Mekân-ı hafızayla eşitsiz savaş: Sur
Hafıza kolay yok olmaz, zamana sığmayacak kadar yaşar. Yıktıkların söz olur, ses olur, resim olur, hep yaşar. Bundandır ki Sur’dan bahsedilirken daima ‘’binlerce yıllık hafıza mekânı Sur" denir.
Şerefhan Aydın*
Savaş için, iki veya daha çok tarafın birbiri üzerinde tahakküm kurma arayışının şiddetli yöntemi denilebilir. Savaşlar sadece mekanik araçlarla yapılmaz, savaşın birçok yöntemi vardır. Fiziki, psikolojik, ekonomik, kültürel gibi...
Savaş kaçınılmazsa, tekniğe karşı taraflar çok farklı karşı koyma yöntemleri geliştirilebilir. Sonuçta o mekanizmaları yaratan da insan aklıdır. Yani insan insana eşitsiz bir savaşta da karşı koyabilir, elbette gücü ve imkânı el verdiği kadar. Bir taraf tankla, topla, ağır silahla saldırır karşıdaki ise ürettiği, üretebildiği ile karşı koyar. Nihayetinde zamanla bir taraf üstünlük kazanır ve sonuçta fiziki olarak kazanan bir taraf olduğunda savaşın bittiği düşünülebilir. Ancak savaştığın taraf hafıza gibi devasa dinamik bir değer ise işte burada kaybeden kaçınılmaz biçimde sen olursun. Savaş bittiğinde imkânı, teknik avantajı olan taraf yine kazandığını sanabilir. Fiziki üstünlükle kazandığının yanılgısına kapılabilir bir süreliğine, ancak hayır sürekli aktarım halinde olan yaşam kaynağı hafıza, silahla yok edilmeyecek kadar canlıdır.
Yaptıklarının/yıktıklarının üstünü örtmeye çalışırsın, olmaz. Savaşın kalıntılarını bir daha geri dönmeyecek şekilde sulara gömmeye çalışırsın, olmaz. Hafıza kolay yok olmaz zamana sığmayacak kadar yaşar. Yıktıkların söz olur, ses olur, resim olur, hep yaşar hep yaşar. Bundandır ki Sur ’dan bahsedilirken daima ‘’binlerce yıllık hafıza mekânı Sur’’ denir. Surlar dokuz bin yıldır yaşar ve hafızayı yaşatır...
Mimari, kültürel, sosyal, ekolojik birikim kaynağı ve yakın dönemin hafızasını barındıran binlerce yıllık hafıza mekânı Sur işte böyle eşitsiz bir savaş ile yıllardır karşı karşıya.
Kent savaşları sonrası Sur bir atölye gibi birçok yıkım yönteminin geliştirildiği alana dönüştürüldü. Devletin resmi kaynaklarının kent savaşının bittiği açıklamasından sonra tarihi kırım süreci de böylelikle başlamış oldu. Kırım diyorum, çünkü sadece mekânsal yıkım gerçekleşmedi Sur ’da. Binlerce yıllık mekanlar yok edildi ama aynı zamanda sosyal ilişki ağları dağıtıldı, kültürel birikim, ekolojik ve ekonomik yaşam paramparça edildi...
Hedef, binlerce yıldır var olan ve yaşananlar sonrası oluşan yeni hafızanın yok edildiği, politik nüfusun dağıtıldığı, kimliksizleştirilmiş, yapay tarihe sahip ekonomik rantın yüksek olduğu bir alan yaratmaktı. Dolayısıyla bu yapılanlara sadece yıkım denilirse, buradaki kurgu tam anlaşılmayacaktır.
Resmî açıklama sonrası yapılan çalışmalarda, mekânsal tahribat ve yıkımın lokal kaldığı, küçük ölçeklerde gerçekleştiği yani asıl yıkımların açıklama sonrası alana giren kurumlar tarafından gerçekleştiği görüldü. Bu durumu TMMOB Amed İl Koordinasyon Kurulu belgeleyip rapor olarak yayımlamıştı. Yasaklı bölgede iş makineleri aylarca aralıksız olarak kentsel sit alanı Sur ’da binlerce sağlam veya çok az hasarlı yapının (yüzlerce tarihi/tescilli yapı) yıkımını gerçekleştirdi. Normal şartlarda kentsel sit alanlarında yapılan en küçük yıkımın dahi ağır cezalarla yaptırıma tabi tutulması gerekirken, burada süreklileşen kurumların yasadışı tutumları ve yaptırım uygulanmaması hali tekrar görüldü ve herhangi bir yaptırım da gerçekleşmedi. Hatta yaptıkları kırımın boyutu ve devletin kudretini göstermek için yıkım bölgesinin iyi gözlemlenebildiği yüksek yapıların bulunduğu sokaklarda zaman zaman yasaklar da kaldırıldı. İnsanlara yüksek binalara çıkma izni verilerek yaşam alanlarında yapılanlar bir nevi sergilendi.
