanda çalışanların üzerini değiştirip çay içip dinlendiği yerde Meclis Başkanı, AK Parti Grup Başkanvekili İlknur İnceöz’le birlikte çok sayıda milletvekili vardı. Ellerde telefon herkesin gözü televizyonda, gelişmeler izleniyordu. Savaş uçaklarının sesi bu sığınakta daha az duyuluyordu. Sürekli bilgi almaya çalıştığımız milletvekilleri Meclis’i bombalayan uçağın Akıncılar üssünden kalktığını, uçakların kalkışının durdurulması için üsse müdahalenin şart olduğunu söylüyordu. Eğer ikmal şansı ortadan kaldırılırsa bir beklenti de uçağın yakıtının bitmesi ihtimaliydi.
Sığınakta bekleyiş sürerken bir süre sonra Meclis Başkanı İsmail Kahraman, eski Meclis Başkanı Cemil Çiçek ile CHP ve MHP yöneticileri bir odaya geçip çalışmaya başladı. Son gelişmelerin değerlendirildiği toplantıda bir yandan da Meclis adına açıklanacak ortak metnin taslağı üzerinde çalıştılar.
Bu arada üst katlardaki çay ocaklarından bisküviler getirilmiş, yemekhaneden getirilen peynir ve ekmekle açlık bastırılmaya çalışılıyordu.
Yaklaşık 200 kişinin sıkışıp kaldığı sığınakta her hareketlilik bir endişe dalgasına yol açıyordu. Özellikle koruma polislerinin giriş çıkışları sırasında kaygılar artıyor, darbeci bir grubun Meclis’e girdiği, kapılarda çatışmalar yaşandığı söylentileri kulaktan kulağa yayılıyordu. Uçaktan atılan bu bombalardan sığınakta olduğumuz için korunmak mümkündü; peki uçaklardan gaz bombası atılsa bundan kurtulma şansı var mıydı? Akla gelen ihtimal ürkütücü, ama yaşanan gelişmeler düşünüldüğünde mümkündü.
Sığınağa inişimizin üzerinden 3 saat geçmiş, gün doğumuna dakikalar kalmıştı. Ama belirsizlik sürüyor, bekleyiş devam ediyordu. Bir köşede namaz kılanlar, diğer bir köşede yakınlarından haber almaya çalışanlar, diğer tarafta tuvalet sırası bekleyenler, üst katlardaki çay ocaklarından getirilmiş bisküviler, yemekhaneden taşınmış peynir ve ekmekler, çalışanların kendine çay demlediği su ısıtıcısı ile yapılıp dağıtılan çaylar, korumadan milletvekiline, temizlik işçisinden gazeteciye sigara alışverişleri… Yaşanan ortak kader insanları yakınlaştırmış, tüm statüler ortadan kalkmış, herkes eşitlenmişti.
Bu arada gelen bir telefon milletvekillerinde büyük bir coşkuya yol açtı. Arayan Cumhurbaşkanı Erdoğan’dı. AK Parti Grup Başkanvekili İlknur İnceöz, Erdoğan’ın sesini hoparlöre verdi ve milletvekilleri büyük bir dikkatle bu konuşmayı dinledi. Erdoğan’ın milletvekillerine ‘Sizler yeni bir tarih yazıyorsunuz. Bu tarih farklı olacak. Dik duracağız sağlam duracağız hep birlikte Türkiye olacağız’ sözleri büyük alkışlarla karşılandı. O sırada Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bu konuşmasını telefona tek kaydeden gazeteci de bendim.
Saatlerce süren bekleyiş devam ediyordu. Sığınakta günışığını görmek mümkün değildi ama saatler güneşin doğduğunu gösteriyordu.
Bu sırada üst katlara çıkan bazı görevlilerden Meclis’teki yıkımı gösteren fotoğraflar gelmeye başladı. Hava hareketliliği de durmuştu. İnsanlar hareketlenmeye başladı. Ben de bir grup milletvekili ile yukarı çıkmaya karar verdim. Yukarı çıktıkça yıkımın izlerini de görmeye başladım. Her taraf bombaların şiddetiyle düşen tozlarla beyaza bürünmüştü. Şeref Holü’ne geldiğimizde gördüğümüz yıkım ise bombaların yarattığı dehşetin izlerini taşıyordu. İktidar ve muhalefet giriş kapılarının tüm camları kırılmış yerlere dağılmış, camları tutan metal çerçeveler eğilip bükülmüş, koltuklar birbirine girmiş, üstleri tavanlardan düşen parçalarla beyaza bürünmüştü. Ve bombanın düştüğü kolonun ne kadar büyük bir tehlike atlattığımızı gösteren görüntüsü şaşkınlığımızı bir kat daha artırıyordu.
Hemen ilk görüntüleri ve fotoğrafları çekip haber merkezine gönderdim. Hava hareketliliği durmuş ama silah sesleri devam ediyordu. Meclis Şeref Holü’nün karşısındaki giriş kapısına yöneldim. Cam kırıklarının üzerinde yürüyerek, Meclisin altın sarısı, görkemli ama bombaların etkisiyle eğilip bükülmüş kapısından başımı uzatıp Genelkurmay Başkanlığı’na baktım. Tam o sırada bir polis, elinde silahıyla gelerek beni geri çekti. Genelkurmay’da çatışma devam ediyor, çıkmayın’ diye uyardı. Hâlâ bitmemişti ama gün ışığı korku ve endişeyi azaltmıştı. Hemen yayın yapmak için hazırlık yapmaya başladık. Sığınakta bulunduğum süre içinde neredeyse her saat başı telefonla yayına bağlanmış, gün ışığıyla birlikte Meclis’ten ilk canlı bağlantıyı da yapmak için hazırlanmaya başlamıştık.
