Medyada ‘öteki’nin ‘ötekisi’ne dönüştürülenler

Yasemin İnceoğlu ve Savaş Çoban’ın derlediği "LGBTİ Bireyler ve Medya" İletişim Yayınları tarafından raflarda yerini aldı. Çalışma, LGBTİ ve medya ilişkisini çeşitli açılardan incelerken, medyanın ötekileştirici söylemlerini de eleştirel bir açıyla masaya yatırıyor.

Abone ol

Ali Bulunmaz

Türkiye’de medyanın büyük bölümü âdeta bir kara delik gibi insan haklarını, hukuku, evrensel değerleri ve eşitliği yutarken muhafazakâr-nobran bir dille toplumdan aldığı ayrımcılığı, cinsiyet eşitsizliğini ve aşağılayıcı söylemi yeniden topluma zerk ediyor. Söz konusu öfke ve ayrımcılık en başta LGBTİ bireylere yöneltiliyor.

Dilde başlayan, jest ve mimiklerle süren, fiîli saldırılarla tavan yapan bu ayrımcılığın ve şiddetin en önemli kaynaklarından medyada, cinsel yönelim ve kimlikleri nedeniyle iş bulamayan ve işine ilk son verilen LGBTİ bireyler, sokakta da benzer bir muameleye maruz kalıyor. Medyanın büyük bölümüne yayılan ve LGBTİ bireyleri hedef hâline getirip nefret doğuran söylem, toplumdaki ahlak kumkumalarını ve şiddete eğilimli kişileri de harekete geçiriyor.

Yasemin İnceoğlu ve Savaş Çoban’ın yayına hazırladığı kolektif çalışma LGBTİ Bireyler ve Medya’da, sadece adı geçen sorunlar irdelenmiyor, meselenin kökenine ve sonuçlarına dair belirlemelere de yer veriliyor.

NEFRET SÖYLEMİ Mİ, İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ MÜ?

Türkiye’de medyanın önemli bir bölümünün “özgürlük”, “seçim”, “tercih” gibi kavramlara ve sözcüklere şüpheyle yaklaştığı, dahası sektörde bunların birer sansür ve otosansür nedeni sayıldığı ortada. LGBTİ bireyler söz konusu olduğunda, bahsi geçen kavramların kısıtlılığı katmerleniyor, hatta onlara saldırılar baş gösteriyor. Bunun ilk ve en önemli nedeni, LGBTİ bireylere yönelik ayrımcılık. Sonrası çorap söküğü gibi geliyor: Hedef gösterme, hakaret, cinayet…

Medyanın dili ve söylemini sokaktan bağımsız düşünmek imkânsız; ikisi arasındaki etkileşim, LGBTİ bireyleri “marjinal”, “hastalıklı”, “sapkın” ve “anormal” görüp gösterme alışkanlığını pekiştirirken İnceoğlu ve Çoban buna, medyadaki çalışma ortamında karşılaşılan ayrımcılığı, nefret söylemini ve “ötekileştirmeyi” de ekliyor. İkili, LGBTİ bireylere yönelik ayrımcılığı ve nefret söylemini, etkisini artıran “ideolojik şiddet” diye nitelerken buna eklemlenen LGBTİ bireyleri cinsiyetsizleştirme çabası ise şiddeti perçinliyor. Queer kavramını yok sayma da cabası.

İnceoğlu ve Çoban’a göre bütün bunlarda hızla muhafazakârlaşan medyanın rolü yadsınamaz. Hatta günümüzde nefret söyleminin daha fazla olağanlaştırılması, yine bu “ötekileştirici” yaklaşımla bağlantılı. Kısacası, ifade özgürlüğü ve nefret söylemi arasına belli belirsiz bir çizgi çekilmiş durumda. İnceoğlu, buradan hareketle meselenin derinine iniyor: “Nefret söylemi, nefret suçuna giden sürecin çıkış noktası. Nefret suçunun önünü açar, hatta teşvik eder. Birbirinden ayrı şeyler olsalar da sonuçta birbirini besliyorlar. Kendini her zaman kin ve öfke dolu ifadelerle ortaya koymadığı ve hatta zaman zaman, gayet mantıklı ve normal göründüğü için nefret söylemini teşhis etmek kolay olmayabilir. Diğer yandan, nefret söylemi ve ifade özgürlüğü arasındaki sınırın çok tartışmalı bir konu olduğunu görüyoruz. Bir söylemin nefret kapsamına girdiğini iddia ettiğiniz yerde, ifade özgürlüğü ihlali konusunda eleştiriler de gündeme geliyor.”

LGBTİ Bireyler ve Medya, Derleyen: Yasemin İnceoğlu & Savaş Çoban, 432 syf., Ayrıntı Yayınları, 2019.

'HALKIMIZ NE DER?'

Nefret söylemiyle başlayıp nefret suçuna varan ifadelere, haberlerde ve yorumlarda aşağılayıcı ve nesneleştirici biçimde hemen her gün yer veriliyor. Başka bir deyişle medyanın büyük bir bölümündeki ayrıştırıcı dil, “şiddetin altyapısını hazırlıyor.”

