Mektuplardaki Don Sandalio imgesi
Miguel de Unamuno'nun mektup biçiminde kaleme aldığı 'Satranç Ustası Don Sandalio’, Bengi De Sa Matos Paixao çevirisiyle Ketebe Yayınları tarafından yayımlandı.
Miguel de Unamuno, 1936’nın son günü öldüğünde ardında birçok eser ve üzerinde düşünülmesi gereken fikirler bırakmıştı. İnsanın mantığı ve inancı, aklı ve duyguları arasındaki gerilimlere dair söyleyip yazdıkları, kendisinden sonraki yazar ve düşünürleri etkilemişti. Roman ve öykülerindeki karakterler ve onların başına gelenler, çoğunlukla bu minvalde seyreden hikâyelerden oluşuyordu.
Unamuno, iç çatışmalarıyla; kendisinin ifadesiyle “insan olmasından kaynaklanan çelişkileriyle” ve bir mantığa oturttuğu öfkesiyle nam salmış, bunları bilgece dile getirmesiyle ünlenmiş bir düşünürdü. Cahillikte ısrar edenlere şifa dilerken yaşamı savunuyor ve akıl-duygu ayrımını pek hoş karşılamıyordu. Dahası, kişinin inandıkları ve dinin inandırdıkları arasında yaptığı ayrım, dönemin İspanyası’ndaki muhafazakârlar tarafından çok sert biçimde eleştirilmişti. Oysa yazar, inanç-yaşam geriliminin suniliğine dikkat çekmiş ve bunun felsefi sorgulamasına girişmişti. Daha doğrusu, bu gerilime dair sorularına yanıtlar aramıştı.
Unamuno, halis bir felsefeci olduğundan her şeyin başına soruları ve sorgulamayı yerleştirmişti. Denemelerinde ve romanlarında da sorgulayan karakterler ön plandaydı. Yaşamının son döneminde yayımlanan; kişinin benliğini ve kaygılarını sorguladığı, mektup biçiminde kaleme aldığı 'Satranç Ustası Don Sandalio’nun Romanı' da Unamuno’nun bu metinlerinden biriydi.
MÜNZEVİNİN DON SANDALIO'YLA KARŞILAŞMASI
'Satranç Ustası Don Sandalio’nun Romanı'nın inzivada yaşayan anlatıcısı, vakti zamanında etrafındakilerin aptalca tavırlarından sıkılmış fakat buna rağmen başkalarından kaçamamış biri. Sahilde sakin sessiz yaşarken hemen her gün uğradığı dernek, kısa süre de olsa sosyalleştiği bir mekân ve orada satrancı hayatının merkezine yerleştiren Don Sandalio’yla tanışıyor. Bu karşılaşma ve sonrasında yaşananlar, Unamuno’nun roman içinde romana, hikâye içinde hikâyeye ve gerçek-kurgu karışımına dönüşen bir metin hâline geliyor.
Anlatıcı, dalgalar ve ağaçlarla dost olmak için geldiği sahilde, arkadaşı Felipe’ye gönderdiği mektupta insanlardan nefret etmediğini fakat aptallıktan sıtkı sıyrıldığını yazarken kendisini Robinson’a benzetiyor: “Ne kadar da benziyorum Robinson’a! İnsanların çıplak ayak izlerini görmekten değil ama aptal ruhlarının sözlerini duymaktan kaçıyorum ve kendimi izole ediyorum ki aptallıklarının sürtüşmesinden korunabileyim. Sahile vuran dalgaların sesini ya da dağdaki ağaçların yapraklarında rüzgârı dinlemeye gidiyorum. Hiç erkek yok! Kadın da yok, elbette! Henüz konuşmayı sökmemiş, ailesinin evde öğrettiği şükranları bir papağan misali nasıl tekrar edeceğini bilmeyen bir çocuk vardır en fazla.”
Ağaçların, dalgaların, rüzgârın ve ıssız sahilin kendisini insanlardan uzaklaştırdığını, böyle mutlu olduğunu fakat bunun uzun sürmemesinden korktuğunu da not ediyor mektuplarından birinde. Bahsi geçen korku, üye olduğu derneğe gidip gelmeye başlamasıyla gerçeğe dönüşüyor.
İnsanların kart oyunlarıyla zaman öldürdüğü, az iletişim kurduğu ve bir şeyler okur gibi yaptığı bir dernek bu. Anlatıcı, kaçtığı aptallıklarla burada yeniden karşılaştığını düşünürken etrafını gözlemlemeyi de ihmal etmediği sırada gözü satranç oynayanlara takılıyor; bir güruh, satranç tahtası çevresinde toplanmış hamleleri izleyip tartışırken kalabalıktan birinin seslendiği Don Sandalio’yu fark ediyor: “Onun hayatına dair hiçbir şey tasavvur edemedim, onu çok umursadığım da söylenemez. Hayal etmeyi seçiyorum. Derneğe yalnızca satranç oynamak için geliyor ve tek kelime bile etmeden, hasta bir açgözlülükle oynuyor. Satranç dışında bir dünya yok gibi onun için. Diğer oyuncular ona saygı duyuyor, belki de görmezden geliyor, gerçi belli bir acıma duygusu hissettiklerini de fark ettim. Onun için bir manyak denilebilir. Ama her zaman, belki de ona acıdıklarından, kendisiyle satranç oynayacak birini bulmayı başarıyor.”
