Metropolis’te işçiler var ve anarşizan bir kalkışmayla da olsa yeryüzüne çıkıyorlar, görünür oluyorlar. Megalopolis’te ise evleri yıkılan ve açlığa mahkûm edilenlerin sesleri ve görüntüleri yok; Catilina durmadan tartışmaya katılma çağrısı yapsa da konuştukça monoloğunun şehvetiyle baştan çıkan her vaiz gibi yalnızca kendi sesini duyuyor. Ve Megalopolis bugünün gerçek siyasal problemini tam da burada yansıtıyor.
Francis Ford Coppola’nın uzun zamandır beklenen, yapımı on
yıllara yayılan ve beş ay önce ilk gösteriminin yapıldığı 77.
Cannes Film Festivalinden beri tartışılan son filmi
Megalopolis geçtiğimiz hafta gösterime girdi. Film birçok
boyutuyla tartışıldı ve tartışılmaya devam da ediyor. Bu yazıda
bütüncül bir film eleştirisi yapmayacağım; ancak isminden baş
kahramanına kent ve mimar(lık)la bu kadar ilgili olan filmi, sadece
bu boyutlarıyla -kent ve mimarlık açısından- ele alacağım.
Belirtmeden geçmeyeyim; yazının bundan sonrası spoiler
içeriyor.
Filmin hikayesi Roma Cumhuriyetini yıkılışa götüren kriz
dönemine referansla kurgulanan politik bir analojiye dayanıyor.
M.Ö. 63 yılında, konsüllük seçimlerini kaybeden Catilina, mevcut
konsüller Cicero ve Hybrida’ya karşı başarısız bir darbe
girişiminde bulunur. Cicero bu girişimin bastırılmasını sağlasa da
birkaç yıl sonra Clodius Pulcher’in siyasi manevralarıyla saf dışı
kalıp sürgüne gidecektir. Megalopolis’in hikayesi bu üç
tarihsel ismi kullanıyor, ancak her karakter Coppola’nın kurgusunda
bambaşka kişiliklere bürünmüş.
Megalopolis, Francis Ford Coppola, 2024
Film, New York’un New Rome (Yeni Roma) olduğu (ama filmin mimari
nirengi noktalarından biri olan Chrysler Binasının yerli yerinde
durduğu), Sovyetler Birliği’nin (belki de yalnızca yörüngedeki
çöplerinin) hâlâ var olduğu alternatif bir evrende geçiyor.
Catilina (Adam Driver), dâhi, vizyoner bir mimar ve kent için bir
ütopyası var. Cicero (Giancarlo Esposito) ise yolsuzluğa bulaşmış
belediye başkanı. Toplumun iyiliğini düşünen ütopyacı mimar ile
gerçekçi-oportünist belediye başkanı arasındaki gerilim güncel
(Amerikan) siyasetin(in) tıkanıklığını temsil ediyor. Ve yine
bugünün demokrasiye karşı yükselen tehdidi olan popülist-faşist
sağı temsil eden Pulcher (Shia LaBeouf) kitlelerin aklını demagoji
yoluyla çeliyor.
Megalopolis bir yanıyla güncel ABD siyaseti üzerine söz
söylüyorsa da bir yanıyla ütopya üzerine bir film. Bu yanı, filmin
adından çizdiği kentsel peyzaja ve karakterlere yaptırdığı
tartışmalara kadar her yerine sinmiş durumda. Bu açıdan da,
izlerken Fritz Lang’ın 1927 tarihli Metropolis’ini
anımsamamak mümkün değil.
Metropolis, Fritz Lang, 1927
Lang’ın Metopolis’i, yer üstünde seçkinlerin refah
içinde yaşadığı, bu refahın bedelini ise işçilerin yer altında
emekleri sömürülerek ödediği bir kent. Ait olduğu Weimar
Almanyası’nın kültürel atmosferine uygun olarak
Metropolis, kapitalizm eleştirisi ile başlayıp,
yönetenlerle emekçiler arasında bir uzlaşı arayışını resmediyor.
Buna göre, kitleler kendi başlarına ancak dürtüsel ve yıkıcı
tepkiler üretebilir; yönetim becerisine sahip seçkinlere her zaman
ihtiyaç vardır. Buna karşılık seçkinler de emeğin kıymetini bilmeli
ve saygı göstermelidir. Metropolis’te bu gerilimin
arabuluculuğunu kentin yöneticisi olan Fredersen’in oğlu Freder
yapar. Ancak kendisi de başlangıçta sefahat aleminde yaşayan
Freder’in gözlerinin açılması için bir dönüşüm geçirmesi, aşık
olması gerekir. Freder’in aşık olacağı Maria ise işçilere barışçıl
yolları öğütler, beyinle el arasında kalbin arabulucu olacağını ve
kalbi temsil eden kurtarıcının yakında geleceğini vazeder. Maria,
Freder için kalbini ve bilincini açan bir arzu nesnesiyse, babası
Fredersen için işçileri örgütleyen (ve oğlunu yoldan çıkaran) bir
bozguncudur. Maria’nın işçiler üzerindeki etkisinin kırılması için
Fredersen, eski düşmanı çılgın mucit Rotwang’ın yardımına başvurur.
Rotwang Maria’yı kaçırır, onun görünümünde bir robot inşa eder.
Robot Maria hem sefih Metropolis sakinlerini baştan çıkaracak, hem
işçileri yıkıcı bir çılgınlığa sürükleyecektir.
