Medyanın gri çağı
Öyle bir zamanda yaşıyoruz ki herkes her konudaki fikrini herkesin görebileceği platformlarda paylaşabiliyor. 1850'de yaşayan bir İstanbul beyefendisine geleceğin böyle bir yer olacağını anlatsanız yüzünüze kıs kıs gülerdi. Çünkü absürt, dünyanın en çok entelektüel kapasite gerektiren konularına bile herkesin yorum yapabildiği bir dünya.
Bulut Zencir
Garip zamanlarda yaşıyoruz. İyi veya kötü etiketini koyamam ama garip olduğu kesin. Her jenerasyon yaşadığı dönemin insanlık tarihinin en kötü kısmı olduğunu düşünür. Benim böyle bir argümanım yok. Hatta insanlık tarihinin varlığından beri ki, en çok özgürlüğe sahip olduğumuzu düşünüyorum.
Bu özgürlükle birçok esaret de ortaya çıkıyor. Çok sevdiğim komedyen, yazar ve yapımcı Ricky Gervais’in dediği gibi “İnsanlar artık fikirlerini gerçeklerden daha önemli sayıyor.” Bu yazıda herhangi bir kesime eleştiri yapsam ciddi bir öfke ile karşılaşacağım. Çok az insan “Katılmıyorum ama bana ne.” cümlesini kurabiliyor artık. Bu da neye yol açıyor? Kimsenin çıkıp hiçbir şeyi eleştirecek cesareti kalmıyor.
İronik bir durum değil mi? Öyle bir zamanda yaşıyoruz ki herkes her konudaki fikrini herkesin görebileceği platformlarda paylaşabiliyor. 1850'de yaşayan bir İstanbul beyefendisine geleceğin böyle bir yer olacağını anlatsanız yüzünüze kıs kıs gülerdi. Çünkü absürt, dünyanın en çok entelektüel kapasite gerektiren konularına bile herkesin yorum yapabildiği bir dünya. Nasıl buraya geldik ve bunun iyi tarafları var mı tartışılır.
Her şey gibi medya da bu koşullarda evrimleşti. Daha yirmi yıl önce elimizdeki kaynaklar gazetecilik, televizyon medyası ve sinema idi. Bilgi çağının gelip çatması ile artık daha farklı bir tablo ile karşı karşıyayız. Gazetecilik örneğin daha farklı prensipler üzerinden ilerliyor. Bilgi verme derecesinin aldığın klik sayısıyla hesaplandığı bir strateji söz konusu. Eleştiri ve propagandanın her şeyden fazla gelir sağladığı bir sektörden bahsediyoruz. Kimse gazeteyi açıp kendisine bir şey katacak bir makale okumak istemiyor artık. Birini eleştirdiyseniz ama, insanların öfkelerine güvenerek bir yazı yazdıysanız okunuyor. Bu durumun ilk farkına varan sosyal medya organı Facebook oldu zaten. Platformun büyümesinden sonra rakamlara baktıklarında, negatif ve öfke uyandıran postların daha çok klik aldığını gördüler ve bunun üzerine yürüdüler.
Şimdi bu yazdıklarım şu şekilde anlaşılabilir: Toplumun entelektüel kapasitesi ciddi bir düşüş yaşadı ve bu yüzden alışık olduğumuz medya organları da buna adapte oldular. Hayır ben buna inanmıyorum. Ben toplumun entelektüel kapasitesi yüksek olan kitlesinin ellerindeki yeni kaynakların farkına vardıklarına inanıyorum. Alışılagelmiş kaynaklar okuyucu sağma üzerine strateji izliyorlar. Öfkeye oynayarak klik alabilecekleri, soğuk yazılar üretiyorlar. Bir kesim de buradan bilgi almak istemiyor. İşte şu durumdan dolayı insanlar yeni kaynaklar arayışına girdiler ve daha filtresiz bilgi alabilecekleri kaynaklar buldular.
Alışılagelmiş medya da zamanında bu şekilde yükseldi ama bağımsız yaratıcıların bir farkı var o da şudur: Kendilerini yaratana sırtlarını dönmeyecek kadar duyarlılar. Medyanın hem altın hem de karanlık çağındayız yani. Bir tarafta beyin yıkama sanatında ustalaşmış korporasyonlar var, öbür tarafta ise bağımsız şekilde varlığını sürdürmeye çalışan sosyal medya üreticileri. İşin inanılmaz tarafı da şu: Bu iki rakip aynı platformlarda savaşıyorlar. Bu savaşın sonunun ne olacağı belli değil. İki, üç sene öncesine kadar koşullar eşitti ama artık platformlar da korporasyonlara tam destek verdiğinden dolayı yaratıcılar zor durumdalar. Örneğin Youtube platformu artık izlediğiniz içeriğin büyük kısmı bağımsız yaratıcılar olsa bile karşınıza televizyon programlarından kesitler veya büyük şirket kanallarını çıkartıyor. Yaratıcılar da bu durumdan bıkmış durumdalar. Bu yaratıcılar yılmayacaklar ve insanların gerçeğe olan açlığı manipülasyonun üstesinden gelecek.