Mehabad’dan Irak Cumhurbaşkanlığı'na 2: Ortadoğu'da hukuk yaratmak

Talabani Kürtler arası hukukun kurucu babalarından birisi ve ısrarlı takipçilerinden olmuştur. Hukukçuluğu ile Kürt hukukunun her bir tarihsel dönemden incelikle bir sonraki döneme ulaşmasını sağlayan ittifak ve işbirliği yeteneği arasında bir bağ olduğunu düşünebiliriz. O pre-hukuk alanını; geleneği ve örfü kentli bir dil ve söylemin içinde yeniden kurarak uzun yıllar aşiret yapıları içinde kurulmuş hakim geleneği yeni bir hukuk alanına taşımıştır.  

Abone ol

Orhan Gazi Ertekin*-İsmet Yüce** 

Dünden devam...

TALABANİ VE MODERN KÜRT TARİHİ

Şimdi gelelim Talabani'nin uzun mücadelesinin modern Kürt tarih yazımının yeni bağlamlar içinde kurulmasını gerektiren derinliklerine. Bu iddiamızı bir kez daha açıklıkla yinelemeliyiz: Talabani'nin siyasi ömrü, Kürt modern tarihinin Ortadoğu’nun diğer milliyetçiliklerinin hacmini aşan bir tarihsel mukayese içine yerleştirilmesi gerektiğini de ortaya koymaktadır. Açıkcası şunu iddia ediyoruz: Modern Kürt tarihi Türk, Fars ve Arap milliyetçiliklerince belirlenen Ortadoğu’daki egemenlik çatışmalarının içine sadece yarışan bir güç olarak yerleştirilmeye çalışıldığında birçok istisnai özellik görünmez hale gelir. Çünkü Ortadoğu'nun hakim milliyetçilikleri nezdinde bakıldığında karakteristik olmayan bir harekettir Kürt milli hareketi. Örneğin hem Kürtlerin hem de Türk, Arap ve Farsların anayasacılık hareketleri, hukuk düzenlerinin inşası, hukuk devletinin karakteristik özellikleri ve toplumsal temelleri gibi oldukça önemli ve can alıcı sorular ikincil hale gelir. Oysa Kürt tarihini olduğu gibi Ortadoğu tarihini de bu bağlamların içinde yeniden yazmak, sadece Ortadoğu'da değil ABD'de ve dünyanın birçok bölgesinde "bir arada yaşama" sorunlarının yaşandığı bugünlerde çok daha büyük bir ihtiyaca dönüşmektedir.

Buna karşılık Kürt modern tarih yazımı Türk, Fars ve Arap tarihleri ile yarışmaktan kaynaklanan tarih yazımı sıkıntılarını yaşamakta ve bundan dolayı yaşadığı tecrübenin hem Ortadoğu bölgesi ve hem de küresel çaptaki zenginliğinin farkına varamamaktadır. Kimin coğrafyanın yerlisi olduğu veya kimin uygarlığı başlatan “seçilmiş ulus” olduğuna ilişkin geleneksel yarış, Kürt hareketini son derece yüzeysel ve kendi tecrübesine bile yabancı bir bilimsel ve popüler performansa zorlamaktadır. Atı ilk olarak kimin evcilleştirdiğine dair yeminlerle girilen bahis, gerçek bir “hak” inşa etmek için yetersiz hatta gereksizdir. Tarihten güçlü ve itibarlı kökler aramanın da hak savunusu bakımından 19'uncu yy. Alman ulusalcılığının bir ürünü olduğu açıktır. Bu milliyetçilik tarzı politik, toplumsal ve hukuki birimin özdeşleştirilmesi üzerine kurulur ve gerçek anlamda demokratik sonuçlar doğuracak bir hukukun reddi olarak tezahür eder. Oysa yaşayan bir hak ve varoluşa ilişkin bir talep, hukuk talebinin birincil göndermesidir. Kürt milli hareketini evrensel bir derse dönüştüren nokta öncelikle buradadır. İlk tapu kaydını çıkarmak tarihsel bir mülk ve kimlik için uygun olabilir. Fakat bugünün ilişkilerine bir ortak yaşam önerisi sunmanın tarihsel değeri kadar hegemonik gücü de son derece yüksektir.

Talabani'nin uzun ömrü öncelikle bu gerçeğin anlaşılması bakımından önemli bir laboratuvar özelliği sergilemektedir.

