Politik melankoli, bir anlamda zamanı şimdiye sıkıştırmayanlarını duygusu olarak karşımıza çıkıyor. Bu da geçmişin deneyimlerini yaşamın bir parçası yaparak, günümüzde hem unutmamayı hem de tarihin direnişlerini ve acılı yanlarını canlı tutmayı sağlıyor.
Enzo Traverso, geçtiğimiz günlerde yayımlanan bir söyleşisinde, sol düşüncenin melankoliye ihtiyacı olduğundan bahsederek, şöyle söylüyordu: “Solun melankolisi her zaman var olmuştur. Bu, kolektif hareketlerin başarısızlıklarının ve devrim umutlarının çöküşünün sonucunda oluştu. Ne pasiflik ne de vazgeçme amacındadır ve geçmişin, duygusal boyutunu koruyabilen bir eleştirel yeniden değerlendirmesini yapabilir. Bu, hem yitirilen yoldaşların yasını tutmak hem de kolektif eylem vasıtasıyla toplumsal dönüşümün neşeli ve kardeşçe anlarını hatırlamak anlamına gelir. Anı ile desteklenen ve solun yeniden etkinleşmesi önünde engel teşkil etmeyen bu melankoliye ihtiyacımız var.”(1) Traverso, bu konuya epey kafa yoran düşünürlerden, haklı olarak çünkü melankoli geçmişin deneyimlerini canlı tutmanın ona şimdide anlam kazandırmanın da bir yolu olabilir. Bu açıdan bu duyguyu sadece varlığın bireysel varoluş sorunlarıyla ilişkili olarak değerlendiremeyiz.
Melankoli duygusu en çok yas ile ilişkilenir. Freud, ünlü metni “Yas ve Melankoli”de, meselenin daha çok patalojik yanıyla ilgilenir ve onun düşüncesinde yas da melankoli de sevdiğimiz bir nesnenin kaybıyla ilgilidir. Traverso, Freud bağlamında kaybedilen nesneyi genişleterek, şöyle söyler: “Bu bir insan da olabilir, bir ideal, bir ülke, özgürlük yahut benzeri bir soyut kategori de…”(2) Bu, bize melankoliyi daha geniş bir çerçevede değerlendirme şansı verir. Toplumların, grupların ortaklaştıkları kayıplar, melankolinin ortak bir his olarak karşımıza çıktığı durumlara işaret eder. Ortak melankoli, ortak yas ile de ilişkilidir ancak yas bir şekilde kaybın kabulünü, ondan kopmayı içerirken, melankoli de devamlılık vardır. Traverso’nun deyimiyle: “Kederine galip gelen yaslı kişiden farklı olarak, melankolik kişi, kaybettiği sevgi nesnesiyle özdeşleşir ve acısını, kendisini dış dünyadan koparan, kendi içine kapanmış bir tecrite dönüştürür. Diğer bir ifadeyle melankoli, tamamlanmamış, imkânsız ve ‘patalojik yastır’”. Melankoli kayıp nesneden kopamayan, onu zihninin bir yerinde taşıyan, aşılamayan bir duruma dönüşür. Bu da topluluklar için işlevseldir çünkü geçmişin anısını yaşatmak, ondan kalandan dersler çıkarmak, “solun melankolisi” bağlamında düşündüğümüzde, bir şekilde geçmişin devrimci mirasını yaşatmak ve ondan kopmamak anlamı taşır. Çünkü geçmişte bırakılamayanın, şimdide anlamını sürdürmesi ütopyaların sonunun geldiğini düşündüren dünya şartlarında yaşarken, bizim direnmemize, olabilmiş olanın imkânını bugünde sürdürmeye araç olur.
Traverso, kısaca, “sol melankoliyi” imkânsız bir yas olarak görüyor. Bu tutması imkânsız yas, kopulamayan nesneyle bağlantılı olarak, geçmişle ilişkilendiğinde melankoliyi farklı açılardan değerlendirmemize imkân veriyor ayrıca yas, kopulan nesnenin yerine başka bir şey koymayı içerirken, melankolide kopma olmadığı için yeri başka bir şeyle dolmuyor. Bu nedenle Traverso, melankolinin, ortada muhalif bir alternatif yoksa onun yerine kapitalizmi, neoliberalizmi ve benzerlerinin koyulmamasında da işlevsel olabileceğini hatırlatıyor, ona göre, böyle bir durumda melankoli: “Tahakkümle her türlü uzlaşmayı inatla geri çevirmek demektir.” Kısacası, melankoli süreç içerdiği için, nesnesinden kopamadığı için bizi bitmişliğe, yerine bir şey koymaya değil, onu anıda yaşatarak, vazgeçmemeye vesile oluyor.
