Mehmet Erte’nin 'Çatlak'ı ve ertelenmiş şiirler…
Mehmet Erte'nin yeni şiir kitabı 'Çatlak', Edebi Şeyler Yayınevi tarafından yayımlandı. 'Çatlak'ı, Erte’nin başlangıçta kopmuş, elinde kalmış halkayı zincire ekleme hamlesi olarak değerlendirebiliriz.
Şiirle başlayıp edebiyatın, sanatın başka alanlarına yönelenler iki yoldan birini tercih ediyor. Ya bir yandan şiiri de sürdürüyor ama ağırlığı yeni uğraşlarına veriyorlar ya da şiiri geride, geçmişlerinde bırakıyorlar. Geçmişlerini ayak bağı olarak gördükleri için belki, tamamen unutuyorlar.
Şiirden vazgeçmeden, kurgusal anlatının başka alanlarına, öyküye, romana yönelmiş ve daha çok burada yoğunlaştığı izlenimi veren isimlerden biri de Mehmet Erte diyebiliriz.
Şiir yolculuğu, 1999’da Varlık dergisinde yayımlanan şiirle başlayan Erte’nin adı, 2003 yılında aldığı Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülü'yle daha geniş kesimlerce duyulur. Erte’nin ödül alan dosyası 'Suyu Bulandıran Şey', 2003’te okurla buluşur. Yayımlanan bir sonraki kitabı, beklendiği üzere şiir türünde olmaz. İlk şiir kitabından sonra, 2008’de 'Bakışın Kirlettiği Ayna' adlı öykü kitabı yayımlanır. İkinci şiir kitabı, ilkinden yedi yıl sonra 2010’da yayımlanan 'Alçalma' olur. Bu süreçte, sarkacın salınımı, Erte iki tür arasında gidip gelecek mi yoksa artık şiirden başka bir türe geçip orda duracak mı merakını, sorusunu oluşturacak yöndedir. Erte’nin bir sonraki kitabı öncekiyle de, bir öncekiyle de aynı türden değildir. Bu defa okurla bir romanla buluşur: “Sahte”, 2012’de yayımlanır. İki şiir, bir öykü, bir romandan sonra Erte, yazın alanında kurmaca anlatının üç büyük tarihsel türünü de denemiş olur.
Denemek, Erte için önemli görünmektedir. Üretim örüntüsünde yeni kitabı, bu defa öykü olur ve okurla 'Arzuda Bir Sapma' adıyla buluşur.
Şiirden öyküye, öyküden şiire, sonra romana, sonra yeniden öyküye gelgitleri içeren yazın serüveni, bir arayışa işaret ediyor diyebilir miyiz? Soruyu şöyle de sormak mümkün: Mehmet Erte’nin aradığı ne olabilir; bir kayıp mı? Ya da ısrarlı arayış bir buluş, bir keşif için mi; her ikisi birden mi?
Öyleyse soralım: Son yayımlanan öykü kitabının adındaki “sapma”yla, yeni şiir kitabının adındaki 'Çatlak', birlikte okunduğunda bize ne söylüyor olabilir?
Sorunun yanıtını arayacağız ama daha önce neden Mehmet Erte’nin son kitabı 'Çatlak'ı yazın yolculuğuyla birlikte okumayı tercih ettiğimize açıklık getirelim.
Erte, diyebiliriz ki yeni metinler kurmakla, kurgulamakla kalmıyor. Öyle anlaşılıyor ki yazın yolculuğunu da büyük ölçüde kurgulamış. Tasarlanmış, planlanmış, çerçevesi belirlenmiş ve rastlantı, sapma, çatlak gibi ihtimallerin en aza indirildiği yazın yaşantısını öyle idare etmeyi, yönetmeyi benimsemiş gibi. O nedenle mi “arzuda sapma”, “sorun” oluşturuyor ya da son şiir kitabında olduğu gibi bir “çatlaktan” söz etmek durumunda kalıyor.
Erte’nin kırk sekiz sayfalık 'Çatlak'ında yer alan on dört şiirin altısı daha önce dergilerde ve başka mecralarda yayımlanmış.