ORTADOĞU'DA GELENEKSEL TARİH YAZIMI

Ortadoğu’da Kürt hareketlilikleri bölge devletlerinin resmî tarihlerine bir isyan hareketi, bir bölücülük eylemi veya bir tür “ilkel milliyetçilik” olarak kaydedilmiştir. Türkiye’nin bütünlüğü, Irak’ın (Arap) bütünlüğü ve İran’ı bütünlüğü vurguları bu resmî kaydın tarihsel anlamını daha da belirginleştirmektedir. Oysa Kürtlerin Ortadoğu’nun yeniden inşasına ilişkin siyasi pratikleri sadece bu hacimde olmadığı gibi Ortadoğu milliyetçiliklerinin 19'uncu yy.'deki politik coğrafya algısını aşan bir zenginliğe de sahiptir. Kürtler, Türkiye’nin yeniden kurulmasının da bir güç dinamiği ve unsurudur örneğin. İran ve Irak açısından da geçerlidir aynı durum. Ve belki daha önemlisi ayrılma ve birlikte yaşama pratikleri açısından da oldukça önemli bir politik tecrübe alanıdır. Ortadoğu Kürtler için bir isyanlar tarihi olduğu kadar bir hak mücadelesi ve hukuk tarihidir de aynı zamanda. İşte bu ikinci alana bugüne kadar yeterince dikkat gösterilmemiş ve küresel bir mukayesenin içine yerleştirilmemiştir. Ortadoğu’nun tarihine -ki bu adlandırmanın tarihi bölgenin modern tarihi demektir aynı zamanda- bu bağlam içinde bakmak genellikle ihmal edilmiştir. Bir ulusal hareket olarak Kürtlerin varlığı Ortadoğu’nun kurulu yapısı içinde yasal anayasal gelenekler, dengeler, ittifak ve işbirlikleri üretirken bir bütün olarak Ortadoğu’nun hukuk imkanlarını da belirgin bir hale getirmiştir. Ortadoğu haritası cetvelle oluşturulurken yalnızca milli kimlik sorunlarını beraberinde getirmemiş aynı zamanda ciddi bir anayasacılık ve hukuk pratikleri sorununu da getirmiştir. Kürtlerin kurulu yapılar ve Türk , Fars ve Arap milliyetçilikleri ile siyasi ve gündelik ilişkileri, ittifak eğilimleri ve giderek yurttaşlık pratikleri Kürt ulusal hareketinin tarihini bir yandan kendi serüvenleri içinde bir ulusal hareket olarak diğer yandan da Ortadoğu’nun statükosu ve milli devletleri içindeki hukuki ve yargısal serüvenleri ile yazmayı gerektirmektedir. Ortadoğu'daki hukuk pratiklerinin önemli bir kısmı Kürtlerin, onların avukatlarının, hak savunucularının emeği ile kurulmuştur çünkü.

Buradan bakıldığında geleneksel Kürt tarih yazımı, Ortadoğu’daki yarı resmi apartheid rejimlerini görünmez kılmakta ve önemsiz bir ayrıntı olarak bir kenara bırakmaktadır. Bu geleneksel yaklaşım anayasalar, hukuk düzeni ve giderek eşitlik, özgürlük ve adalet gündemlerini sadece bir güç ilişkisi olarak anlama sonucunu doğurmaktadır. Bundan dolayı bu geleneksel tarih yazımı Kürtlerin Ortadoğu’daki toplam siyasal tecrübelerini yeterli ölçüde ortaya koymadığı gibi Ortadoğu’daki son 150 yıllık ortak yaşam, kamusal alan ve adalet mücadelelerine de yeterli bir bağlam sağlamamaktadır.

Oysa Kürt hak hareketi Ortadoğu’nun 19'uncu yy.'nin sonundan itibaren kurulan ekonomik ve coğrafi sınırları ve 1923’ten başlayarak siyasi ve ulusal sınırlarının yarattığı statükoya karşılık başlı başına bir anayasacılık ve hukuk tartışması ortaya çıkarmaktadır. Türk, İran ve Arap milliyetçiliklerinin politik ve hukuki kapasiteleri tarafından içerilemeyen Kürtlerin hukuk mücadeleleri hem oldukça geniş ve hem de derinliğine etkiler doğurmuş, Kürtler Ortadoğu hukuku veya statükosunun daimi bir meselesi olarak ele alınmıştır. Bu durum Kürtlerin bölge çerçevesinde kriminalleştirilmesi ile sonuçlanmıştır. Kürtler Ortadoğu’nun “sanıkları”dır ve sadece "silah", "savaş", "isyan" vb. gibi pratiklerle değil siyasi ve hukuki pratiklerle ortaya çıkmışlar ve onlar edebi ve kültürel performanslarını Yargıtay ve hukuki mercilere sunulacak metinlerle de geçirmişlerdir.

