Mehmet Ali Talat: Doğu Akdeniz’de her an her şey olabilir
Suriye savaşı dolayısıyla uluslararası güçler bir süredir Doğu Akdeniz’de önemli donanma gücü bulundurduğu için, bölgede her an her şey olabilir. Üstelik Türkiye’nin burada tek bir müttefiki bile yok. Peki bu gerilim Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve AB üyesi olan güneydeki Rum yönetimine nasıl yansıyor? KKTC’nin 1974 yılında Türkiye tarafından ele geçirilen ve o tarihten beri hayalet şehir olan Maraş’ı tekrar açacağına ilişkin açıklaması ne anlama geliyor? Adayı ve Doğu Akdeniz’i ne bekliyor? KKTC’nin 2. Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat’la konuştuk…
KKTC 2. Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat’a göre Kıbrıs ve Doğu
Akdeniz’deki gerginlik mevcut haliyle devam eder ve Kıbrıslı
Türklerin doğalgaz yataklarındaki hak talebi karşılanmazsa, Doğu
Akdeniz’in Ortadoğu’daki gerilimlere benzer bir noktaya gelme
ihtimali var. Talat’a göre Doğu Akdeniz’de bir provokasyon veya
kaza çatışmaya sebep olabilir.
Türkiye’nin Rusya’dan S-400 savunma sistemini teslim almaya
başlamasıyla beraber ABD’nin yaptırımlara hazırlandığı sırada
Avrupa Birliği de başka bir bağlamda yaptırım hazırlığı içinde. O
“bağlam”, başta Türkiye olmak üzere tüm bölge ülkelerinin ve ABD,
AB, Rusya, İngiltere gibi uluslararası güçlerin odaklanacağı yeni
gerilim sahası Doğu Akdeniz’deki doğalgaz ve hidrokarbon arama
faaliyetleri.
Yani başta Suriye olmak üzere Ortadoğu’da güç savaşları devam
ederken Doğu Akdeniz’de de sular kaynıyor. Üstelik Suriye’de
canciğer kuzu sarması pozları verilen Rusya bile, Türkiye’nin
buradaki faaliyetlerine tepkili.
Hadisenin özeti şöyle: 2007 yılından itibaren Güney Kıbrıs Rum
Yönetimi, adanın güneyinde 13 tane doğalgaz arama sahası belirleyip
ihaleye açtı. Türkiye, bu sahaların 5 tanesinin kıta sahanlığı
içinde olduğunu söylüyor. 2011 yılında Kuzey Kıbrıs da 8 parsel
belirleyerek Türkiye Petrolleri Anonim Şirketi’ne (TPAO) doğalgaz
arama ruhsatı verdi ama bu parsellerin bir kısmı, Rumların
belirlediği bazı bölgelerle çakışıyor. 2010 yılından beri, Doğu
Akdeniz’de hidrokarbon yataklarının bulunmasıyla beraber başta ABD,
İtalyan ve Fransız şirketleri olmak üzere çok sayıda enerji devi
Güney Kıbrıs yönetimiyle anlaşmalar yaptı ve bölgede faaliyetlere
başladı. Türkiye de buna mukabele olarak yakın dönemde Fatih ve
Yavuz isimli iki sondaj gemisini, donanma eşliğinde bölgeye
yollayınca bölgede emelleri bulunan tüm ülkelerin ve AB’nin sert
tepkisiyle karşılaştı.
Suriye savaşı dolayısıyla da uluslararası güçler bir süredir
Doğu Akdeniz’de önemli donanma gücü bulundurduğu için, bölgede her
an her şey olabilir. Üstelik Türkiye’nin burada tek bir müttefiki
bile yok. Peki bu gerilim Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve AB üyesi
olan güneydeki Rum yönetimine nasıl yansıyor? KKTC’nin 1974 yılında
Türkiye tarafından ele geçirilen ve o tarihten beri hayalet şehir
olan Maraş’ı tekrar açacağına ilişkin açıklaması ne anlama geliyor?
Adayı ve Doğu Akdeniz’i ne bekliyor? KKTC’nin 2. Cumhurbaşkanı
Mehmet Ali Talat’la konuştuk…
KKTC 2. Cumhurbaşkanı Mehmet Ali
Talat
Reuters haber ajansının üç gün önceki (10 Temmuz)
haberine göre Avrupa Birliği, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki
doğalgaz arama faaliyetlerine karşılık olarak uygulayacağı
yaptırımları önümüzdeki hafta açıklayacak. Doğu Akdeniz’de artarak
devam eden gerilim adanın kuzeyine ve güneyine nasıl
yansıyor?