'Çatlak'ın kitapla aynı adı taşıyan ilk ve “Çatlaktan Sızanlar" adlı ikinci bölümünde, Erte’nin son şiir kitabından sonra yazdığı şiirlerin yanı sıra ilk kitabı 'Suyu Bulandıran Şey'in yazım sürecinde doğduğu halde”, “ait olduğu bütün”ü “ancak” bulmuş şiirler de yer alıyor. Yaşamın, insanın onurundan taviz vermeden sürdürülmesinin esas olduğuna dikkat çekildiği ilk şiirden bir bölüm okuyalım:
Kırmızı diyorlar, sor bakalım onlara, kan gibi mi kırmızı
Kan gibi değilse siktir et gitsinler
Kara diyorlar, sor bakalım onlara, zindan gibi kara mı
Zindan gibi değilse siktir et gitsinler
Anlaşılmayacak diye üzülme nasıl aşkla yaşadığımız
Meydanlarda aşkla savaşmazsak yaşamış sayılmayacağız
Mehmet Erte’nin yazın yolculuğunun hedeflerinden birinin de keşif arzusu olabileceğini düşündüren önemli ipucunun “sapma” kavramı olduğunu söyleyebiliriz. 'Çatlak'ı da bunun yanına getirdiğimizde, büyük resim biraz daha netleşir. Şairin arayışa kilitlenmesi, yeni buluşlar, keşifler hedeflemesi, elbette beklenen ve yadırganmayacak bir tutumdur. Asıl kendini zorlamamış, kendi kabiliyetinin sınırlarını, fırsatlarını araştırmaktan kaçınmış olmak yadırgatıcıdır.
Kitabın uzun şiirlerinden biri olan “Hain, Fahişe, Çişini Tutamayan Köpek ve diğerleri” başlıklı şiirin dördüncü bölümünden bir parça aktaralım:
Kendime geldiğimde
bir ağaç ‘ağaç’ kelimesinden
öteye geçmeye çalışıyordu gözlerimde
bir sincap koşup duruyordu
koş dedim koş, ben yetişemedim,
belki sen yetişirsin
Emekleyerek bir adam geçti sonra
baktım tasması sağlam ellerde
Erte’nin yazın yolculuğunun ışığını önümüze düşürmek kaydıyla 'Çatlak'ı iki türlü okumak ve yorumlamak mümkün görünüyor. Birincisi, şairin majör anlatısının içinden ya da büyük resmini referans alarak okumak ve yorumlamak. Yazın yolculuğunun ışığı bunun için gerekiyor. Bu durumda öne çıkan ve kitap için bir tür pusula işlevi görmüş olan buluş, keşif arzusunu anlamlandırmak mümkün olacaktır. İkincisi daha özel, minimal düzeyde kalarak ya da yakın plan diyeceğimiz biçimde, metnin kendi çerçevesi içinde kalarak orada ilerleyerek okuma tercihi olabilir… O zaman da 'Çatlak'taki “kayıp” sorunsalı ön plana çıkacaktır.
'Çatlak'ın kendi sözcük, imge ve mecaz anlamıyla birlikte çağrıştırdıkları arasında bir de “sızıntı” vardır. Zaten kitabın ikinci bölümünün başlığı da “Çatlaktan Sızanlar”. Peki Mehmet Erte, 'Çatlak'ta aslında çatlağa değil de sızıntıya dikkatimizi çekmek istiyor olabilir mi? Devam ederek şunu da ekleyelim: Şair bize, acaba “çatlak” nedeniyle oluşmuş “sızıntının” yol açtığı kaybı mı anlatmak istemiştir?
Orhan Koçak, 'Kopuk Zincir'de, “Şairler için güçlü şairler için asıl kaygı konusu kendi ölümlerinde hazır bulunamamak değil, kendi doğumlarında hazır bulunamamaktır” diyor. Koçak’ın sözlerinin devamı şöyle: “Şiir terimlerine tercüme edersek, şair olarak geleceğe kalıp kalmayacağı sorusundan çok, şair olarak doğup doğamadığı ya da kendini şair olarak ‘yeniden icat edip etmediği’ sorusu kurcalar onun içini (Ne zaman olmuştur, hiç olmuş mudur?). İkinci kaygı birincisinin türevidir – ve belki de o ilk sancının hiçbir zaman tam aşılamadığının bir göstergesi.”
Koçak’ın dile getirdiği şairin kendi doğumunda bulunamaması bir kayıp olarak da değerlendirilebilir. Şair için telafisi zor bir kayıp da diyebiliriz buna.
Mehmet Erte’nin şiirlerini içerik olarak değerlendirmekten ziyade onun yazın yaşamının yansıdığı bir metin olarak irdelediğimiz dikkatlerden kaçmayacaktır. Yani söz konusu olan, yorumun perspektifini yapıtın belirlemesi.
Erte’nin 'Çatlak'ının da aslında şairin doğum anıyla ilgili bir sorunsala işaret ettiğini söylememizi destekleyen bir başka bulgu da arka kapak yazısındaki ifadeler diyebiliriz. Buradaki satırlarda, şiirlerin büyük bir bölümünün ilk kitaba giremediği, daha sonra da bir türlü girecek kitap bulamadığı belirtilmekte.