BİR HAK HAREKETİ OLARAK KÜRT HAREKETİ

Ortadoğu'da "yasal alan" ile bir siyasi "hareket" arasındaki ilişkinin en açık örneklerinden birisini Kürtlerin mücadeleleri oluşturur ve biz bunu artık Kürt hak hareketi olarak çağırmak gerektiğini düşünüyoruz. Bunu öneriyoruz. Aynı kapsam ve derinlikte bir hukuk ve avukatlık hareketine başka milliyetçilikler içinde rastlanmaz örneğin. "Yasa" ile "gerçeklik" arasındaki ilişkinin teorik ve olgusal düzeydeki tartışmalarını besleyecek başlıca tecrübe alanıdır burası. Ortadoğu'da bir Kürt hak hareketi vardır. Ortadoğu'nun hukuk düzenlerinin yasal temelleri ile toplumsal gerçeklikleri arasındaki mesafeyi ölçebileceğimiz başlıca alan, Kürtlerin politik ve hukuki varlık ve performans alanıdır. Sonuç olarak biz modern Kürt tarihinin Ortadoğu’daki güç ilişkileri ve statüko tartışmalarını aşan bir bağlama yerleştirilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Türk Arap ve Fars milliyetçilikleri ile yarışmak ve kendini ispatlama çabası Kürt modern tarihinin daha geniş kapsamlı içeriğinin sadece Ortadoğu’ya değil ABD’den Uzakdoğu'ya kadar uzanan küresel dünyaya ders oluşturacak tecrübelerini göz ardı etmek anlamına gelmektedir.

Burada modern Kürt tarih yazımının kavramlarını değiştirmekten söz etmiyoruz kuşkusuz. Fakat tarihsel bağlamlarını genişletmekten söz ediyoruz ve buradaki en önemli tarihsel mukayese alanlarından ikisi ABD'deki siyah hak hareketleri ile Güney Afrika’daki ANC (Afrika Ulusal Konseyi) ve "siyah bilinç" (Steve Biko) hareketleridir. Fanon'un felsefi girişimlerinin son dönemlerde Kürt hak hareketleri içinde daha çok karşılık bulması da bu yeni bağlamı felsefi düzeyde güçlendiren noktalardan birisidir.

KÜRTLERİN AVUKATLARI 

Kürt modern tarihi, öncelikle, iki yönlü bir eksikliğin içinde yazılmaktadır. Birincisi Kürtlerin hak hareketi ve hak mücadelesi süreçlerinin bir toplumsal ve siyasal tarihin içine yerleştirilmemesi ve önemsiz bir ayrıntıya dönüştürülmesidir. "Büyük öykü"ler beklentisi gerçekte büyük öykülerin küçük hayatların içinde kurulduğunu görmeyi engeller. İkincisi ise hak savunuculuğunun ve avukatlığın Kürt modern mücadelesindeki taşıyıcı gücü ve zenginliğidir. Hatta avukatlığın Kürt kimliğinin belirleyici bir unsuru olduğu gerçeği de göz ardı edilmektedir.

Her iki durum da Kürtlerin hak ve hukuk mücadelesini birden çok nedenle Amerikan hukuku, avukatlık ve hak mücadeleleri ile karşılaştırılabilir kılar. Birincisi Amerikan milliyetçiliğinin dünyanın ilk modern anayasasına giden süreci örgütleyen hukuki-politik karakterine benzerliğidir. Tıpkı Amerikan milliyetçiliği ve önderleri gibi Kürtler de avukatlığı ve hukuku temel ve merkezi bir siyasal eylem haline getirmişlerdir. İkinci nokta ise Amerikan hukuk düzeni ile siyah varlığı arasındaki yüzleşmenin yarattığı ortak yaşam sorusunun öneri ve gerilimlerini çok benzer biçimde yaşamış olmalarıdır. Kürt milli hareketinde Ortadoğu'nun diğer milliyetçilikleri ile karşılaştırıldığında göze çarpan önemli noktalardan birisi şudur örneğin: Türk, Arap ve Fars milliyetçilikleri esas olarak askeri bir kadronun ve kültürün içinde doğmuştur. Fakat Kürt modern tarihinin ana itici güçlerinden başlıcası hak savunucuları ve avukatlardır.