Gelişmeler daha ziyade Rum tarafında bir heyecan oluşturuyor.
Fakat bu gelişmelerin Türk tarafına şimdilik ciddi boyutta bir
yansıması olduğunu söylemek doğru olmaz. Öte yandan, doğrusu Avrupa
Birliği’nin bu bağlamda Türkiye’ye uygulayacağı yaptırımların ne
kadar etkili olacağını bilemiyoruz.
Doğu Akdeniz, Suriye savaşı dolayısıyla askeri
hareketliliğin de önemli bir sahası haline geldi. Halihazırda
bölgede ABD, İngiltere, Rusya ve Fransa gibi ülkelerin ciddi bir
donanma gücü bulunuyor. Şu anda söz konusu güçlerin ilişkileri
dolayısıyla pek olası görünmese de, Doğu Akdeniz’in yeni bir
çatışma sahasına dönüşebileceği ihtimalinden de söz ediliyor.
Bölgedeki enerji kaynaklarının bir çatışmaya sebebiyet
verebileceğini düşünüyor musunuz?
Kıbrıs açısından gerilim artık geleceğe ilişkin bir ihtimal
değil, şu anda yaşanan bir gerçek. Dolayısıyla Kıbrıs’ta, esas
olarak da Doğu Akdeniz’de her an her şey olabilir. Bir provokasyon
da yaşanabilir. Yahut provokasyon olmadan da bir kaza gerginliğe ve
çatışmaya dönüşebilir. Zamanında İsrail komandolarının Mavi Marmara
gemisine ateş etmesi ve insanları öldürmesi gibi olaylar her an bu
bölgede de meydana gelebilir. Hatta bu bölgede çok daha tehlikelisi
ve yıkıcısı da yaşanabilir. Bu bakımdan Kıbrıs, daha da doğrusu
Doğu Akdeniz gerçekten bir gerilim merkezi. Tabii burada meselenin
tek kaynağını doğalgaz oluşturmuyor. Bölgedeki gerilimin kaynağında
egemenlik iddiası ve ispatı da önemli bir yer tutuyor. Rum
tarafının “ben egemen devletim, gaz ve petrol aramaları bir
egemenlik meselesidir” yaklaşımı var. Ama bu arada Rum tarafının
çıkarılacak olan zenginliklerde Kıbrıslı Türklerin de hakları
olduğunu teslim etmesi söz konusu.
Rum tarafı bu hakkı teslim ediyorsa, niye gerilim
var?
Çünkü bu hakların tesliminin ancak çözüm sonrası olabileceğini
ifade ediyorlar. Avrupa Birliği’nin de bu yaklaşımı desteklemesi
gerçekten ciddi bir karmaşa yaratıyor.
RUMLARIN ÖNERİSİ, TÜRKLER AÇISINDAN BAŞLANGIÇ NOKTASI
BİLE OLAMAZ
Kıbrıs sorununun çözümünden söz edilince akla gelen en
önemli tarihsel dönemeç Annan Planı. Fakat sizin başbakan olduğunuz
dönemde, Türklerle Rumları federal bir cumhuriyet çatısı altında
birleştirmeyi öngören Annan Planı’yla ilgili 24 Nisan 2004’te
yapılan referandumu Türkler yüzde 64.9 oranında 'evet' diyerek
onaylamış, Rumlar ise yüzde 76’ya yakın oyla bu planı reddetmişti.
Annan Planı’nı reddetmiş olan Rumlar, şimdi için nasıl bir çözüm
öngörüyor?
Rum tarafının öngördüğü bir şey yok aslında. Onların bize
getirmiş olduğu bir çözüm önerisi de yok. Dahası Rum tarafı,
Kıbrıslı Türklerin, Birleşmiş Milletler tarafından da defalarca
tescil edilmiş siyasal eşitlik haklarını tartışma konusu yapmaya
kalkışıyor. Ve burada yarattığı hava, Kıbrıslı Türklerin siyasi
eşitliğini kabul etmeyecekleri yönünde. Fakat bu eşitlik hakkı
Kıbrıslı Türkler açısından olmazsa olmazdır. O nedenle Rum
tarafının önerdiği çözüm, Kıbrıslı Türkler açısından bir başlangıç
noktası bile olamaz.
