'Mekanın sahibi' devlete geri döndü
1996 Susurluk kazasından sonra geri çekilen derin yapı, Rojava’da ortaya çıkan yeni durum, Irak’ta Barzani’nin bağımsızlık referandumu, Türkiye’de meydana gelen Gezi ve Kobanê olaylarının ardından yeniden ortaya çıktı. Son beş yıldır ülkeyi Erdoğan’ın değil, bu derin bir organizasyonun yönettiği algısı, Ağar’ın son açıklamaları ile daha da güçlendi. Anlaşılan o ki, mekânın sahibi geri döndü.
Oktay Candemir
AKP fabrika ayarlarına dönsün tartışmaları sürerken, T.C. Devleti çoktan fabrika ayarlarına geri döndü. O fabrika ayarlarında İttihat Terraki var, Enver Paşa var, Abdullah Çatlı var ve şu aralar yeniden dirilen Mehmet Ağar var. Tüm bunları bir araya getirdiğinizde karşınıza çıkan toplam sonuç ise Ermeni kıyımı, 6-7 Eylül’de Rumlara yönelik saldırılar, 70’lerde devrimcilere ilişkin cinayetler ve 90’ların Kürt katliamları oluyor.
Mehmet Ağar’ın konuşmasından anladığımız şudur: Mekanın sahibi geri döndü.
Hafızalarımızda derin izler bırakan 90’lar tarihinin en önemli olayı, 3 Kasım 1996’da Susurluk ilçesinde meydana gelen trafik kazası oldu. İçinde Korucubaşı Sedat Bucak, Ankara Bahçelievler Katliamı zanlısı olarak kırmızı bültenle aranan Abdullah Çatlı ve bir polis şefinin bulunduğu Mercedes’in bir kamyona çarpmasıyla 90’ların ilk yarısında Kürt illerinde yaşanan bütün katliamlar, faili meçhul cinayetler ve onun arkasındaki organizasyon ortalığa savruldu.
Dönemin Başbakanı Necmettin Erbakan, Susurluk’ta ortaya çıkan hukuksuzluğu protesto edenlere ‘Glu glu dansı yapıyorlar’ diyerek tepki gösterirken, Başbakan Yardımcısı ve DYP Genel Başkanı Tansu Çiller de 'Bu ülke için kurşun atan da, yiyen de şereflidir' diyerek Susurluk’ta ortaya çıkan tüm suçları devlet adına sahipleniyordu.
Susurluk’ta ortaya çıkan derin devlet ya da bilinen adıyla Gladio’nun başındaki kişi olduğu iddia edilen Mehmet Ağar ise, 'Devlet adına bin operasyon yaptık, buradan bir tuğla çekerseniz devlet çöker' diyerek Susurluk’un üzerinin örtbas edilmesini istiyordu. Öyle de oldu. Devlet, Kutlu Aktaş’ın Susurluk Raporu'ndan öteye gitmedi ve konu bir şekilde kapatıldı ama devlet bir türlü toparlanamadı. Susurluk kazası 28 Şubatı yaratırken, 28 Şubat postmodern darbesi ise Recep Tayyip Erdoğan’ı yarattı.
Ne tesadüftür ki, Susurluk kazasının yıl dönümü olan 3 Kasım 2002 günü tek başına iktidara gelen Recep Tayyip Erdoğan, yaşanan faili meçhul cinayetlere dikkat çekiyor, Kürtlerin acılarından dem vuruyor ve Susurluk çetesinden hesap soracağını söyleyerek yeni bir yaklaşımı ortaya koyuyordu. Ardından Ergenekon denilen yapı çökertildi (bugün anlaşılan biz öyle sanmışız) ve Silivri’de yargılandı.