Daha önce dışarıda kalmış, bir bütüne dahil edilmek için yerini ve zamanını beklemiş, nihayet bu kitaba girmiş ve aynı zamanda şairin “yollarının çatallanmasına” neden olduğu anlaşılan “Soytarının Ağıdı” adlı şiirine bilhassa değinmek gerekiyor. Bu şiir aynı zamanda “Çatlaktan Sızanlar” bölümünün ilk şiiri. Önce şiirden bir bölüm okuyalım:
Saat dokuz gibi kralın karşısına çıkarım
Avazım çıktığı kadar bağırırım
“ben bir soytarıyım ama kralın değil”
Kralı bayağı eğlendirir bu
Bazen mesaiye kalırım, bazen o kadar sürmez işim
Erte’nin, şiirin altında uzun bir açıklaması yer alıyor. Şiiri neden daha önceki kitaplarına almadığını, aradan geçen zamanın, düşüncesini değiştirdiğini, kitaba alma gerekçesini, dahası bu şiiri neden unutup kurtulamadığına açıklık getiriyor. Attilâ İlhan tarzı, meraklısı için notlar gibi değil ama. Notta, Erte aradan geçen süreçte şiir anlayışındaki değişime, dönüşüme, bir tür eksen kaymasına da dikkat çekiyor. Dipnottan daha fazlası olan bir dipnot aslında bu.
Şeref Bilsel, Birgün’deki yazısında Mehmet Erte’nin kitabını tanıtırken yerinde bir saptama yaparak “İnsan neyle kuşatılmışsa onun şiirini yazmaya çalışır, ama ancak kendi işgal ettiği yeri yazabilir” diyor. Mehmet Erte de anlaşıldığı kadarıyla öyle yapmış, meşgul olduğu sorunun etrafında topladığı şiirlerden oluşan kitabını sunmuş okura. O nedenle sayfa sayısı bakımından incecik olmasına karşın hacimli bir poetik metin olarak okunuyor.
'Çatlak', şiirlerin temasını da sırtlayan bir maksada, bir kasta dikkat çekiyor diyebiliriz. Daha doğrusu kitap kendisini öyle okutuyor, öyle yorumlatıyor. Şöyle ki başlangıçta oluşmuş çatlağı kapatmak değil de çatlaktan sızarak kayba zafiyete yol açmış olanı geri almak, yerine koymak istiyor. Sızıntı kaynaklı kaybın oluşturduğu zafiyetten dışarıda olanı içeri alarak kurtulma arzusuna işaret ediliyor diyebiliriz. Bunu tamamlanma, bütünlenme arzusunun dışavurumu gibi de yorumlayabiliriz.
Kitabın “Dol” başlıklı son şiirin deneyselliği de dikkat çekiyor. Şiirin bir tür ayin ya da törensellikle, ritüelle ilgili yinelemeye dayalı ses ve sözünü, şairin kırk yaşı için yazdığı “Kırktan çıktım/ ağzımda yuvarlayıp durduğum bir hurma çekirdeği/ Ve ruhum çekirdeğin içinde/ Hınçla tükürüp attım/ beni maddeye ekleyen bilinci” dizelerinden oluşan “Sıfır” şiiriyle birlikte okumak da mümkün diye düşünüyoruz. “Dol” şiirinden kısa bir alıntı aktaralım:
dol-dum dol-dum dol-dum doldum
dol-dum dol-dum doldum
dol-du-mol-dum oldum
dol-du-mol-dum oldum
ol-dum ol-dum ol-dum oldum
Söylediklerimizi özetlersek; 'Çatlak'ı, Mehmet Erte’nin başlangıçta kopmuş, elinde kalmış halkayı zincire ekleme hamlesi olarak da değerlendirebiliriz.
Kopuk, elde kalan halkanın zincire eklenmesinin daha önce, bilinçli olarak ertelendiğiyse açık. Erte’nin hamlesi, bir süre yol aldıktan sonra arkada kalanların toplaması, dışarıda kalanların ana gövdeye dahil edilmesi ve böylece tamlığın, bütünlüğün sağlanması isteği olarak da yorumlanabilir.
Kitapların arka kapak yazıları ne kadar belirleyici olabilir? Boşluk doldurmak için yazılanları geçelim zaten. 'Çatlak'ın arka kapağında “muhalif, cesur, kışkırtıcı şiirler” denildikten sonra “Alkış toplamaya değil, sarsmaya gelen bir kitap” cümlesi dikkat çekiyor. İkisi de mümkün olabilir. Okur hem sarılıp sarsılabilir hem de alkışlayabilir. Esas olan okurun aradığı 'Çatlak'ı bulması… Biz de öyleyse sözümüzü orada bir 'Çatlak' var diye bağlayalım.