Kırım bölgesindeki tarihi Sur evlerinin yapı kalıntılarını ağırlıklı olarak Dicle nehri sularına gömdüler ve bazen de manevi değerlerden yoksun fırsatçılara düşük bedellerle sattılar ki bu taşlar bir daha geri dönüşü olmayacak şekilde dağılsın, yok olsun. Çünkü bu taşlar görüldükçe hafıza dirilecek ve yaşananlar hatırlanacaktı, tamamen yok edilmesi mümkün olsaydı emin olalım ki buharlaştırılırdı!
TARİH SÜREKLİ TEKERRÜR ETMEZ!
İkinci Dünya Savaşı'nda Hitler’in tarihi kent Varşova’yı bombalaması sonucu kent yerle bir olur. Buna rağmen Hitler kentteki tarihi yapı kalıntılarına dokunmaz, sulara gömün demez, ki gömülecek geniş bir nehri var Varşova’nın: Vistül nehri… Buna rağmen yapmaz. Savaş sonrası Varşovalılar gerek hafızadaki veriler, gerek var olan planlar ve gerekse de fotoğraflardaki görseller yardımı ile bombalanan alandaki yapı kalıntılarını kullanarak yaklaşık otuz yıl süren restorasyonlarla kenti yeniden ayağa kaldırırlar ve kent yeniden tarihi dokuya kavuşur. Varşova şimdi küllerinden doğan kent olarak anılmaktadır. 76 yıl öncesi Varşova’da yaşanan ve bugün Sur’da yaşananlar bu kadar benzeşmemekte!
2015 Eylül’de başlayan alana giriş yasakları son olarak 2022’in 1 Ocak’ında tam olarak kaldırılmış oldu ve hafıza mekânı Sur’daki ürkütücü tablo ve kırım daha net bir biçimde görüldü. Tarihin en uzun süren sokak yasakları olarak da hafızalara kazınmış oldu.
Devlet mekanizması kent planlama ve mimarlığı ideolojik araçlar olarak da kullanır. Yaşam dokusunu beğenmediği veya kendisine risk olarak gördüğü yerleşim yerlerini dönüştürmek, dönüştüremezse dağıtmak ister ya da el koyma yöntemiyle istediğini yapar.
Örneğin bir Newroz günü Sur‘un tamamını acele kamulaştırarak kamuya rağmen kamu adına el koydu. Alelacele yapılan bu el koyma ile sadece halkın evlerine değil, kendi kamu yapılarına da el üstüne el konulmuş oldu. Hâlihazırda kamu malı olan alanlara ikinci kez kamulaştırma kararı alındı ve bu tarihte görülmemiş bir durumdu. Bu acele kamulaştırma kararıyla kırımın hukuki alt yapısı da oluşturulmuş oldu. Tabii buradaki tuhaflığın sebebi o kararı Newroz gününe yetiştirmekti. İstenen karar o güne yetişsin de ne olursa olsundu. Biliriz ki tarihler devletler için önemlidir; onlar yaptığıyla yetinmez, o tarihle mesaj da verir ve daima kudretini pekiştirmek ister.
SUR NEDEN HEDEF OLDU?
Sur‘un hedef olma sebeplerinden biri de nüfusunun büyük çoğunluğunun 90’lı yıllarda köy boşaltma/yakma sonucu kentlere sığınmak zorunda kalan halktan oluşmasıdır. Yani iç savaş mağduru bir nüfusa sahiptir Sur... Sur halkı uzlaşmaya gelmeyen ve yanlışa yanlış diyebilen, itiraz edebilen bir sosyoloji ve kimliğe sahipti dolayısıyla bu bir tehditti ve acilen dağıtılması gerekirdi! Kent savaşı sonrası aradıkları gerekçe de oluşturuldu ve Sur dağıtılmaya çalışıldı. Örgütlü davranan bu nüfusun bir kısmı parçalara bölündü ve kentin farklı noktalarına göç etmek zorunda bırakıldı. Bu süreç ile Sur halkı ikinci kez zorla yerinden edildi.
Kent savaşları sonrası imar planında Sur’un sağlık ocağı ile okul olan altı adet yapı ve parseli güvenlik alanı/karakol olarak değiştirildi, yani zamana yayılan bir güvenlik stratejisi uygulandığı görüldü. Zaten demografisi değiştirilmiş, ‘soylulaştırılmış’, tehdit olarak görülen halkı sürülmüş bir bölgeye neden altı adet karakol planlanır, kendilerinin de bildiklerini düşünmüyorum. Ancak o dönemki ruh halinin yaratmış olduğu şaşkınlık sonucu öngörüsüz bir planlama olabilir. Bu şaşkınlık, bu öngörüsüzlük binlerce yıllık onlarca yapının yıkımına sebep oldu.