Dolayısıyla Kıbrıs sorunuyla ilgili herhangi bir çözüm
sinyali söz konusu değil mi?
Şu anda öyle bir sinyal yok, evet.
Bu çıkmazı bir şekilde yarmaya çalışan Türkiye’nin Doğu
Akdeniz’deki doğalgaz arama faaliyetleri sadece Avrupa Birliği’nin
değil, aynı zamanda ABD’nin, Suriye’de müttefiki olan Rusya’nın,
başta gerilim yaşadığı Mısır ve İsrail olmak üzere Doğu Akdeniz’e
sınırı olan ülkelerin de tepkisiyle karşılaşıyor. Bütün bu ortak
uluslararası tepki karşısında Türkiye’nin artırarak devam ettirdiği
Doğu Akdeniz’deki faaliyetlerinin sizin lehinize sonuç doğuracağını
düşünüyor musunuz?
Konu şudur: Rum tarafı “ben bu konuları tartışmam, bu benim
egemenlik hakkımdır” gibi bir yaklaşım ortaya koyarsa Kıbrıs Türk
tarafının “tamam, siz öyle uygun gördüyseniz yapacak bir şey yok”
diyecek hâli yok. Dolayısıyla bir şeyler yapması lâzım. O nedenle
elbette Kıbrıslı Türklerin de dayanabileceği tek güç olan Türkiye
bize yardım etmek durumunda. Fakat bu ne kadar başarılı olur, ayrı
bir tartışma konusu. Ama sonuçta Kıbrıslı Türklerin de Türkiye’nin
desteği dışında bir çaresi yok.
MESELE 'PAYIMI İSTERİM' MESELESİ DEĞİL
Fakat bu destekle beraber Doğu Akdeniz’de çatışma riski
de büyüyor…
Biliyorum, biliyorum. Ama Kıbrıslı Türklerin doğalgazda hakkı
varsa, demek ki alacağı da var. Kıbrıs Rum tarafı bu alacağı inkâr
ederse, Kıbrıs Türk tarafının talebiyle Türkiye de doğalgaz arama
faaliyetleri yapacak. Başka çare yok. Yani meydanın boş olmadığını
göstermek gerekiyor. Rum tarafı, Türklerin payını çözüm sonrasında
vereceğini söylüyor ama onun da ne olacağı, nasıl olacağı belli
değil. Kaldı ki, mesele “payımı isterim” meselesi değil.
Nedir peki mesele?
Benim de payım var, o zaman söz hakkımın da olması lazımdır
meselesidir. Kıbrıs Türk tarafı bir öneride bulunmuştu zaten.
Nasıl bir öneriydi bu?
Bir ortak çalışma komitesi kuralım ve o komite bu meseleye
çalışsın demişti Türk tarafı. Bu teklifin hâlâ geçerli olduğunu
düşünüyorum. Çünkü yakın zamanda yine Türk tarafından bu düşünce
seslendirilmişti.
Geçtiğimiz hafta Yunanistan’daki erken genel seçimlerde
iktidar değişti ve Yeni Demokrasi Partisi tek başına iktidara
geldi. Çiçeği burnunda Dışişleri Bakanı Nikos Dendias çalışmaya
başlar başlamaz “Türkiye Doğu Akdeniz’in haylaz çocuğu olmayı
bırakıp ciddi bir oyuncu olmalı” açıklamasında bulundu. Türkiye de
buna mukabil şöyle bir açıklama yaptı: “Avrupa'nın şımarık çocuğu'
unvanı esasen Yunanistan’a aittir. Avrupa’nın haylaz çocuğu ise,
uluslararası hukuka aykırı bir şekilde Avrupa Birliği üyesi olan ve
Yunanistan'la birlikte yıllardır Doğu Akdeniz'i istikrarsızlığa
sürükleyen Güney Kıbrıs Rum Yönetimidir.” Dendias’ın açıklaması ve
Türkiye’den verilen yanıt, Doğu Akdeniz bağlamında iki ülke
arasındaki gerilimin geleceğine ilişkin size ne
anlatıyor?
Yunanistan’ın tutumunun ne olacağını, yapılan ilk açıklamalardan
kestirmek mümkün değil. Birazcık daha beklemek lazım. Ama
Yunanistan ve Rum tarafının genel tutumu şudur: Rum tarafı yapar
veya önerir, Yunanistan da destekler. Bu genel tutumun önümüzdeki
dönemde de değişeceğini düşünmüyorum. Dolayısıyla Yunanistan’da
kurulan yeni hükümetin Kıbrıs sorununda farklı bir tutum
sergileyeceği iddiasının temelsiz olduğu kanaatindeyim.
Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki faaliyetlerine tüm
ülkelerin tepki göstermesi, Rum tarafının elini güçlendiriyor.
Rumların bu güçle Türk tarafına yönelik politikalarında başarılı
olma olasılığı var mı?
Öyle bir etkisi olacağını düşünmüyorum. Siyasette bulunduğum her
zaman, Türkiye’nin veya Türk tarafının tehditlerle bir noktaya
getirilemeyeceğini, bir noktaya taşınamayacağını anlatmaya
çalışıyorum. Yani bu geleneksel olarak mümkün olmayan bir şeydir. O
nedenle gerek Avrupa Birliği’nin gerekse başka aktörlerin
alacakları tedbirlerin veya yapacakları tehditlerin Türkiye’ye ve
Kıbrıs Türk tarafına, “aman hadi siz haklısınız” dedirteceğini
düşünmüyorum.
Az önce de ifade ettiğiniz gibi, zaten var olan
gerilimin karşılıklı dirençle birlikte çatışma riskini artırdığı da
söylenebilir, değil mi?
Kesinlikle öyle.
TÜRKİYE’NİN 'ASKERİ OLARAK GÜÇLÜYÜZ, İSTEDİĞİMİZİ
YAPARIZ' YAKLAŞIMI SONUÇ GETİRMEZ
Sizce olası çatışmaya karşı nasıl bir bariyer
kurulabilir?
Bana göre buna karşı yalnızlaşmamaya çalışmak gerekiyor. Yani
diplomatik kanalları daha fazla kullanmak lazım. Türkiye’yi de
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni de kastediyorum. KKTC tek başına
belki uluslararası güçleri harekete geçiremeyebilir. Ama KKTC,
Türkiye’nin diplomatik gücünü de kullanarak yoğun bir çaba ortaya
koyarsa, bence başarılı olabilir. Bunun olabildiği geçmişte
gösterilmiştir. Yalnızlıktan kurtulmanın tek yolu diplomatik
çabadır. Yoksa Türkiye’nin “askeri olarak güçlüyüz, istediğimizi
yaparız” yaklaşımının sonuç getirmeyeceğini düşünüyorum.
Türkiye’nin sorun yaşamadığı neredeyse hiçbir ülke yok
ama…
Doğru.
MARAŞ’IN TÜRK YÖNETİMİNDE AÇILMASI KOLAY
DEĞİL
Bu sorunların Kuzey Kıbrıs’ın geleceğini de negatif
etkileyeceği açık değil mi?
Kesinlikle öyle. Türkiye’nin bu konudaki başarısı veya
başarısızlığı, Kıbrıslı Türkleri de yakından ilgilendirecektir. Az
evvel de söylediğim gibi, Kıbrıslı Türklerin doğrudan uluslararası
temasları sınırlıdır. Türkiye diplomasisi destek olmadığı sürece
tek başına başarı göstermesi mümkün değildir. Ama şu sıralarda
böyle bir çabayı da görmüyorum. Dolayısıyla durum iyi değil. Sanki
demeç vererek veya iki-üç tane gemi ve onlara refakat eden birkaç
geminin Akdeniz’deki faaliyetleri bize yeter gibi bir hava var.
Türkiye’nin bir hamlesi daha var. Türklerin ele
geçirdiği 1974 yılından beri dikenli tellerle çevirdiği ve hayalet
şehir haline gelen Maraş’ın tekrar açılması için KKTC’nin hazırlık
yaptığı açıklandı. Geçtiğimiz günlerde KKTC Başbakan Yardımcısı ve
Dışişleri Bakanı Kudret Özersay, Maraş konusuyla ilgili sizinle de
bir görüşme gerçekleştirdi. Türklerin geçmişten beri Rum tarafına
karşı bir koz olarak kullandığı Maraş’la ilgili son hamleden ne
murad ediliyor?
Maraş konusunun boşuna bir çaba olduğunu düşünüyorum. İç yüzünü
tam olarak bilmiyorum ama uluslararası siyasette etki yaratmak için
düşünülmüş bir hamle olabilir. Ama bana göre Maraş’ın Türk
yönetiminde açılması kolay kolay başarılabilecek bir şey değil.
Bunu zamanında denediler ama yapamadılar.