Bağdat Hukuk Fakültesi mezunu ve Hewler Barosu'nun ilk sırasına kayıtlı olan Talabani işte bu nedenle Kürt hak hareketinin temsil edici isimlerinden birisidir.

TALABANİ VE KÜRT MİSYONU

Talabani Ortadoğu’da Kürt olarak ve Kürt mücadelesi yoluyla cumhurbaşkanı olmuş tek Kürt'tür. Cumhurbaşkanlığı adaylığı Ortadoğu’da Kürt kalan bir Kürt için bir tür direniş ve kendi varlığını normalleştirme aracıdır. Türkiye’de Nurettin Yılmaz bunu yapmıştı örneğin. Fakat kendi politik eyleminin zaferini gören tek Kürt Talabani’dir. Bu açıdan politikadaki “zafer” görmüş neredeyse tek Kürt'tür. Kuşkusuz Mesud Barzani için de söylenebilir benzer bir durum. Bu durum aynı zamanda şu demektir: Kürtlerin toplam hikayesi içindeki başarı büyük oranda bu iki isim ile taşınmaktadır. Gazi Muhammed’in kısa süreli iktidarı, onun ancak bir cüret olarak kalmasını sağlamıştı. Irak’ta Kürt bir cumhurbaşkanı özellikle Irak'taki tüm farklı güçler içindeki geniş bir mutabakata da işaret etmektedir. Bu, aslında şu demektir: Ortadoğu’da Kürtler için kalıcı ve bir düzeni içeren vatan duygusu normalleştirilmiş ve kalıcılaştırılmıştır. Bir Kürt cumhurbaşkanının varlığı bir yandan Irak’ın bütünlüğü vurgusunu ve Kürtlerin de Irak’ın bir parçası olduğu kabulünü içermekle beraber bir diğer yandan Kürtlerin kalıcı bir güç unsuru olduğu bilgisini de pekiştirmiş olmaktadır. Diplomatik bir varlık kazanmak demek vatan duygusunun sabitleşmesi demektir aynı zamanda.

Bu açıdan bakıldığında Mandela'nın cumhurbaşkanı olması kadar olmasa da Talabani’nin cumhurbaşkanı olması, Kürtlerin politik başarı ile olan nadir tecrübelerinin en önemli örneğidir. Talabani’nin cumhurbaşkanlığına gelişi Kürtlerin Irak’taki genel gücünün Irak genelinde tanındığı ve bir uzlaşma yaratıldığını da göstermektedir. Kuşkusuz Mandela’nın başarısı ile doğrudan mukayese kurulmasi biraz zordur. Çünkü Talabani Mandela olsaydı Bağdat’ta değil Erbil'de cumhurbaşkanı olmalıydı. Bu da Cumhurbaşkanlığı yönünden hem Mesud Barzani ve hem de Talabani açısından alınacak biraz daha yol olduğunu gösteriyor.

Talabani işte bu açıdan da Kürt hak hareketi kavramsallaştırması yoluyla daha geniş mukayeseler içinde anlaşılması gereken bir politik liderdir.

ORTADOĞU'DA HUKUK YARATMAK!

Modern Kürt tarih yazımı açısından Kürt hak hareketi kavramsallaştırmasına üç nedenle gerçek bir ihtiyaç olduğu kanaatindeyiz biz.

