DEPO İstanbul'da konaklayan ve 14 Temmuz'a dek sürecek olan 'Paylaşılan Kutsal Mekânlar' sergisi, üç semavî dinin çeşitli kültür ve coğrafyalardaki geçmiş ve güncel yansımalarını buluşturuyor. Güncel sanat, tarih ve sosyoloji ile antropolojiyi kucaklaştıran ve daha önce Tunus, Paris, Marakeş ve New York'ta türlü biçimleriyle izlenen sergi, çeşitli disiplinlerden 30'un üzerinde ismi bir araya getiriyor.
Malum, herkesin gündemi 'bayram'. Kimilerinin tatil, kimilerinin manevî ziyaret vesilesinden kilometreleri saydığı dokuz günlük Şeker/Ramazan Bayramı vesilesiyle, ben de medeniyete dair inanç, kültür ve sanat zenginliğini İstanbul Tophane'deki DEPO İstanbul'da buluşturan bir sergiden söz etmek isterim. Gazete Duvar forum yazarı Hülya Kurt'un, güncel sanatçı Hale Tenger'in 24 Nisan 2015 tarihli yapıtı 'Dilek Ağacı'na atıfla yazdığı 'Dilek Ağacı'nda Bir Kurdele' isimli metninde de söz ettiği 'Paylaşılan Kutsal Mekânlar' sergisinden.
Bugün (2 Haziran Pazar) saat 19:00'a dek görülebilecek ve bayramdan sonra ise kapılarını yeniden açacak sergi, kapanacağı 14 Temmuz'dan sonra ise Ankara'nın yolunu tutacak. Sergi esasen, kendini çok, çok (ama çok) uzun süredir içtenlikle, aşkınlıkla biriktiriyor. Sergiye yapıtlarıyla, Saima Altunkaya, Hüsniye Ateş, Benji Boyadgian, Hera Büyüktaşçıyan, Manuel Çıtak, Ekrem Ekşi, Thierry Fournier, Giampaolo Galenda, Emrah Gökdemir, Nele Gülck & Nikolai Antoniadis, Engin Irız, Noha Ibrahim Jabbour, Robert Jankuloski, İzzet Keribar, Cynthia Madansky, Marco Maione, Jean-Luc Manaud, Diana Markosian, Cécile Massie, Andrea Merli, Ayşe Özalp, Manoël Pénicaud, Nira Pereg, Guy Raivitz, Sarkis, Gildas Sergé, Cemal Taş, Hale Tenger, Francesco Tuccio ve Gençer Yurttaş katılıyorlar.
Kültürel bir imecenin meyvesi sayılabilecek etkinliğe Yorgo Benlisoy, Tanıl Bora, Ceren Erdem, Fulya Erdemci, Goethe Institut İstanbul birimi, IDEMEC - CNRS Marseilles Üniversitesi, İKSV, Stergios Karavatos, Hagop Emir Kazanciyan, Declan Kiely, Silvina Der-Meguerditchian, MUCEM, Çağla Parlak, Faruk Pekin, Nilüfer Saltık, Anna Vakali, Dorothee Vakalis ve Laki Vingas gibi kişi ve kurumların da katkıları olmuş.
'İnanç' mefhumunu, özne ve nesneleriyle bitiştirerek, kendiliğinden, çok kültürlü, çok sesli, laik bir farkındalık iklimi üretiyor, 'Paylaşılan Kutsal Mekânlar' sergisi. DEPO'nun zemin, birinci ve ikinci katına yayılan sergi, Calouste Gulbenkian Vakfı ile Türkiye Fransız Kültür Merkezi'nin desteğiyle gerçekleştiriliyor.
Girişim esasen, dünya turnesine de çıkarılmış. Bu meyanda sergi, DEPO'dan sunulan zarif basımlı, arşivsel rehberden de öğreniyoruz ki, her bir tekrarında, yeniden yazılması ile kendi içinde de bir nevî 'hac yolculuğu'na çıkarılıyor. Genel tema aynı kalmakla birlikte, biçim, içerik ve bağlam, her yeni şehirde değişiyor. Serginin farklı versiyonları, Marsilya Avrupa ve Akdeniz Medeniyetleri Müzesi - MUCEM (201), Tunus Bardo Müzesi (2016), Paris (2017), Selanik (2017), Marakeş (2018) ve New York'ta düzenlenmiş bile. Ama sergi galiba, bünyesinde taşıdığı onca kilise, sinagog, cemevi ve cami ile İstanbul'a çok daha yakışmakta. Dionigi Albera ve Manoël Pénicaud'nun küratörlüğünü üstlendikleri sergi, temelini Yahudi, Hıristiyan ve Müslüman kültürlerinin kullandığı kutsal mekânlardan alırken, zemin katı, Kudüs ve İstanbul'a ayrılıyor.