TÜRKİYE’NİN GÜDÜMÜNDE OLMAYI BIRAKIN, ONU YÖNLENDİRMEYİ
BAŞARMAMIZ LAZIM
Kıbrıs sorununu çözüme yaklaştıran siyasi aktörlerden
biri olarak, cumhurbaşkanlığınızdan sonraki yönetimlere dair
değerlendirmeleriniz ne yönde? Sizce neler yapılabilecekken
ıskalandı?
Bir kere benden sonra cumhurbaşkanlığı görevini yapan Sayın
Derviş Eroğlu, bir bütün olarak Kıbrıs’a beş yıl kaybettirdi. Çünkü
bir çözüm vizyonu yoktu ve geciktirdi. Şimdiki dönemde de çeşitli
hataların veya belki konjonktürden dolayı atılan adımların
sonucunda bir atalet var. Ataletin yerini de gerginlik dolduracak
gibi görünüyor. Bu da son derece rahatsız edici bir durum. Zira şu
an dünyada Kıbrıslı Türkler görünür değil. Kıbrıslı Türklerin
cumhurbaşkanı dünyada bir rol oynamıyor. Uluslararası temasları
yok, Brüksel’de bir çaba ortaya konmuyor, AB üyesi ülkelerle
görüşme çabaları veya olgusu göremiyorum. Her şey doğalgaz
sondajına bağlanmış gibi görünüyor. Bunlar, Kıbrıs sorununun
çözümünde ileri bir adım atmaya katkıda bulunmayacak gerçekler.
Mevcut atalet, KKTC yönetiminin Türkiye’nin güdümünde
hareket etmesinden mi kaynaklanıyor sizce?
Bir kere Türkiye’nin güdümünde hareket etmek yerine, Türkiye’yi
etkilemek ve Kıbrıs sorunu konusunda Türkiye’yi Kıbrıslı Türklerin
çıkarları ve ihtiyaçları doğrultusunda bir politika gütmeye
yönlendirmek yapılması gereken en önemli iştir. Yani bırakın
Türkiye’nin güdümünde olmayı, bana göre bizim Türkiye’yi
yönlendirmeyi başarmamız lâzım. Bu, Kıbrıslı Türklerin çıkarlarının
uluslararası alanda görünür olmasını sağlayacak en önemli
görevdir.
Türkiye iktidarının böylesi bir yönlendirmeye açık
olduğunu düşünüyor musunuz?
Bilmem! Geçmişte aynı iktidar daha farklı siyasetlere imza attı.
Şu anki durumu içeriden bilemiyorum, haklı da olabilirsiniz. Ama
bunu deneyip görmek gerekir.
Kıbrıslı Türklerin şu anda temel talep ve tepkileri neye
yönelik? Halk ne istiyor?
Şu anda Kıbrıslı Türklerin en ciddi sıkıntısı ekonomidir. Büyük
bir pahalılık var. TL’nin değer kaybından kaynaklanan enflasyon ve
sıkıntı Türkiye’dekinden daha fazla. Bunun yarattığı ciddi ekonomik
darboğazlar var. Bugüne kadar Türkiye’nin bütçeye ve altyapıya
yaptığı çeşitli katkıların son zamanlarda durmuş olması söz konusu.
Kıbrıslı Türklerin ana gündemi bu olmakla birlikte, halkın büyük
çoğunluğu ekonomik sıkıntıların Kıbrıs sorunundan kaynaklandığını
düşünüyor. Kaldı ki bu çok da yanlış bir düşünce değil. Dolayısıyla
Doğu Akdeniz’deki sondaj çalışmaları filan ikinci planda kalıyor.
Geçenlerde buraya bir Rus füzesi düştü. O bile üç-dört gün
konuşulduktan sonra bitti.
Peki hidrokarbon ve doğalgaz kaynaklarından elde
edilebilecek gelirin ekonomiyi düze çıkarabileceğine dair beklenti
var mı?
Hayır, o hiç yok! Bu işin gerçek olup olmadığı, böylesi
kaynakların elde edilip edilemeyeceği bile Kıbrıslı Türkler
açısından kuşku götürür.
DÜŞMANLIK DEĞİL AMA 'ARTIK BİRLİKTE YAŞAM HAYALDİR'
YAKLAŞIMI ARTIYOR
Adada Türk ve Rum milliyetçiliğinde bir tırmanış
yaşanıyor mu?
Milliyetçi bir gerilim yok ama milliyetçi yükseliş var.