Mekânları insan tasarlar ve kendi kültür, yaşayış biçimine göre şekil verir ancak mekânda yaşam başladıktan sonra artık mekân insanı şekillendirmeye başlar. Yaşam alışkanlıklarını, psikolojisini bir nevi kimliğini artık o mekân belirler. Burada karşılıklı dengeli bir ilişki durumu söz konusudur. Ancak devlet Sur’daki insan ve mekân arasındaki dengeli ilişkisine üçüncü bir dış güç olarak müdahalede bulundu, süregelen dengeyi bozarak yaptığı yeni evlerle kullanıcıya kendi istediği yaşam şeklini dayatmaya çalıştı. Sur’da kolektif yaşam kültürünü zaten mekânları yıkarak yapmıştı, sonrasında da yeni yapılarda mekân tipolojisini değiştirerek niteliksiz ve kendi istediği yeni bir kimlik oluşturmaya çalıştı. Bu kimliksizlik hâli yeni kimlik olarak sunuldu.
Binlerce yıllık Sur evleri, içinde konuk ettiği her kültürden bir şeyler alarak bugüne kadar korunmuştu. Şimdi ise yeni imar uygulamaları ile kimliksiz villa tipi evler ortaya çıktı. İnsanla sürekli temas halinde olan, içerisinde yaşanan her olay ve duygulara şahitlik eden yaşayan bir varlıktır mekân, dolayısıyla o ciddiyetle yaklaşmak gerek mekâna. Tabii bu yeni yapılar yapılırken bu durum yeniden inşa ve tarihin yeniden dirilişi olarak billboardlarda, reklamlarda topluma pazarlandı. İnşadan anladıkları sadece inşaat olduğu için mekânın sosyal, kültürel, psikolojik yönü görmezden gelindi veya belki de kapasite buydu, farklı bir şey beklenmemeliydi! Ancak gerçek görüldüğünde tarihin dirilişi değil bilakis tarihin batırılışı olarak insan hafızasına yerleşti olup bitenler.
Ülkenin bütünen cezaevine dönüştürülmüş olması yetmemiş olacak ki yapılan yeni evlerin kalesi Amed E Tipi Cezaevi ile benzerliği de ayrı bir değerlendirme konusudur. Tesadüf mü yoksa yine bir mesaj mı kritik bir tartışma konusudur.
Topluma politik mesajlar vermekle uğraşıp on binlerce insanı evsiz bırakıp yaşamlarını paramparça edebilenler, belki mekân sakinleri nezdinde onları oradan sürerek savaşı kazanabilmişlerdir, ama mekân ile savaşı halen kazanabilmiş değiller. Öngörüsüz politikalarla yaklaşıp Sur’u çöle dönüştüren bu yaklaşım, altı yılda yaklaşık üç bin beş yüz haneyi yıkıp şu ana kadar sadece altı yüz civarı yeni yapı yapabildi. Sur’un büyük çoğunluğu halen çölü andırıyor ve bu alanı nasıl doldurabilecekleri belirsiz, fakat o devasa dinamik hafıza halen orada ve direniyor.
Devlet mekanizmasının mekânla savaşı ve oyunu elbette Sur’la başlamadı ancak Sur’da zirve yaptı.
Devlet eskiden coğrafyasının en ücra yerine tek gözlü okul ve sağlık ocakları yapar, tabelasını asarak ‘’Ben buradayım’’ derdi. Fiziki olarak bulunmasam da en azından beni temsil eden bir mekân ve bir tabelam yirmi dört saat orada bulunsun, derdi. Yaptığı zulümleri ve hukuksuzlukları bir tarafa bırakarak söylüyorum, kalıcı varlığını küçük yapı ve tabelalarla göstermeye çalışırdı. Ancak doğa, çevre ve kent, dolayısıyla mekân üzerindeki tahakküm kurma yöntemlerini geliştirerek şu anda birçok yere devasa barajlar, cemaatsiz koca koca camiler ve penceresiz yüksek duvarlı betonlardan oluşan güvenlik yapıları/karakollar yapıyor. Bu yaptıkları ile bir yandan ideolojik kurumsallaşmasını gerçekleştirirken diğer yandan da bu mekânsal argümanlarla kendi varlığını her yerde göstermeye çalışıyor.
Bir yandan mekânla eşitsiz bir biçimde savaşıyor diğer yandan ise mekânı ideolojik bir oyuncak olarak kullanmaya devam ediyor.
Kültürel miras alanı Sur’da tüm bu yaşananlar bazen hatırlanmayabilir ama unutulmayacağı da yaşanarak görülmektedir.
*Diyarbakır Mimarlar Odası Eski Eş başkanı