Medya Politik... Balı ayı yedi ama kafayı medya mı buldu?
Çavuşoğlu’nun, Suriye politikası açısından kırılma anlamına gelebilecek demeci iktidarı destekleyen gazetelerde birinci sayfaya giremedi. ‘Bal yiyerek kafayı bulan ayı’ kadar bile önemsemediler...
Suriye’de 2011 yılının şubat ayında bazı kentlerdeki gösterilerle başlayan ve kısa sürede kanlı ve dehşet verici bir iç savaşa dönen süreç 11 yılı geride bıraktı. Bu korkunç savaştan geriye, şehirleri ve altyapısı yıkılmış, parçalanmış, nüfusunun neredeyse yarısı göç etmiş bir Suriye kaldı.
Türkiye, 2011 yılından itibaren Suriye krizinin tam ortasında yer aldı. Özellikle bu ülkedeki iç savaşa katılan cihatçı grupların Türkiye sınırından geçtiği ortaya çıktı. Zaten zamanla Türkiye-Suriye sınırının pek bir anlamı da kalmadı. Türkiye bir ‘vekil güç’ olarak Suriye yönetiminin karşısındaydı ve neredeyse bütün planlar Esad yönetiminin kısa süre içerisinde devrileceği üzerine yapılmıştı. 2011 sonbaharında küçük kafilelerle başlayıp kısa sürede kitlesel akınlara dönüşen göçmen kabulü de büyük oranda bu yanlış varsayım üzerine yapılmıştı. Ama Suriye yönetimi yıkılmadığı gibi Rusya ve İran’ın da desteğiyle ülkenin geniş bir bölümünde savaşı lehine çevirdi, kontrolü sağladı.
Türkiye, savaşın gidişatı bu yöne evrildikten sonra iki temel nedenle vekâleti bir yana bırakıp bizzat sahaya da indi. Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı gibi askeri operasyonlarla önemli bir Türk askeri varlığı Suriye’ye girdi. Bu kentlerde “Özgür Suriye Ordusu” olarak adlandırılan, ancak esasen pek çoğu birbiriyle de husumetli hale gelmiş bulunan silahlı gruplar da kendi ‘asayiş’ alanlarını oluşturdular. Bunların arasında uluslararası aktörlerin ve fakat daha önemlisi ‘saha’daki en büyük güç olan Rusya’nın terörist kabul ettiği örgütler vardı.
Velhasıl, çok değişkenli, çok zorlu bir tablo, bir mayın tarlasıydı Suriye’nin kuzeyi. Ve bu ‘tarla’ 11 yıllık maceranın Türkiye’yi sıkıştırdığı bir alan oldu.
Nihayet bunun üstüne, artık Türkiye’nin taşıyamayacağı bir yüke dönüşmüş olan kitlesel göçün içeride yarattığı huzursuzluklar ve bu soruna ilişkin söylemin edindiği güç eklendi. Ensar-muhacir söylemiyle başlayan göç hikâyesi bu basıncın da etkisiyle “geri gönderme” yarışına döndü. Büyük ekonomik zorluklar eşliğinde girilen seçim koridorunda bu ‘geri gönderme’ işi iktidar açısından somut adım atılması gereken bir sorun alanıydı artık. Briket evler, gönüllü geri dönüş, tampon bölge… Hem PYD-YPG’ye karşı hamleler hem de bu ‘geri gönderme’ konusu için aşılması gereken büyük engel ise Rusya’ydı. Rusya’nın bu konulardaki temel talebi ise baştan beri aynı kaldı: Suriye yönetimiyle, bizimkilerin deyişiyle ‘rejim ile’ temas…
Erdoğan son olarak Soçi’de görüştüğü Putin’den, bölgeye yönelik yeni operasyonlar için vize istedi ve belli ki aynı duvar çekildi önüne: “Bunları Suriye yönetimi ile konuşun”. Oysa Suriye yönetimi Türkiye için “Katil Esed” kalıbına sıkışmış bir anlam ifade ediyor uzun süredir. Özellikle iktidara yakın medya kuruluşlarının ezici çoğunluğu çok uzun yıllardır bu söylemi tekerlemeye çevirdi. Suriye konusunda daha gerçekçi davranmak ve Esad yönetimiyle görüşmek gerektiğini söyleyen muhalefet ya da basın mensupları ihanetle suçlandı. Manşetler, köşe yazıları, haber bültenleri, sosyal medya mesajları… İktidarı destekleyen medya kuruluşları tavizsiz bir kararlılıkla sürdürdüler bu tutumu.