Sarkis'in Cappadox'ta 2018'de tarihi bir yeraltı kilisesi ekseninde yer verdiği 'Mavi Kalp'iyle zemin katında zenginleşen DEPO'daki sergiye, önemli arşiv ve koleksiyonların da katkısı bulunuyor. Bunları anmak gerekirse, C-Album, Dirimart, Gamma-Rapho, Gemäldegalerie, Getty Research Institute, Houshamadyan, IDEMEC-CNRS, Aix-Marseille Université, İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi, Library of Congress , Musée des civilisations de l’Europe et de la Méditerranée (Mucem), The National Gallery, The New York Public Library, SATIS ve Aix-Marseille Université olarak kayıtlara geçiyor.
Serginin bu bölümünde özellikle, New York Halk Kütüphanesi'nden (NYPL) izinle teşhir edilen Edhard Reuwich imzalı, Bernhard von Breydenbach'ın 'Kutsal Topraklar'a Hac' eserinden Kudüs manzarası, bu küresel manevî 'başkent'in dünü, bugünü ve yarınını mukayese için bire bir. Yine aynı bölüme teğellenen Cynthia Madansky imzalı 47 dakikalık 'Haram' videosu ise, Kudüs'te bugün neyin kamusal, neyin uhrevî ve neyin ulusal olduğunu bize tekrar hüzünle düşündüren, kısa, çarpıcı bir eser.
Yine, serginin İstanbul bölümünde izlenen İzzet Keribar ve Manuel Çıtak (Ayasofya ve Eyüp Sultan izlenimleri) karelerine, son dönemlerde kimliği ve geleceği üzerine çok yoğun bir iktidar ve aidiyet spekülasyonunun yapıldığı 'İstanbul'un, şu takdirlik tarifi eklemleniyor: "Bizantion, Konstantinopolis ve İstanbul: Binlerce yıllık tarihi boyunca, birçok isimle anılsa da, çoğu zaman gerçek anlamıyla polis, yani mükemmel 'şehir' addedilmiş; dünyanın en kalabalık ve önemli kentsel merkezlerinden biri olmuştur. Bizans ve Osmanlı dönemlerindeki siyasî ve ekonomik merkezliğinin dinî açıdan da yansımaları vardır. Kutsal yapıların çokluğu, dinler ve medeniyetler arasında üst üste geçiş ve karşılıklı etkileşim biçimlerini de içeren son derece zengin bir dinsel topografya yarattı. Dahası, nüfusun dinsel açıdan çok renkli görüntüsü, dini cemaat sınırlarının aşılmasını ve ortak ibadet biçimlerini teşvik etti."
Serginin birinci katı olan 'Kabir'de ise, sırasıyla, Atalar Mağarası, Rahel'in Kabri, Antakya'daki Habib-i Neccar türbeleri ile Kapadokya'daki Aziz Mamas Türbesi buluşturulmuş. Güncel sanatı sosyal bilimler ile nezaketle harmanlayan etkinlik, bu bölümündeki Nina Pereg imzalı 'İbrahim İbrahim, Sare Sare' isimli iş ile de hatırda kalıyor. Batı Şeria'da vuku bulan, iki kutsal inancın insanlarının, yaşanan siyasal ve dinsel tansiyonun mağdurları olarak kendilerince buldukları bir paylaşım çözümünü belgelediği bir nadir anın, iki kanallı video yerleştirme ile yansıtıldığı 2012 tarihli bu yapıt ile ilgili açıklama şöyle:
"İbrahim'e, üç tek tanrılı inancın atası olarak hürmet edilir. İncil'e göre İbrahim, uzun süre El-Halil yakınındaki Mamre'de meşe ağaçları arasında yaşamıştır. Kur'an'da ve Yaratılış Kitabı'nda melekler olarak betimlenen üç yabancıya, burada misafirperverlik göstermiştir. İbrahim, Sare ve soylarından gelenlerin mezarlarının buraya yakın konumdaki Atalar Mağarası'nda olduğu düşünülmektedir. Günümüzde bu kutsal mekân, El Halil şehrinin kalbinde yer alıyor ve içi fiziksel olarak ikiye bölünmüş vaziyette; bir kısmı Müslümanlara ayrılmış, diğer kısmı Yahudilere."