Fredersen, Rotwang ve Maria'nın robotu
Metropolis’i uzunca özetledim zira
MegalopolisMetroplis’ten çok şey alıyor. Hatta
filmin başlıca karakterlerinin Metroplis’tekilerin yapısökümüyle
inşa edildiğini söylemek bile mümkün. Metropolis’in
Freder’inin yerini Megalopolis’te Cicero’nun kızı Julia
(Nathalie Emmanuel) alıyor. Freder gibi başlangıçta sefih bir hayat
süren Julia, onun Maria’ya aşık olduğu gibi, Catilina’ya aşık
oluyor. Yavaş yavaş onun ütopyasına bağlanırken, babasıyla arasında
köprü olmaya soyunuyor. Filmin sonunda ikilinin Julia aracılığıyla
el sıkışması, Metropolis’in son sahnesine doğrudan bir
gönderme. Burada cinsiyet rollerinin ters yüz edilmesi söz
konusuysa da Metropolis karakterlerinin yapısökümü daha
fazla detay içeriyor. Catilina, tıpkı Maria gibi bir yandan
mütevazi bir şekilde toplumu kurtuluşa davet ediyor, bunu yaparken,
tıpkı Maria’nın egemenler tarafından uğradığına benzer biçimde
iftiraya ve saldırıya uğruyor (hatta bunun sonucu olarak kendisi de
-Maria’nın robot versiyonunu anıştıran- biyonik bir dönüşümden
geçiyor).
Catilina bir yanıyla Maria’nın mütevazi ütopyacılığını
paylaşıyor, radikalizmi reddediyor gibidir (en azından politik
düzeyde). Cicero alaycı bir şekilde her ütopyanın distopyaya
dönüşeceğini söylediğinde, buna karşılık Catilina, “İçinde
yaşadığımız toplum, olası tek toplum mudur?” diye sorar ve ekler,
“bu soruları sorduğumuzda, bu sorular üzerine diyaloğa
girdiğimizde… işte o zaman ütopyaya ulaşmış oluruz.” Ona göre
ütopya formüller sunmaz, sorular sorar.
Catilina (Adam Driver)
Gel gelelim, Catilina bir mimardır. Ve iş başkalarının
tasarladığı, inşa ettiği ve içinde yaşadığı binaları yıkmaya
geldiğinde Catilina -belki her mimar gibi demeli- bu kadar mütevazi
değildir. Hatta gökten düşen uydunun kentte yarattığı tahribat onun
için yeniyi inşa etme fırsatıdır (tıpkı Birinci Dünya Savaşını
coşkuyla kutlayan İtalyan Fütüristleri gibi). Burada Catilina
karakteri Ayn Rand’ın Fountainhead’inde bulduğumuz,
kahraman mimar imgesinin şahikası olan Howard Roark’a yaklaşır. Ya
da gerçek hayattan örnek vermek gerekirse New York’u dönüşüm
projeleriyle alt üst eden otoriter şehircilik uygulamalarının
sembol isimlerinden New York Belediye Başkanı Robert Moses’a. Ya da
Metropolis’e dönecek olursak -ki dönmeliyiz- çılgın mucit
Rotwang’a.
Megalopolis’te kent bir bütün olarak (toplumsal bir
temsil olarak) Metropolis’teki kadar başat bir karakter
değilse de, kent mekânı Megalopolis’te
Metropolis’tekinden de fazla öne çıkıyor. Zira Coppola’nın
ütopyayı mütevazi bir ölçekte sunma gayreti onu bir kentsel dönüşüm
projesi haline getiriyor. (Bu arada ütopyanın mimarisinin gerçek
bir mimarın -Neri Oxman- tasarımlarından ilham aldığını
belirtmeli.) Ve bu çelişki, yani radikal bir içeriğin radikal
olmayan bir ölçekte gerçekleştirilmesi, kapitalist yaratıcı yıkımın
bir başka örneği sadece. Ve söylev verirken mütevazi konuşan, iş
başındayken ise zamanı durduracak doğa üstü kudrete sahip bir özne
olan Catilina, politik özne olarak mimarın açmazını somutluyor.
Mimar toplumun iyiliği gerekçesiyle de olsa (ki gerekçe hep budur)
erk kullanmaya başladıkça toplumsallıktan uzaklaşır.
Megalopolis, kentsel dönüşüm...
Başta değindiğim gibi Chrysler Binası New York silüetinden Yeni
Roma’ya taşınan mimari nirengi noktalarından biriyse, diğeri de New
York Konut İdaresinin toplu konutları olmalı. Catilina’nın rutin
bir kayıtsızlıkla havaya uçurduğu bu toplu konutlar fena halde
gerçek hayattaki karşılıklarına benziyorlar; burada filmin hemen
her karesinde aktif olan hayal gücü nedense devre dışı.
Ve burada MegalopolisMetropolis’in yüz yıl
önce sunduğu distopyayı, eleştirel bakışını ıskalayarak, aymazlık
içinde tekrar ediyor. Metropolis’te sosyal demokrat bir
reformizme eklemlenseler de işçiler var ve anarşizan bir
kalkışmayla da olsa yeryüzüne çıkıyorlar, görünür oluyorlar.
Megalopolis’te ise evleri yıkılan ve açlığa mahkûm
edilenlerin sesleri ve görüntüleri yok; Catilina durmadan
tartışmaya katılma çağrısı yapsa da konuştukça monoloğunun
şehvetiyle baştan çıkan her vaiz gibi yalnızca kendi sesini
duyuyor. Ve Megalopolis bugünün gerçek siyasal problemini
ABD ile Roma Cumhuriyeti arasında kurduğu analojide değil tam da
burada yansıtıyor.