Medya Politik... Soylu’nun sekiz günü: Yalnız mı, kurt mu?
İçişleri Bakanı Soylu ile bağlı olduğu iktidarın medyası arasındaki lodoslu ilişkiden alınacak hisseler olmalı. Basın için hisse demek soru demektir bir bakıma. O halde beş soru çıkaralım…
Geçen hafta oldukça hareketli bir hafta oldu. Öyle ki bir önceki haftanın pazar gününü de alarak 8 gün sürdü adeta. 18 Eylül Pazar günü, Sedat Peker’in yakın ekibinden olduğu öne sürülen Emre Olur Türkiye’ye getirildi ve tüm haftaya katman katman yayılacak, çok yönlü işaretler, sonuçlar ortaya çıkmaya başladı. Medya Politik köşesini ilgilendiren yanlarına bakarak bu ‘uzun hafta’yı değerlendirelim. Zira pergelin ucunu ‘medya’ya koyunca, trol faaliyetlerinden Süleyman Soylu’ya, AKP ve/ya Cumhur İttifakı içindeki sürtünme alanlarından yargı ve güvenlik bürokrasisindeki bazı durumlara dek, bir dizi iştah açıcı konuyu içeren bir daire çizilebiliyor. Adeta bir Tebeşir Dairesi!
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, Emre Olur’un getirildiği gün, “Emniyet Teşkilatımızı, sıkı takiple bir soysuzu daha ülkemize getirdiği için tebrik ederim” diye mesaj atmıştı Twitter’a… 2022 Türkiye’si, hatta sayın bakan için bile fazla öfkeli, teamül-fersa bir üslup. Belki de Mayıs 2021’den beri, neredeyse 17 aydır süren bir gerilimin boşalma anı bu. Evet, Soylu, kendine bağlı polisin, hakkını arayan öğretmenleri darp ederek gözaltına almak nedeniyle eleştirildiği gün, protestocu bir öğretmeni, başka bir zamanda bir parti mitinginde çekilmiş ve hiçbir suç unsuru içermeyen fotoğrafıyla ‘terörist’ ilan etmeye kadar vardırdı işi. Orada ‘fersa’ edilmeyen ne teamül ne etik kaldı. Ama bu olayda ‘şahsilik’ riskinin yüksekliğine rağmen kontrol kaçmış gibiydi.
Nitekim Peker’in geçen yıl mayıs ayında başladığı ve türlü araçlarla süren neşriyatında en çok hedef alınan ve en çok yıpranan kişiydi Soylu. Peker’in genç ‘basın danışmanı’na hakaret etmesi, belki de bu yüzden sinir bozukluğu, birikmiş öfke olarak yorumlandı en çok.
Söylendi, ama burada da yinelemekte yarar var: Peker neşriyatı yalnızca Cumhurbaşkanı Erdoğan ve yakın çevresine değdiğinde, işte ‘fav yasağı’, ‘dijital tecrit’ vs. gibi zamane yaptırımlarına uğradı. Hani biraz abartarak söylesek garip kaçmayacak: Adeta Soylu’ya atış serbest idi… Ona yakın gazeteciler ve medya kuruluşları da hırpalandı. Yürümek isteyenler mayınlandı. Özışık kardeşler, TGRT habitatı, Habertürk üniteleri…
Uzun haftanın birinci hissesi, her ne kadar kendi bekası için olmasa da, bir başka beka için atılan adımlarla olsa da, Soylu’yu da bir nebze olsun rahatlatacak bu operasyonun Bakan nezdinde yarattığı coşku oldu.
Ama tabii bu ‘beka’ meselesinin dikkat çekmemesi kaçınılmazdı. Soylu hakkında çok ağır iddialar ve sözler söylenirken çalışmayan kanallar çalıştırılmış ve Peker’in bir adamı ‘alınmıştı’. İlk rüzgâr geçince bunun anlamına dair sorular ortaya çıkmaya başladı. Üstelik şöyle bir risk de ‘ilgili kişiler’in aklına gelmiş olmalı: Emre Olur, yalnızca Sedat Peker ifşaatına karşı değil, Süleyman Soylu’ya karşı da elverişli bir pozisyonu neden sağlamasın?