Bu bölünmüşlük hali, yapıtlarını yakın zaman önce Öktem & Aykut sanat galerisinde de izlediğimiz ve bir çalışması İstanbul Modern Sanat Müzesi koleksiyonuna alınan Benji Boyadgian'ın, Kudüs bölgesindeki tarihi Rahel'in Kabri'ne göndermede bulunan 2015 tarihli 'İHA'ların Fantazmagorisi' isimli deseniyle de pekişiyor. Bu 'distopik' ama bir bakıma da hakiki çalışmanın referans metni ise; şöyle:
"Rahel'in anısına adanmış mabet, Kudüs yolu üzerinde, Beytüllahim'in girişinde bulunuyor . Bu kutsal yer, Orta Çağ'dan bu yana üç dinin mensupları tarafından ziyaret edilegelmiştir. Yakın geçmişte, bu durum değişti. Burada yaşanan şiddetli çatışmalardan sonra, Rahel'in kabri İsrail hükümeti tarafından inşa edilen bir duvarla, Beytüllahim şehrinden ayrıldı. Şu anda mabede girişler bir kontrol noktasıyla denetlenmekte ve yalnızca, Yahudilerin ziyaretine açık."
Serginin birinci katında yer alan 'Dağ' isimli bölümde ise, tarihsel - dinsel mekân karelerine, ilginç bir saptama da refakat etmekte. Burada, Büyükada'daki Aya Yorgi Manastırı'na çıkarken ip bırakan hacıları da 2016'da kayıt altına almış Cécile Massie'in, Suriye'deki Mar Musa el Habeşi Manastırı'ndaki Paskalya ayininden izlenimlerine rastlıyoruz. Sergi, 2018 tarihli bu bölümünü bize şöyle anlatıyor:
"Suriye'deki iç savaşa rağmen, Mar Musa Manastırı tahrip olmadı ve burada halen Katolik Suriyeli papazlar ve rahibeler yaşıyor. Bazı Müslümanlar mekânı hâlâ ziyaret etmekte. 2018 Paskalyasında bir Müslüman, kıbleye dönük namaz kılarken, cemaatin rahibeleri İsa'nın bedeni etrafında dua ediyor."
Benzer uhrevî gereksinim, çözülme, çatışma ve ortaklıklar, sergide Manoël Pénicaud'nun 2014'te Tunus'ta kadrajına aldığı, Cerbe Adası'ndaki Griba Sinagogu'nda yan yana dua eden Yahudi ve Müslüman kadın imgeleri ile, aynı imzanın Kudüs ile Beytüllahim arasındaki Ayrım Duvarı üzerinde saptadığı 'Duvarları Yıkan Meryem Ana İkonası'nda da karşımıza çıkıyor. Aynı objektifin bir diğer çok kültürlü, ikonik eseri ise, 2016 Yunanistan'ında, Turbalı Sultan Baba Tekkesi'nde görüntülediği bir anne ve çocuğuna ait. Sanatçı, serginin 'Mağara' isimli bölümünde de, 2010 yılında Efes'teki 'Yedi Uyurlar Mağarası'nı arşivlemiş. Bu arada sergide, Yedi Uyurlar'a ait türlü dinsel motif ve belgelerin de teşhir edildiğini not edelim.
Birinci ve ikinci katlarındaki 'Meryem Ana'nın Mekânları', 'Geçitler' (Bektaşî Mekânları, Dersim, Samandağ'da Hızır ve Musa) 'Ada' (Büyükada'da Aya Yorgi, Girit'in Son Hahamı, Cerbe'de El Griba, Lampedusa) ve 'İnançlar Arasında Köprü Kuranlar' ile 'Paylaşılan Arzular' gibi, çok boyutlu okuma ve izlenimlere gebe bu ibretlik, belgesel serginin bana göre en ilginç çalışmalarından bir diğerini ise, gazeteci Nikolai Antoniadis ile, sanatçı Nele Glück üstleniyor. 'İyi Dağ' isimli bu yapıt, mistik mekânların güncel sanatın refakatiyle belgeselleştirilmesine ılık bir delil niteliğinde. Yapıt, kendini izleyiciye şöyle takdim ediyor:
"Doğayı kişileştirmeye yönelik kadim dürtü, Arnavutluk-Yunanistan sınırına yakın ücra dağlık bölgenin yerlileri tarafından paylaşılan hikâyelerde kendini gösterir. Orada, “İyi Dağ” diye anılan bölgedeki ormanın derinliklerinde, Müslümanlar ve Hıristiyanlar birlikte “vakëf” isimli küçük bir kutsal ev inşa etmişlerdir. Ev, her türden dinî eşya ile doludur ve hangi öğreti ya da inanca bağlı olduğuna bakılmaksızın herkese açıktır."