Anlatıcı, gördüğü ve hayal ettiği (zihninde bir hikâye yazdığı) Don Sandalio arasında gidip gelirken tanıyanların ona nasıl davrandığını, satrancın onun için ne anlama geldiğini ve bu adamın benliğinin derinliklerinde neler olup bittiğini düşünüyor. Ardından, Don Sandalio imgesinin kendisini her yerde izlediğini fark ediyor.
Zihnini açan ve artık onsuz yaşayamayacağını sandığı Don Sandalio’yla ilgili anlatıcının ayırdına vardığı başka bir şey daha bulunuyor: “İnsanlardan, saçmalıklarından, aptal uygarlıklarından ne kadar kaçmak istersem isteyeyim yine de bir insanım; olmak istediğimden daha çok insanım ve onlardan uzakta yaşamayı başaramayacağımı düşünüyorum. Beni çeken şey bu aptallık! Bunun beni içten içe rahatsız etmesine ihtiyacım var!”
SORU VE YANITLARA GEBE SESSİZLİKLER
Anlatıcı, dostu Felipe’ye yazdığı mektuplarda, Don Sandalio’nun satrancı bir ibadet gibi nitelediğinden onu izlemenin ve onunla arkadaşlık kurmanın kendisini “insanın en büyük trajedilerinden biri” dediği aptallıklardan uzaklaştırıldığından ve gitgide bu gizemli adamı daha çok tanımak istediğinden bahsediyor. Bununla birlikte Don Sandalio’nun mutlu olup olmadığını ve herhangi bir trajedinin çemberinden geçip geçmediğini de merak ediyor. Başladıkları oyun, anlatıcının hem kendi düşüncelerini ortaya döktüğü hem de Don Sandalio’yla ilgili fikirler yürüttüğü bir eylem hâline geliyor. Hatta anlatıcı işi bir boy öteye götürüyor: “Benim Don Sandalio’m dernekte satranç oynayan değil, diğeri; beni ruhumun derinliklerine sokan, peşimi bırakmayan Don Sandalio; onun hayalini kuruyorum, hatta onunla birlikte acı çekiyorum (...) Sonra, Don Sandalio’m hakkında düşünerek onu kendime dönüştürdüğümü ve çifte kişilikten mustarip olduğumu düşünerek titredim. Gerçek şu ki, bu yeterliydi!”
Var olan Sandalio ile zihninde kurguladığı Sandalio ayrımı, anlatıcıyı bazı anlarda delirme noktasına getiriyor. Anlatıcı ve Don Sandalio bazen tek bir ruhta birleşiyor bazen de kavgaya tutuşuyor. Anlatıcı, Don Sandalio’yu merak ederken aslında kendi benliğini eşeliyor; kimi anlarda kendisini Don Sandalio’ya benzetiyor kimisinde ise onu kendisine… Zaman zaman anlatıcı sanki bir ayna karşısında duruyormuş izlenimi veriyor.
Don Sandalio’nun suskunluğuna karşılık anlatıcının konuşkanlığı dikkat çekici: İkili arasındaki ilişki, satrançtaki hayati hamlelere benziyor. Don Sandalio’nun suskunluğuyla yaptığı hamleler anlatıcının merakını artırıyor ve onunla ilgili yerli yersiz düşünceler dolaşıyor zihninde. Don Sandalio’nun dediği gibi hayat ve oyun problemler sunuyor. İnsanların aptallıkları ve tesadüfen karşısına çıkan oyuncunun hikâyesi bunların başında geliyor. Bir de anlatıcının her gün uydurduğu yeni hatıralar…
Anlatıcı sonra fark ediyor ki herkesin kendi Don Sandalio’su olabilir ve herkes onu hayal ederek roman yazabilir. Ardından, yeni sorular doğuracak yanıtlar geliyor: “Yoksa mektuplardaki Don Sandalio, benim Don Sandalio’m, aslında sevgili Felipe’nin ta kendisi mi? Bütün bunlar Felipe’nin kurgulanmış bir otobiyografisi ve görünüşe göre aynı zamanda benim bilinmeyen okurum mu? Mektupların yazarı! Felipe! Satranç oyuncusu Don Sandalio! Buğulu aynalardan oluşan bir galerideki figürler! (...) Her şair, her yaratıcı, her roman yazarı -roman yaratıcısı- karakterler yaratarak aslında kendini yaratır ve eğer onlar ölü doğarsa kendisi de bir ölü gibi yaşıyor demektir.”
Unamuno, tek bir andan; Don Sandalio’nun son derece vakur bir tavırla satranç oynadığı ve anlatıcının onu gördüğü dakikalardan hareketle yazdığı romanda, sessizliklerin aslında pek çok soruya ve yanıta gebe olduğunu, kişinin kendisini ve etrafında yaşananları sorgulamak için buradan hareket edebileceğini gösteriyor okura. Sonrasında yaşanacakların veya düşünüleceklerin, satranca ve hamlelere benzeyebileceğini sezdiriyor.