Daha açık sormalı: AKP bileşenlerinin bir bölümü ile Soylu arasında yaşandığı bilinen gerilimin dengesi, Olur dosyası üzerinden çıkacak bir ‘koz’ ile bozulmaz mı? Üstelik Emre Olur getirilmeden iki gün önce Ümit Özdağ, Soylu’ya “Yeni bir parti kurmak için Ankara ve İstanbul'da iki büro çerçevesinde çalışmalarını sürdürüyorsun. ABD ile ilişkiye geçmeye çalışıyorsun” dediği bir video yayınlamışken…
Karşılık çabuk –hatta belki de biraz ‘acele’– geldi. Özışık kardeşlerden jübilesini yapmayanı, 20 Eylül günü kendi YouTube kanalındaki yayında özetle şunları söyledi:
“Süleyman Soylu'nun parti kurmak gibi bir niyeti yok. Erdoğan yaşadığı sürece onun karşısına çıkıp siyaset yapacağını kim söylüyorsa yalan söylüyor... 2023’te Erdoğan yeniden seçilirse Soylu siyasetten çekilecek, AK Parti'ye veda edecek...”
Özışık, Soylu ile bilinen yakınlığına göndermeyle, “Bu bir duyum değil, bu kesin bilgi” de diyordu. Hatta “Erdoğan yeni bir görev tevdi etse dahi”, Soylu “teşekkür edip kenara çekilecekti...”
Eh, bu kadar ‘yakınından’ yapılan bir açıklama, İçişleri Bakanı’nın siyaseti bırakma kararını açıklıyorken geniş yankı uyandırmalıydı elbet. Uyandırdı da. Ama yalnızca ‘karşı sokak’ta… İktidar medyası ya topa hiç girmedi, ya da Akit gibi kontra-atak yaptı: “Sedat Peker'in patlattığı Hadi Özışık'tan Süleyman Soylu fitnesi!”
Yetmemişti... 20 Eylül’deki bu ‘karşılığa’ rağmen, iktidar medyası uzaklara bakarak ıslık çalıyor; muhalif basında çıkan ‘Soylu gitti gidiyor’ iddiaları da sürüyordu.
22 Eylül’de Şamil Tayyar da, “Soylu Bakanımız işini iyi yapan, başarılı, kamuoyu algısı çok yüksek biri. Siyasette bu durum, çoğu kez fitne kaynağıdır. Özel dost sohbetlerinde siyasi tek amacının, Cumhurbaşkanımızı yeniden seçtirmek, sonra siyaseti bırakmak olduğunu hep söyler” diye yazdı.
Ama Tayyar’ın sözleri de iktidar medyasında önemli bir karşılık bulmadı. Kimse gözyaşı dökmüyor, ‘aman bakanım olur mu öyle’ demiyordu.
Soylu muhalefetten teveccüh görmeyi beklemiyordu muhtemelen. “Kaçacak” türü yorumlara karşı 22 Eylül’de bir Hadi Özışık videosu daha yayınlandı; “Vekil adayı bile değil, dokunulmazlığı olmayacak” diye yama yapıyordu belki Özışık. Ama muhalefet matbuatındaki beklenen köpürtüden çok, iktidar plazalarındaki ketumluk can sıkmış olmalı. Hadi Özışık da Şamil Tayyar da aktarsa, mesajını iletemiyor muydu İçişleri Bakanı?
Sonra 24 Eylül’de, Milli Gazete’nin Ankara muhabiri Bünyamin Güler’in, “Soylu gidecek yerine düşünülen isim Faruk Çelik” iddiası birden bire yayıldı. Aslında Güler’in “Soylu yerine [Faruk] Çelik iddiası!” başlıklı haberi Milli Gazete’de 21 Eylül’de yayınlanmış, ama gecikmiş şekilde 23 Eylül akşamı, TV5 yayınında bu iddiayı tekrarlayınca gündeme girmişti. Öteki ‘sessizlik’ ile birleşince, ‘Soylu gidiyor’ iddialarındaki ısrarın sadece muhalif medyada köpürmesi de teselli olmamıştır.