Fakat bu sıkışmışlık içinde önceki gün Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, aslında bir süredir beklenen ‘yeni’ bir yönelime işaret edecek şekilde dikkat çeken bir açıklama yaptı. Erdoğan, Soçi dönüşü uçakta gazetecilere, “Putin bu konularda rejim ile konuşmamızı ima ediyor” demişti, ama siyasal okur-yazarlığı olan hemen herkes bunun ‘ima’dan ibaret bir telkin olmadığını anlamıştı. Erdoğan’ın dili bu kadarını söylemeye varmıştı. Yükün daha büyüğünü Bakan Çavuşoğlu sırtladı ve daha açık konuştu:
“[Bizim] Muhalefetle Suriye rejimini bizim bir şekilde anlaştırmamız lazım. Artık 11 yılı geçti. Çok insan öldü, çok insan ülkesini terk etti. Bu insanlar ülkesine dönmeli. Bunun için kalıcı barış olması lazım. Ateşkes olmadan yeniden inşa konusunda kimse yardım etmek istemiyor. Bu konuda çalışmalarımızı yoğunlaştıracağız.”
Türkiye 11 yıldır sürdürdüğü politikasındaki zorunlu değişimi, ilk kez bu denli üst düzeyden açık ediyordu. Hatta Çavuşoğlu Suriyeli mevkidaşıyla Belgrad’da “ayaküstü sohbet ettiğini” bile söyledi!
Normal koşullarda bu, o ülkenin gazetelerinde manşet olacak, en azından gazetelerin birinci sayfasında geniş görülecek, analiz edilecek bir gelişmedir. Bakanın bu sözlerini gazetenin birinci sayfasına koymayan bir yazı işleri ekibinin “mesleki jübile” yaptığı falan söylenebilir, normal koşullarda. Ama malum, bizde işler pek normal değil.
Haber perşembe günü hızla yayılıp, daha o geceden Azez, El Bab, Cerablus gibi Türkiye’nin asker bulundurduğu Suriye kentlerinde “rejimle anlaştırılmak istenen” çok sayıda ‘Suriyeli muhalif’in sokaklara dökülmesine, hatta bazı kentlerde Türkiye bayraklarının yakılmasına rağmen Türk basınında görülen tablo da bu anormalliği teyit etti. İktidarı destekleyen gazeteler, söz birliği etmişçesine, daha doğru ifade etmek gerekirse “uyku birliği” etmişçesine bu haberi birinci sayfalarına taşımadılar.
Dün, Suriye’deki Türkiye askeri üsleri çevresinde Cuma namazından çıkan gruplar gürültülü gösteriler yaparken, Türkiyeli gazete okurlarının bir bölümü bu haberin önemini idrak edemediler!
İktidarı destekleyen gazetelerden, ‘İslami hassasiyetleri’ ile bilinen Yeni Şafak, Akit, Türkiye, Diriliş Postası, Milat, Doğruhaber …
Daha bulvar gazetesi formundaki Akşam ve Takvim…
‘Ana gazete’ Sabah…
Cumhur ittifakının küçük ortağı MHP’nin gazetesi Türkgün…
Bunların hiçbiri Dışişleri Bakanı’nın sözlerini birinci sayfalarına koymadılar!
Demirören Grup aracılığıyla ekibe katılan Hürriyet ve Milliyet de öyle… Hatta her ikisi de, Türk Büyükelçi Serdar Kılıç ve Ermenistan Meclis Başkan Yardımcısı Ruben Rubinyan’ın 500 civarında telefon görüşmesi yaparak iki ülke arasında bir normalleşme süreci ördüklerine dair bir ‘dış haber’i manşet yapacak kadar yerel gündemden uzaklaşmıştı. Ama Suriye konusundaki bu çarpıcı gelişmeyi içeriye sıkıştırdılar.
Hatta İngilizce yayın yapan Daily Sabah ve Hürriyet Daily News gazeteleri bile Dışişleri Bakanı’nın sözlerini ilk sayfalarına koymadılar.
Bu gazetelerin hemen hepsinde, mesela Düzce’de ‘Delibal’ yiyerek kendinden geçen ayının haberi konmuştu birinci sayfalara. Ama Türkiye’nin, ortasından kanlı bir savaş, milyonlarca göçmen, yeni pek çok gelişme ihtimali geçen bir konudaki tutum değişikliği işaretini bu kadar önemsemediler!
Eğer balı ayı yedi ama kafayı bizim medya bulmadıysa, bu tablo, Suriye konusunda iktidarın elinin ne kadar darda olduğunu gösteren başlı başına bir işaret olsa gerek. Yoksa Dışişleri Bakanı’nın ‘tarihi’ denebilecek bir demecini görmezden gelmek de nedir yahu? “Seçime kadar 2,5 milyon Suriyeliyi ülkesine göndermek” hayali için fazla zayıf ve titrek bir medya desteği değil mi bu? Ne diyelim, işleri zor.