Kayyımların pervasızlığının, güveninin arkasında ne olabilir diye düşünüyorum. Birincisi, atananların devletin bir parçası olarak iktidarın sürekliliğine inancı, ikincisi ise kulaklarında sürekli çınlayan "devletin itibarından tasarruf olmaz" sözleri. Bu ancak, kendisini devlet sanan hastalıklı bir zihniyetin ürünü olabilir.
Yazı iki bölümden oluşuyor, ilk bölüm kentin hangi karar mekanizmaları ile üretildiği ile ilgili bir giriş, ikincisi ise bu karar mekanizmalarının 31 Mart seçimleri ile nasıl dönüşüme zorlandığını anlatıyor.
Yazının başlığına bakıp, "mekanı toplum üretmez mi?" sorusu aklınıza düşebilir. Cevabı hem evet hem hayır. Özellikle Türkiye gibi bir ülkede, kentin nasıl üretildiği düşünülürse. Hayatlarımızı etkileyecek, belki de tümden değiştirecek her büyük proje, uzlaşma ile değil, devletin yukarıdan gelen, otoriter kararları ile şekilleniyor. O zaman mekanı şekillendiren asıl özne toplum demek saflık olur. Devlet nasıl yaşayacağımızı söylüyor, bizler tabi oluyoruz.
Yavuz Sultan Selim Köprüsü'nü, Kuzey Ormanlarını katleden Kuzey Marmara Otoyolu'nu, İstanbul’un yeni havalimanını ve son adım olarak, inatla yapılacağı söylenen Kanal İstanbul’u düşünün. Proje halka danışılmadı, bir plesibit yapılmadı. Onun yerine Türkiye’nin ekonomik bir güç olmasını isteyenler ve istemeyenler ayrımı üzerinden ağır bir propagandaya maruz kaldık. Bir beka sorununa çevrildi. İtiraz edenler terörist ilan edildiler. İtiraz etmeyenler? Ya konuyla hiç ilgilenmediler ya da devletin propagandasını tekrarlayan makinelere dönüştüler.
Geçenlerde taksiye bindim,üzerinde “havaalanı taksi” yazıyordu. Diyaloğumuz, eksiksiz şu şekildeydi.
- Yeni havaalanı nasıl?
- Çok iyi abi, otoban taksisi olduk …yerden sonra radar da yok, 160 basıyoruz.
- Taksim’den ne kadar tutuyor?
- 115, 130 lira arası. Yol bomboş, basıp gidiyorsun.
- Havaalanı güvenli mi acaba?
- Tabii abi, vatan millet için, sonradan anlayacaklar.
Sanırım taksicilik ikinci mesleği, asıl uzmanlık alanı havaalanları idi.
Aralıklarla uzun süre orada kaldığım, orada yaşayan mimar arkadaşlarım olduğu için Hollanda’dan örnek vereceğim. Bir bölgeye yeni bir park yapılacağı, hatta parkı bırakın bir restoran açılacağı zaman bile bölge halkının fikri alınıyor. Yükseltiyorum, Rotterdam Merkez İstasyonu’nun terminal binası için de aynısı uygulandı. Süreci yavaşlatıyor mu? Evet. Ama en sonunda çoğunluğun memnun olduğu bir sonuç ortaya çıkıyor. Kimse de devlet düşmanı, ya da terörist olmuyor.
OTORİTER DEVLETİN ZAMAN ALGISI
Zaman ve mekan, insan ölçeğini aşan soyut kavramlar. Evren 14 milyar, üzerinde sayısız türün evrimleştiği, yok olduğu dünya ise 4.5 milyar yaşında. Telaffuz etmesi kolay, idrak etmesi zor rakamlar. Aynı şekilde zamana tekabül eden mekanı hayal etmek de, zihnimizin sınırlarını aşan bir olgu. Bu astrofizik gerçekliklere dahiliz ve üzerlerinde herhangi bir kontrolümüz yok.
Devletler ise, özellikle de otoriter devletler, zaman ve mekan üzerinde mutlak kontrolleri oldukları yanılgısına sahipler. Çok eskilere dayanan, kadim bir başlangıçları vardır, mesela Orta Asya’daki Göktürkler’e kadar uzanan. Üzerlerinde yaşadıkları, vatan belledikleri toprakları sahiplenecek bir takvime ihtiyaç duyarlar, mesela 1071 Malazgirt Zaferi. Bu takvimin önemli anları vardır, 1453 İstanbul’un Fethi, 1923 Cumhuriyet’in ilanı.