DEPO'daki, bence sezona damgasını vuracak derinlik ve profesyonellikteki bu serginin bir diğer ilgi çeken detayı ise, kendisini Dünyadaki kimi kutsal mekânlarda kültürel ve turistik alışverişe tabi kılınan 'kutsal' zerre veya kalıntılarla gösteriyor. Bunlar arasında Beytüllahim gibi kutsal topraklardan getirilen kutsal toprak ve sular, Nazareth ve Efes'ten kutsal su şişeleri, Milk Grotto Kilisesi'nden alınan 'kutsal emanet' toz ve bunlara dair İngilizce-Arapça dozaj bilgileri de geliyor.
Serginin bir diğer bölümünde ise, 2017 İtalya'sından sanatçı, heykeltıraş Francesco Tuccio'nun, Lampedusa adasında göçmenleri taşırken kaza yapan ahşap gemi parçalarından ürettiği haçlar yer almakta. Bu işler, sergiden öğreniyoruz ki, sanatçıya bakılırsa kardeşlik ve dayanışma ifadeleri olarak acıyı ve yeniden doğuşu simgeliyor. Yine bir not olarak sergiden buraya almak gerekirse, "Lampedusa adası, Akdeniz'deki en eski kesişim noktalarından biri. Denizyolu rotaları üzerinde konumlandığı için, bir konaklama ve sığınak işlevi görüyor. Ada, 16'ncı yüzyıldan beri hem Meryem'e, hem de Müslüman bir evliyaya adanmış küçük bir mabede de ev sahipliği yapıyor. Her iki dinin denizcileri, deniz kazası geçirenlere yardımcı olmak için, buraya yardım ve yiyecek de bırakmış. Ama bugün, adanın sakinleri bu paylaşım ve kurtarma geleneğini Avrupa'ya ulaşmaya çalışan göçmenlere yardım ederek yâd etmeye çalışıyor."
Sözün bu noktasında serginin bir diğer parçasından daha söz etmeme izin verin: Sanatçı Thierry Fournier, 'Ecotone' isimli video düzenlemesiyle, her biri çeşitli dilek ve arzuları dile getiren, sentezlenmiş sesler tarafından okunan, canlı akıştaki tweetlerden bir 'algı peyzajı' ile sizleri bekliyor.
Kısacası, bu sergi vesilesiyle eğer 'inanç ve aidiyet' konuları ilginizi çekiyorsa, bu kozmopolit teşhir fırsatı ile, akışta kalmanız, can ve an meselesi. Sergi Ankara'ya gitmeden, uğrayın derim.
Kurucusu olduğu Anadolu Kültür ile DEPO üzerinden, Osman Kavala'nın 1 Kasım 2017'den bu yana 579 gündür tutuklu bulunduğunu da anımsatmak istediğim bu yazımı bitirirken, tamam, bayram şekerinizin tadını kaçırmak istemiyorum; ama önemli bir not daha düşelim:
Eğer, Lampedusa adası üzerinden konuşacaksak, güncel sanat ve sığınmacılık hakkında bugüne dek, Ai Weiwei (Human Flow Belgeseli, 2017), Michael Haneke (Happy End filmi, 2017) ve Christoph Büchel (Bizim Tekne, Arsenale, 2019 Venedik Bienali) gibi bir çok imza da kendini - tüm tartışmasıyla - ortaya koymuş durumda.
Hatta bu yönüyle, şu sıralarda Venedik'te bienale paralel olarak, bizzat BM Mülteci Örgütü (UNHCR) imzasıyla açılan ve 24 Kasım'a dek Palazzo Querini'de izlenecek, aralarında Christian Boltanski, Ai Weiwei ve Richard Mosse ile Nalini Malani ve Abu Bakarr Mansaray'ın da yer aldıkları, 'Rothko Lampedusa'da' isimli çok kültürlü ve değerli bir sergi de (https://www.veniceartfactory.org/rothko-in-lampedusa-unhcr) bulunuyor. Serginin küratörlüğünü Francesca Giublei ile Luca Berta üstleniyor.
İnsanlıkta koşulsuzca uzlaşan, dilediği ruhanî, bireysel tercihi yaşama özgürlüğünü pazarlıksız ve kavgasızca, göz yaşı ve kan dökmeksizin sahiplenen herkese, şeker gibi tatlı günler dileğiyle.