Fakat aynı gün bir ‘test’ şansı daha vardı. Dâhiliye Nazırı, 24 Eylül günü memleketi Trabzon’daydı.
Kent merkezinde, Sürmene, Ortahisar, Araklı ve Köprübaşı’nda, cami, hükümet konağı ve okul açtı, pek çok yeri ziyaret etti. Uzun uzun konuştu. Ama yine en popüler haber, Araklı Hükümet Konağı açılışında konuşurken sağanak altında kendisini dinleyen ve bu esnada ‘gökkuşağı’ renklerinde bir şemsiye açan vatandaşa müdahale edilmesi oldu!
Soylu’nun ‘Trabzon çıkarması’ da kendi tarafının ilgisini çekmemişti.
25 Eylül günü, iktidar yanlısı Hürriyet, Sabah, Yeni Şafak, Akşam, Milliyet, Akit, Milat, Takvim, Diriliş Postası’nın yanı sıra, ‘müttefik’ gazeteler Aydınlık ve Türkgün, hatta Soylu’ya en yakın mecra olarak hedef de olan Türkiye gazetesi bile, birinci sayfalarında Süleyman Soylu’nun ‘Trabzon çıkarması’na yer vermediler. Dört saati bulan konuşmalarından tek satır başlık çıkmadı ön sayfalara.
Tamam, pazar gazeteleri biraz ‘soğuk’ çalışılır, cumartesi tam kadro olmaz gazeteler. Haydi, öyle olsun. Peki, ertesi gün Diyarbakır’a gidip, iktidar cenahı için çok önemli bir sembol haline gelmiş bulunan Diyarbakır Anneleri’ni ziyaret etmesi de hakkında bunca iddia bulunan bir bakana ‘sahip çıkmak’ için iyi bir fırsat değil miydi?
Değilmiş.
Pazartesi günü yalnızca Aydınlık ve Türkiye gazetelerinin birinci sayfasına girebildi. Türkiye, Erdoğan’ın İTO konuşmasının hemen altına, “Annelere Soylu morali” başlığıyla; Aydınlık ise “Geleceğimiz ABD’de değil Anadolu’da” başlığıyla selamlamıştı Soylu’yu…
Diğerleri ‘içeride’ gördüler haberi.
SOYLU'YA 5 SORU
Bunca hareketli bir haftada, İçişleri Bakanı ile bağlı olduğu iktidarın medyası arasındaki bu lodoslu ilişkiden alınacak hisseler olmalı. Basın için hisse demek soru demektir bir bakıma. O halde beş soru çıkaralım:
Emre Olur’un getirildiği ve Peker’in tecride alındığı koşullarda, artık Erdoğan yerine yumruk yemesi gereken bir ön cepheye sahip olma önceliği kalmadıysa, daha önce epey hırpalanmış bu ön cephenin ‘maliyeti’ tartışma konusu mu olmaktadır? Daha açık diyelim, şu mu tartışılıyor: Peker’in susturulduğu koşullarda, 17 aylık Peker paratoneri Soylu’nun yıpranmışlığı, kritik seçim öncesi taşınmaya değer bir yük müdür?
Soylu kendisine yakın gazeteciler aracılığıyla, 2023’te siyaseti bırakacağını anons ettirirken, doğrudan bu tartışmalara mı bildiri göndermektedir?
Belli ki akim kalması için gayret edilen Peker rüzgârının sadece kendisini yıkmasına karşı mı çaba göstermektedir?
Buna karşı iktidar medyasının ezici çoğunluğundaki kayıtsızlık, hem bu tartışmanın işareti, hem de Soylu’nun medya-iletişim alanındaki yalnızlığının mı bir göstergesidir?
Vaktiyle, üstelik daha elverişsiz koşullarda, imza bile atılmamış yazıyla ‘Başbakan devirmiş’ bir siyasetin, şimdi çok daha baskın oldukları bir zamanda böyle herkesin gözü önünde sessiz film oynaması bir güçsüzlük işareti midir?
Yoksa Soylu, medyadaki tüm güçsüzlüğüne rağmen başka nedenlerle mi alt edilmesi kolay olmayan bir aktördür?
Belli ki daha çok konuşacağız bunları…