Tabii takvim sadece geçmişi göstermez, geleceği de gösterir. Gelecek üzerinde de kontrol kurulmalıdır. 2023, 2053, 2071 hedefleri gibi. 2023’e şurada dört yılcık kaldı. Zihinsel zaman idrakımızın alanına girdi. Artık 2023’ü tahayyül edebiliyoruz. Vaat neydi? Unuttuk. Otoriter devletin yarattığı ideolojik gözlükle, dünyaya karşı beka mücadelesi veren bir toplum olduk.
Otoriterleşmiş iktidarın zaman ve mekandaki süreklilikteki en ufak çatlağa tahammülü yok. Ebediliğine halel gelmemeli. Sürekli, ispat etmeli. Son 17 yılda, şimdiye kadar şu ya da bu nedenle kaç defa sandığa gittik, unuttum. Devletin aygıtları, her şeye hakim olunca, seçim tek meşru alan oldu. Diğer tüm toplumsal itirazlar ise devletin sürekliliğine karşı yapılan kötü niyetli, karanlık, dış güçler ile bağlantılı, kuşkulu davranışlar olarak topluma servis ediliyorlar.
31 MART SEÇİMLERİ
31 Mart’ta tarihe geçecek bir seçim yaşadık. Süreç halen de devam ediyor. Bu yazı yazılırken, YSK henüz AKP’nin İstanbul seçimlerinin yenilenmesi talebine karar vermemişti.
İmamoğlu, şeffaf belediyecilik sözünü tuttu. Belediye meclis toplantıları artık İBB televizyonundan canlı yayınlanıyor. İlk iki canlı yayını 3.5 milyon kişi izlemiş. Her karar halkın gözü önünde, şeffaf bir şekilde oylanıyor. Cumhur İttifakı’nın belediye meclisini kitleme hesapları suya düşmüş görünüyor.
Doğu il ve ilçelerinde ise durum başka. Belediyeler, çarşaf çarşaf muhasebe defterlerini binalarının cephelerine asıyorlar. Daha önce borçları olmayan ve kayyım atanmış belediyeler, borçları yüzde 85 artmış olarak geri alındı.
Diyarbakır eski belediye başkanının gösterişli odasını ve lüks banyosunu gösteren videoyu ilk izlediğimde, sanki bir suç örgütünün inine giriliyor ya da uyuşturucu baskını yapılıyordu. 2 milyon lira harcanmış. Kayyıma, atandığı makam yetmemiş, bir de bunu insanın gözüne sokmak için elinden geleni yapmış. Lüks banyo konusunda ise bir şey diyemiyorum artık.
KAYYIM ODASI
Bu pervasızlığın, güvenin arkasında ne olabilir diye düşünüyorum. Birincisi, atananların devletin bir parçası olarak iktidarın sürekliliğine inancı, ikincisi ise kulaklarında sürekli çınlayan "devletin itibarından tasarruf olmaz" sözleri. Bu ancak, kendisini devlet sanan hastalıklı bir zihniyetin ürünü olabilir.
Ayrıca yeni Mardin Belediye Eşbaşkanı’nın, belediyenin etrafına örülen yüksek duvara, sembolik ilk balyozu vuran fotoğrafını gördüm. Aklıma Berlin Duvarı’nın yıkılışı geldi. Otoriter bir devletin ördüğü duvarın yıkılışı, Türkiye için en az Berlin Duvarı kadar önemli. Halk ile yönetenler arasında çekilen devletin duvarı yıkılıyor, devletin beka söyleminde çatlaklar oluşuyor.
DUVAR
Örnekler çok, uzatmayacağım. Demek “gönül belediyeciliği” yüksek duvarların, kapalı kapıların ardında, seçilenlerin değil atananların şahsi, hukuk dışı kararlarına kalarak yapılamıyormuş. 31 Mart seçimleri gösterdi ki, halkın beklentisi icraattan önce icraatlarda şeffaflık. Bundan sonra bütün belediyeler bu konuda dikkatli olmak zorunda kalacak. Kanımca 31 Mart seçimlerinin demokrasiye en büyük getirisi bu oldu.