Geçmişin melankoli vasıtasıyla şimdide varlığını sürdürmesi, belleğin şeyleştirilmesinin, müzelerde birer temsile dönüştürülmesinin, bellek turizminin bir parçası hâline gelmesinin, tanığın “ikonlaştırılmasının”, yaşananın gösterinin bir parçası kılınmasının da önüne geçmemizi sağlayabilir. Çünkü Adorno’nun uyardığı gibi geçmişin şimdideki varlığını sorunlu kılan yanlar var, düşünür buna “geçmişin işlenmesi” diyor ve bununla kast ettiğini şöyle açıklıyor: “ Geçmişin işlenmesi deyimiyle kast edilen, geçmişin ciddi biçimde ele alınıp işlenmesi (Verarbeitung), berrak bilinçle büyüsünün kırılması değildir. Tersine, altına bir oldubitti çizgisi çekip konu kapatılmak, elden gelse bellekten bile silinmek istenmektedir. Aslında haksızlığa uğrayana yaraşan, her şeyin unutulup bağışlanmış olması tavrı, o haksızlığı işleyenlerin yandaşlarınca ortaya konmaktadır”(3). Egemenler için haksızlığa maruz kalanların geçmişi sorun yaratır çünkü kurtulamadığı bu geçmiş devamlı karşısına çıkar, böyle bir durumda, unutulması, bağışlanması üstünün kapatılması onlar için en iyisidir, bu nedenle geçmişten kurtulmak isterler. Yaşananlar hiç konuşulmasın, üzerine sünger çekilsin, geçmiş kronolojinin soğuk sayılarında kalsın veya bir müzede kapatılsın, görünmez olsun, gölgesi bile kalmasın ki karşımıza çıkmasın diye düşünürler. İşte, böyle bir durumda da melankolinin bizi geçmişten koparmayan yanı işlevsel olarak görülebilir. Bu hem acı yaşanmışlıklar için hem de muhaliflerin direnişler belleğinin yaşatılması için önemlidir böylece, hem varlığımızı anlamsız kılmaya çalışanlara karşı kendimizi korumamızı sağlar hem de geçmişte de vardık, şimdide de varız dememize vesile olur.
Melankoliyi politik olarak tahayyül ettiğimizde farklı bağlamlarda üzerine düşünebiliyoruz. Bunun bir boyutu da benim fikrimce bizi boş iyimserlikten kurtarması. Eagleton’ın ifadesiyle iyimserler: “Muhafazakârdır çünkü iyi bir geleceğe duydukları inanç, şimdinin özünde iyi olduğuna duydukları güvenden kaynağını alır. Zaten iyimserlik hâkim sınıf ideolojilerinin tipik unsurudur.”(4) Şimdinin verileri bize pek de parlak bir dünyada yaşamadığımızı gösteriyor, politikacıların iyiye dair söylemlerinin bizim hayatlarımızda karşılığı yok, o zaman boş bir iyimserlikle hareket etmenin de anlamı yok. Böyle bir durumda bahsettiğimiz bağlamda melankolik, geçmişin anılarından kopmadığı için, dünyanın kriz dönemlerinde neler yaşanabileceğini belleğinin bir köşesinde tutar, bu da boş iyimserliğe kapılmanın önüne geçer. Çünkü geçmişle yaşayan melankolik için “ölü” mezarda kalmamıştır, o yaşamının belli anlarında dirilerek varlığını sürdürür, bu durum onun yok olmasına izin vermez. Bugün muhalif topluluklarca önemli görülen isimlerin anısının sıklıkla karşımıza çıkması da bu durumdan kaynaklanır. Örneğin; Che, Sacco, Vanzetti, Goldman, Luxemburg gibi geçmişin devrimci düşünceyle simgeleşmiş isimleriyle devamlı yolumuzun kesişmesi, biraz bununla ilgilidir. Tarihin belirli anlarında olumsuz gidişata müdahale etmiş isimleri sıklıkla anımsamamız, onları anmamız bu açılardan melankolinin politikası ile birlikte değerlendirebileceğimiz bir durumdur.
Geçen haftaki yazıda melankolinin bireysel varoluşumuzu, yaşamı kavrayışımızı nasıl etkilediği üzerinde durmuştuk, bu yazıda ise bahsettiğimiz duygunun politik olduğunda nasıl bellekle ilişkilendiğini görüyoruz. Politik melankoli, bu yazıda ifade etmeye çalıştığımız bağlamda, bir anlamda zamanı şimdiye sıkıştırmayanlarını duygusu olarak karşımıza çıkıyor. Bu da geçmişin deneyimlerini yaşamın bir parçası yaparak, günümüzde hem unutmamayı hem de tarihin direnişlerini ve acılı yanlarını canlı tutmayı sağlıyor. Çünkü egemenler açısından iki durumda unutulması gerekenler olarak tahayyül ediliyor, -hem muhaliflerin zaferleri hem de halkların maruz kaldığı acılar- melankoli bu iki yaşanmışlığı da hayatımızdan çıkarmanın önüne geçiyor. Bu açılardan söyleyebiliriz; daha önce bahsettiğimiz duygular gibi melankoli de tek tek özneler olarak varlığımızı, dünyaya bakışımızı etkileyebiliyorken, politik anlamları üzerine düşündüğümüzde direnmenin bir yolu hâline gelebiliyor.