Birbirine düşmanlık değil ama “herkes kendi tarafında yaşasın,
artık birlikte yaşama bir hayaldir” gibi yaklaşımlar artıyor. Bu
yaklaşımlar milliyetçiliği, milliyetçilik de bu yaklaşımları
pompalıyor. Ama Kıbrıslı Türklerin “Rumlarla çatışalım, savaşalım”
veya Rumların “Türkleri zorla zapturapt altına alalım” gibi bir
yaklaşım görmüyorum.
Maraş’ın açılması böyle bir tehlike yaratabilir
mi?
Maraş bağlamında yaşanmaz. Bana göre bir gerilim yaşanacaksa
doğalgazdan kaynaklı olacak. Çünkü bakın, Maraş meselesi sadece
Rumlarla değil, Birleşmiş Milletler’le de bir meseledir. BM
Güvenlik Konseyi’nin geçmişte aldığı kararlar var ve bunları
değiştirmeden bir şey yapmak pek mümkün değil. BM Güvenlik
Konseyi’nin kararları, Maraş’ın BM idaresinde 1974 öncesi
sahiplerine, yani Rumlara iadesini öngörüyor. Bu gerçeği ortadan
kaldırmak kolay değil. Güvenlik Konseyi kararını Rumlarla kavga
ederek değiştiremezsiniz. O yüzden Maraş’ın açılması çok beklenecek
bir şey değil.
Fakat geçtiğimiz gün basına yansıyan demecine bakılırsa
Başbakan Ersin Tatar, “Bir hayalet şehir olan kapalı Maraş yeniden
Las Vegas olacaktır” dedi.
Başbakan “ben bu sözleri kullanmadım” diyerek reddediyor. Sadece
basın toplantısında bir gazetecinin kendisine “Maraş, Las Vegas mı
olacak” diye sorduğunu, kendisinin de “gün gelir o da olur”
dediğini söylüyor. Başbakan böyle bir söz söylemiş bile olsa, bir
dayanağı olduğunu düşünmüyorum.
Peki gün gelir adaya barış gelir mi sizce? Annan
Planı’na benzer bir çözüm yolunun tekrar gündeme gelmesi ve
uygulanması artık bir hayal mi?
Valla o benim hayalim olmaya devam ediyor. Olup olmayacağından
emin olamam ama bunun gerçekleşmesi Kıbrıs’ın geleceği için hayati
derecede önemlidir.
DOĞU AKDENİZ, ORTADOĞU’DAKİNE BENZER NOKTAYA
GELEBİLİR
Birleşmiş Milletler başta olmak üzere, böylesi bir
çözümü tekrar gündeme getirecek uluslararası bir iradenin ortaya
çıkması sizce mümkün mü?
BM şu anda hareket etme konusunda pek istekli gibi görünmüyor.
Ama BM’nin de uygun zaman yakalandığında harekete geçmeyeceğini
söylemek doğru olmaz. Bir anda fazla bir şey beklemeyebiliriz ama
eşref saati gelince onlar da hareket edecektir. Çünkü Kıbrıs sorunu
var olduğu sürece BM açısından da, dünya barışı açısından da
sıkıntı olmaya devam edecek. Tıpkı şu an hidrokarbon konusunda
yaşadığımız gibi.
Kıbrıs adası tarih boyunca gerek bölge devletlerinin
gerekse başta Büyük Britanya olmak üzere emperyalist güçlerin
sömürü ve didişme sahası oldu ama son on yılda hidrokarbon ve
doğalgaz yataklarının keşfiyle beraber daha fazla gücün iştahını
kabartıyor. Sizce Kıbrıs’ın ve Doğu Akdeniz’in geleceğin
Ortadoğu’su olma ihtimali var mı?
Öyle bir endişe yok değil. Ben yine iyimser olmaya çalışıyorum
ama bu gerginlik bu şekilde devam ettiği, Kıbrıslı Türklerin de
hakları teslim edilmediği, karar alma süreçlerine birlikte
katılmayı öngören bir yaklaşımla doğalgaz meselesinde bir anlaşmaya
varılmadığı takdirde, Doğu Akdeniz’in Ortadoğu’daki gerilimlere
benzer bir noktaya gelme ihtimali var.
Eğer Tayyip Erdoğan’la görüşseydiniz, kendisine ne
önerirdiniz?
Valla her zaman önerdiğim gibi, Kıbrıs sorununun çözümü için
yapılabilecek ne varsa bunu yapması ve bundan imtina
etmemesidir.