Her şey hazırdı ama seste problem olunca telefon bağlantısına döndük. Bu sırada hava hareketliliği yeniden başladı. Peki, bu uçak kim tarafından kullanılıyordu? Meclisi bombalayan uçaklardan biri mi, yoksa onu yapanı püskürtenlerin kaldırdığı bir uçak mı? Her şey çok sıcakken cevap da tatmin edici olamazdı. Öyle olunca burası güvenli değil diyerek duvar dibine, bir kolonun altına geçerek gün ışığının ilk telefon bağlantısını da böyle yaptım.
Meclis’ten çıkıp çıkmama konusunda kararsızdım. Bu sırada AK Parti Sözcüsü Yasin Aktay’la karşılaştım ve son durumu sordum, ‘Genelkurmay dışında sorun kalmadı her yere hâkimiz’ dedi. Cevap dışarı çıkılabileceği, bir bomba tehlikesi yaşanmadığı anlamına geliyordu ama kameraman arkadaşımla birlikte yine de dikkatli bir şekilde çıkışa yöneldik. AK Parti kulisinden otoparka oradan Çankaya kapısına…
Yolda, ‘dışarısı güvenli mi, çıkalım mı’ sorusunu yönelttiğimiz hiçbir görevliden olumlu yanıt alamadık. Verdikleri en olumlu yanıt, ‘karar sizin’ oldu. Kararı verdik ve çıktık. Gece boyunca onlarca insanın tankların önünü kestiği, üstüne çıktığı, yol boyunca tanklarca ezilmiş araçların olduğu Atatürk Bulvarı gecenin dehşetini yansıtıyordu ama sessizdi. Tankların geçişini görüntülediğimiz, önünde dakikalarca yayın yaptığımız yola, ezilmiş araçlara, tankların tarumar ettiği refüjdeki ağaçlara bir kez daha baktım. Bir süre sonra gelen taksi ile büroya geçtim. Hayatımın en dehşet verici gecesini, 15 Temmuz darbe gecesini geçirdiğim Meclis’ten sabah 08.08’de ayrılmış oldum.
28 Şubat’ta Sincan sokaklarında tankların geçiş yaptığı günlerde öğrenciydim. Postmodern darbe olarak nitelendirilen süreci üniversitede izledim. Başörtüsünü tuvalette açan sınıf arkadaşlarımı gördüm, okulu bırakmalarına şahitlik ettim. Bir gece yarısı TSK sitesinden 27 Nisan Bildirisi yayımlandığında Sabah gazetesinde muhabirdim. Ertesi gün izinli olduğum halde işe gitmiş, gün boyu bildiride anılan bir yazının peşine düşmüştüm. Sonrasında da o bildirinin siyasi sonuçlarını izledim. İkisi de askerin siyasete müdahalesiydi ama hiçbirinde silahlar konuşmadı. Özellikle 27 Nisan siyasetin geri çekildiği değil, tersine karşısında net duruş gösterilerek prestij kazandığı süreçlerdi.
Bunlardan ders çıkarmayanlar geçmişin alışkanlıklarıyla silahla söz söylemeye, demokrasi ve özgürlük adı altında bu değerleri çiğnemeye, yok etmeye yeltendi. Adına hareket ettiğini ileri sürdüğü vatandaşa silah sıktı, helikopterle taradı. Ve demokrasinin simgesi, çoğulculuğun temsil yeri Meclis’i bombaladı. Biz 80 kuşağı da silahların konuştuğu tankların sokaklara çıktığı, F16’larla bombaların atıldığı bir darbe girişimine tanıklık ettik.
Hayati tehlike altında bu tanıklığı yaşarken, sabaha kadar onlarca canlı bağlantıyla gelişmeleri aktarırken bir süre sonra çalıştığım kanal İMC TV’nin bir OHAL kararnamesine dayanılarak kapatılması da yaşanan darbe girişimi kadar üzücü oldu.
BİR YIL SONRA 15 TEMMUZ'DA...
Bu yazıyı Parlamento Muhabirleri Derneği’nin çıkarmayı planladığı bir kitapta kullanılması için kaleme aldım. O kitap basılamadı. Belki önümüzdeki günlerde e-kitap olarak yayınlanacak. Ama bu yazıyı ilk kez burada yayınlarken bazı ekler yapmak kaçınılmaz. 15 Temmuz gecesi Meclis’te bulunan 4 siyasi parti başta olmak üzere, tüm siyasi partiler ve sivil toplum bu darbe girişiminin karşısında durdu. Neredeyse tüm basın yayın kuruluşları da o gece önemli bir sınav verdi, yapılan yayınlara bakıldığında basının bağımsızlığı ve özgürlüğünün önemi bir kez daha ortaya çıktı. Sonrasında yaşanan tablo ise tüm bu süreci tersyüz etti. Darbe gecesi adına çalıştığım televizyon kanalı İMC TV’nin aralarında bulunduğu onlarca radyo-televizyon ve gazete kapatıldı. Gazeteciler gözaltına alındı, tutuklandı. Cumhuriyet ve Sözcü gazetesine yapılan operasyonlar daha sıcaklığını koruyor. Darbe girişiminin ardından Türkiye’nin önünde önemli bir olanak vardı. O da demokrasiyi hedef alan bu saldırıdan demokrasiyi daha da güçlendirerek çıkmaktı. Ama tercih edilen bu olmadı. Sonuç olarak daha demokratik bir Türkiye ve özgür basın için haber yapmaya devam edeceğiz...