İlk olarak Kürtlerin zengin mücadelelerinin Ortadoğu’nun geleneksel milli hikayelerinin yapısına dahil edilmesi birçok şeyin görülmez olmasına yol açmaktadır. Kürtlerin Ortadoğu hukukları ile yüzleşme ve karşı karşıya gelmeleri, her bir hukuk düzenlerini hem kendi anayasal iddiaları hem de evrensel haklar temelinde sorgulamaları, gerçekte Kürt modern tarihinin Ortadoğu’nun geleneksel modern tarihlerinin tersinden okunması anlamına da geldiğini de göstermektedir. Bu durum Kürt modern tarihini Türk, İran ve Arap tarihlerinin yeniden kurulması; politik ve hukuki gerçekliğinin ifşa edilmesi bakımından olağanüstü verimli kılmaktadır. Bu anlamıyla Kürtlerin hukuki performansları sadece bir “yargılamalar tarihi” olarak yazılamaz. Gerçek anlamda hukuk yaratan, hukuk üreten, hukukun gerçekliğini politik ve toplumsal bağlamı içinde yeniden kuran bir tarihsel malzeme vardır önümüzde ve hem kavramallaştırmayı hem de tarihsel bir dizgeye oturtulmayı bekliyor. Artık bu tarihsel malzemeye, terk edildiği yerden çıkartılarak esaslı ve Ortadoğu’nun yeniden kuruluşuna dair hukuki dersler oluşturacak biçimde muamele gösterilmelidir.

İkinci olarak Türkiye’nin, İran'ın ve Irak ile Suriye'nin anayasacılık ve kurtuluş hikayelerinin içindeki gerilimi artıran bir unsur olarak Kürtler meselesi çift yönlü bir araştırmayı da gerektirmektedir. Cumhuriyetlerin Kürtlere kurtuluş ve yurttaşlık vaadinin somut kapsamı nedir? Ve nasıl bir politik hukuki bir sorun ile karşı karşıyayız?

Ve gelelim üçüncü noktaya; Siyah hak hareketinin gündemleri, tercihleri, vurguları ve araçları ile Kürt hak hareketininkiler birbirine ders oluşturacak seviyededir. Hukuk düzeninden bir kimlik olarak dışlanan ve dışlanma ölçüsünde de kriminal bir “organizma”ya dönüştürülen Kürtler ve siyahlar için “ortak yaşam” sorusu çok temel bir siyasi ve hukuki soru olmuştur. Martin Luther ve bağlı olduğu Güney Kiliseleri Birliği için “eşit hukuk” ve ortak yurttaşlık, temel bir slogan olarak yükselirken Malcolm X ve ilk Müslüman birliği ile sonradan kurduğu Sünni Müslüman örgütün savunusu, siyahların ayrı bir ontolojik alan olduğu ve kendi hukuki evrenlerini kurmaları yönündeydi. Her iki grup arasındaki iletişim ve gerilimler kolaylıkla takip edilebilir. Benzer ayrımları ve tercihleri Kürt hak hareketinde de görebiliriz. Bu meseleler Kürtler arasında özellikle de son dönemlerde giderek daha da yakıcı ve acil bir tartışma haline getirilmiştir.

Talabani'nin ömrü işte bu birlikte yaşama ve ayrılma tartışmaları açısından da başlı başına bir gündem olmalıdır.

TALABANİ VE COMMON LAW

Talabani Kürtler arası hukukun kurucu babalarından birisi ve ısrarlı takipçilerinden olmuştur. Hukukçuluğu ile Kürt hukukunun her bir tarihsel dönemden incelikle bir sonraki döneme ulaşmasını sağlayan ittifak ve işbirliği yeteneği arasında bir bağ olduğunu düşünebiliriz. O pre-hukuk alanını; geleneği ve örfü kentli bir dil ve söylemin içinde yeniden kurarak uzun yıllar aşiret yapıları içinde kurulmuş hakim geleneği yeni bir hukuk alanına taşımıştır. Kürt bilinç ve hukukunda iki önemli hukuk geleneğinden söz edilebilir: Bunlardan birincisi common law alanıdır ki Kürtlüğün Ortadoğu’daki toplam varlığı, uzun yıllar bu müşterek hukuk üzerinde kurulmuştur. Ortadoğu’da statükonun “Kürtsüz” inşası bu müşterek hukukun birden çok alanda ve ülkede kendini yenilemesine ve değiştirmesine yol açmış, yerel müştereklerin kendisini genelleştirmeleri imkanı azalırken yerini modern Kürtlük algısına doğru bırakmıştır. Talabani işte bu ihtiyaca cevap vermiştir. İkincisi ise modern hukuk çalışmaları ve dahi Kürtlük bilimcinin modern kurum ve ilkelerini oluşturma çabalarıdır. Talabani işte bu ikinci alanda ciddi müdahaleler yapan bir liderdir. Dahası Kürtler içinde kendi başarısını gören nadir politikacılardandır.