Bilinçaltındaki “bizden farklı olan kötüdür” kodlaması haberle, yorumla, iş ortamındaki tutum ve davranışlarla dışavurulurken İnceoğlu’nun dediği gibi “medya, hâkim ideolojinin yeniden üretilmesinde” önemli bir rol oynuyor: “Gerçekten LGBTİ bireylerin medyada temsili bazen oldukça sorunlu. Homofobik ve cinsiyetçi ataerkil yapının medyaya yansıması olarak özetleyebileceğimiz bu sunum çerçevesinde, genelde LGBTİ bireyler cinsellikle ve suçla özdeşleştirilip cinsel yönelimleri veya cinsiyet kimlikleri ön plana çıkarılarak zaman zaman da karikatürize edilerek haberleştiriliyor. Bir yandan ötekileştirilirken diğer yandan ‘haz veya merak nesnesi’ olarak sunuluyorlar.”

Şahinde Yavuz, “kültürel ajan” dediği medyada var olan kalıp yargıların ötesinde, LGBTİ bireylerin kendisiyle özdeşleştireceği karakter bulamadığını belirtirken buna, magazin malzemesine dönüştürülüp tüketim nesnesi hâline getirilenleri de ekliyor.

Gülden Gürsoy Ataman ve Hakan Ataman ise ilk Onur Yürüyüşü’nün yankılarından yola çıkarak medyanın LGBTİ bireyleri haberleştirme alışkanlıklarını, gelenek ve göreneklerin haber metinlerine sızmasını, “solunan ideolojik hava” yani heteroseksizm ve homofobi bağlamında incelerken şunu söylüyor: “Halkımız ne der?’ gibi kaygılarla eşcinsellerle ilgili meseleleri görmezden gelmek ve haberleştirmemek yaygın heteroseksizmin, medya çalışanları ve medya kurumlarındaki bir görünümüdür.”

ALTERNATİF YAKLAŞIMLAR VE EYLEMLER

Gezi Direnişi’nden sonra toplumun daha geniş kesimlerine ulaşma fırsatı yakalayan LGBTİ bireyler, Sinan Aşçı’nın da hatırlattığı gibi sosyal medya mecralarındaki örgütlülüğüyle hem derdini anlatma olanağı buldu hem de ifade özgürlüğünün alanını genişletti. Bu alanda geliştirilen yeni eylemler ise konuyla ilgili alternatif yaklaşımlar ürettiği gibi zihinlerdeki perdeyi kaldırma fırsatı yarattı. Neyir Zerey ve Mehmet Akın, bunların birinden bahsetmiş: “#dagılıyoruz eylemliliği ile Türkiye’de ana akım medyanın sahip olduğu sınırlı bakış açısının ve kimi zaman polisin gözüyle şekillendirilen yaklaşımının önüne geçilmesinin yanında, uluslararası medyanın LGBTİ+’lara ilişkin haberleştirmelerde oryantalizmle harmanlanmış yaklaşımını da durdurmayı başardı.”

Tabii çoğunlukla böyle olumlu gelişmeler yaşanmıyor; Burcu Karakaş’ın, Hande Kader cinayetiyle ilgili yazısı, LGBTİ bireylere yönelik ayrımcılığı, nefreti ve şiddeti hatırlatıyor. Üstelik bu olayın haberleştirilmesi de medya-LGBTİ bireyler ilişkisi bağlamında, daha doğrusu LGBTİ bireylerin medyadaki görünürlüğüne dair önemli veriler sunuyor.

'İNSANLARIN BAŞINA NE GELİYORSA ERKEKLİKTEN GELİYOR'

Hande Kader ve diğer LGBTİ bireyler, Tuğrul Eryılmaz’ın dediği gibi “saldırıya uğrayan azınlığın birer üyesi.” Eryılmaz’ın, medyadaki önyargı ve ayrımcılık eleştirisi kadar, LGBTİ bireylerin örgütlenmesine ilişkin fikirleri de önemli. Elbette eleştirilerinden en büyük payı toplumun geneli alıyor: “İnsanların başına ne geliyorsa erkeklikten geliyor. Ancak erkeklikleri inciniyorsa umursuyorlar (...) Türkiye’nin siyasal iklimi, on yıllardır yaşadığımız gibi erkek ve otoriter olduğu sürece bunun dışında kalan herkes acı çekmeye devam edecek.”

LGBTİ bireylere yönelik ayrımcılığın, nefret söyleminin ve şiddetin medya, toplum ve hukuk ayağı var. Fakat her şeyden önce mesele zihinlerde şekilleniyor, sonra dile yansıyor ve ardından sokakta gezinmeye başlıyor.

Konunun, medya tarafına odaklanan yazılardan oluşan kitap, LGBTİ bireylerin ‘öteki’nin ‘ötekisi’ hâline getiriliş sürecini ortaya koyuyor aslında. Kısacası çalışmada, LGBTİ bireylere yönelik ‘ötekileştirme’ ve nefret söyleminin politik, hukuki, psikolojik, toplumsal ve patolojik yanları, medyanın dili ve söylemi bağlamında inceleniyor.