Bu tutuklamaların arkasında o dönem ‘Gülen Cemaati’ olarak ifade edilen ve 17-25 Aralık’tan sonra ise 'FETÖ’ye dönüşen yapı vardı. Aslında yaşananlar bir nevi siyasal İslamcıların ve Kemalistlerin 90 yıllık mücadelesinin geldiği son aşamaydı. Bu hesaplaşma bugüne kadar hep Kürtler üzerinden yürüdü. 1950’de DP partinin Halk Partisi'ne karşı en büyük kozu 33 kurşun katliamı iken, siyasal İslamcıların Kemalist yönetime karşı kozu yine 1990’larda Kürtlere yönelik işlenen suçlardı.
Bu davalarda Kürtlerin derin devlet olarak zikrettiği ve 90’larda yaşanan katliamların liderliğini yaptığı iddia edilen Tansu Çiller, Mehmet Ağar, Sedat Bucak gibi isimlerin yargılanmaması üzerine Kürtler, Ergenekon operasyonlarının 90’larda Kürtlere karşı işlenen suçlarla ilgili olmadığını belirterek tarafsız kalmayı tercih etti.
15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsünün ardından yaşananlar, Kürtlerin ne kadar haklı olduğunu ortaya koydu. Silivri’de Ergenekon örgütü üyeliği ve yöneticiliği suçlamasıyla tutuklu bulunan kişiler serbest bırakıldı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, hemen ardından Çiller ve Ağar’a yakınlığı ile bilinen Süleyman Soylu’yu İçişleri Bakanı yaptı.
Erdoğan, Çiller ve Ağar arasında bu gelişmeler yaşanırken, ne olduğu tam bir ‘devlet sırrı’ olan Devlet Bahçeli de o arada Erdoğan’ın yanındaki yerini aldı.
Ergenekon dosyasından beraat eden Doğu Perinçek, Nedim Şener ve daha birçok kişi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yanında saf tuttu. Hatta Perinçek bu duruma 'Erdoğan’ı ele geçirdik' diyerek yeni dönemin işaretlerini veriyordu.
Son olarak gayrı resmi devletin resmi sözcüsü gibi kamuoyuna açıklamalarda bulunan Mehmet Ağar, AKP’den ayrılarak yeni partiler kuran Abdullah Gül, Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu’nu 'AKP’yi bölerek bizi üzmeyin' diyerek yumuşak bir tonda tehdit etti.
AKP’nin iktidardan uzaklaşması Ağar’ın ‘biz’ diye söz ettiği karanlık yapıları neden üzüyor, bilmiyorum ama bu açıklamanın hayra alamet olmadığı kesin. 24 Haziran 2018 seçimlerinden önce Abdullah Gül’ün bahçesine indirilen helikopter ile Ağar’ın açıklamaları birbirinden bağımsız değil.
İttihat ve Terraki döneminde 'iç ve dış düşmanlara karşı gösterilecek devlet refleksi' olarak yapılandırılan Türk derin devleti, 1915’te Ermenilere, 6-7 Eylül’de Rumlara, 1970’lerde devrimcilere ve 90’larda Kürt isyanının patlak vermesinin ardından faili meçhul cinayetler ve köy boşaltmaları ile kendisine 100 yıl önce biçilen misyonu yerine getirdi.
1996 Susurluk kazasından sonra geri çekilen derin yapı, Rojava’da ortaya çıkan yeni durum, Irak’ta Barzani’nin bağımsızlık referandumu, Türkiye’de meydana gelen Gezi ve Kobanê olaylarının ardından yeniden ortaya çıktı. Son beş yıldır ülkeyi Erdoğan’ın değil, bu derin bir organizasyonun yönettiği algısı, Ağar’ın son açıklamaları ile daha da güçlendi. Anlaşılan o ki, mekânın sahibi geri döndü.
Erdoğan mı derin devleti ele geçirdi, derin devlet mi Erdoğan’ı ele geçirdi diye soruyoruz ama AKP’nin fabrika ayarlarına dönmesine dair tartışmalar yaşanırken, T.C. çoktan fabrika ayarlarına geri döndü.