TALABANİ, ORTADOĞU'DA GERİLLACILIK VE HUKUK

Talabani, Ortadoğu’nun ikinci kuşak gerillalarındandır. Bu, hukukun şiddet ile girdiği en riskli ve değişken politik sürece girmek demek. Ama Talabani, daima hukuki güvenlik ve garanti imkanlarını kovalamıştır. Gerillacılık, Fanon’un dediği gibi, sömürge halklarının birbirine yönelen kriminal şiddetini bir politik terbiye kazandırarak dışarıya yönlendirmesini sağlar. İşte burada farklı ve kurucu hukukun eylemi başlar... Şiddet ile hukuk arasındaki kurucu ilişki gerillacılığın temel dikkat alanıdır... “Töre”nin yerini hukuk almaya başlar ve yeni bir toplumsal ve kültürel ilişkiler alanı giderek yayılarak kendi ilk hukuki etkilerini yaratır... Gerilla ilk hukuk öznesidir ve geleceğin preöznelerinin bir örneği olarak kendi ethosunu yaratır...

Kürt hak hareketi Siyah hak hareketleri ile karşılaştırıldığında bu yönden biraz daha zengin tecrübeler biriktirmektedir ve Talabani'nin yaşamı üzerinden bu meselenin daha ciddi biçimlerde tartışılması gerçek bir ihtiyaçtır...

TALABANİ VE KÜRT LİDERLİĞİ

Kürt liderliklerinin ittifak ve uzlaşma taktikleri dışardan bakanlar için anlaşılmaz, tutarsız ve yersiz gelebilir. Fakat bu durum büyük oranda Kürtlerin Ortadoğu’daki en az dört ülke arasında bölünmüş bir hayatın içinde varoluş geliştirme çabalarından kaynaklanır. Kürt hayatının bu siyasal bölünüşü çok karmaşık, çok katmanlı bir siyasal ittifak eğilimleri alanını da beraberinde getirir. Bunda dört ülkenin Kürt hareketlerini kendileri için sorunsuz ama diğer ülkeler için nispeten sorunlu hale getirerek yönetme stratejilerinin de payı vardır kuşkusuz. Örneğin Türkiye İsmail Simko’yla İran’ı huzursuz kılacak bir denge içinde ilişki geliştirirken İran Ağrı isyanında Türkiye’nin beklentilerini ağırdan alarak yönetmiştir. Aynı anda Simko ve Hoybun bu ülkeleri de idare ederek kendi amaçlarının peşine düşmek zorundadır. Bu karmaşa, Kürt liderliklerini bazen kendileriyle savaşıyormuş gözlemlerine maruz bırakır. Hatta Kürtler içinde “cahş” (hain) ithamlarına.. Oysa Ortadoğu’da Kürtler için çok özel ve hassas bir “politik strateji ve taktikler sözlüğü”ne ihtiyaç vardır. Çünkü onlar için diğer ülkeler ve Ortadoğu’nun diğer milliyetçilikleri gibi düz ve doğrudan kurulu alan yoktur ve her şey bu “kurumsal” olanın geleneğini ve geleceğini oluşturmak üzere yapılır. Tıpkı Molla Mustafa Barzani’nin 1963 Baas yanlısı darbe sonrası, Talabani'nin de 1975 sonrası Irak yönetimi ile ittifak ve işbirliği çabalarında olduğu gibi. Bütün bu karmaşık, çok katmanlı ve çok failli alanda çelişki ve ihanet gibi görünen şeyler gerçekte bazen uzun vadeli var olma kaygısı, bazen yeni bir hareketin imkanlarını geliştirme iddiası, bazen de “fırsat”a dair bir heyecan ve dinamizmden kaynaklanır. Bu nedenle herkese ve herşeye karşı ve birbirlerine karşı konumlanırlar. Bu derslerin bütünlüğünden çıkarılacağı bir Kürt lider hayatı olarak Talabani çok önemli bir laboratuvar alanıdır...

Sonuç olarak üçüncü ölüm yıldönümünde Talabani'nin geride bıraktığı bütün o teorik ve pratik deneyimlerin hak ettiği zenginlik içinde değerlendirilmesi hâlâ bir ihtiyaç olarak ortada durmaktadır... Tıpkı Mesud Barzani için de olduğu gibi...

Ruhu şad olsun...

*Demokrat Yargı Eşbaşkanı

**Yazar