Dokuz Eylül Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Esergül Balcı’nın “eğitimde tarikatların etkisi” konulu araştırmasına göre Türkiye’de 1 milyon öğrenci tarikatların elinde ve aileler yoksulluktan dolayı çocuklarını cemaatlere teslim ediyor. Bu mecburiyetin faciayla sonuçlandığı olaylardan biri 29 Kasım 2016 tarihinde Adana’nın Aladağ ilçesinde, “Süleymancılar” isimli cemaate ait olduğu söylenen kız yurdunda yaşandı.
Çeşitli köylerden ilkokul eğitimi almak üzere gelen kız çocuklarının bulunduğu “özel” yurtta çıkan yangın biri bebek olmak üzere 11 çocuk ve bir belletmenin hayatına mal oldu. Yangın sırasında pencerelerden atlamak zorunda kalan 16 çocuk yaralandı.
Yurt binasında yangına karşı herhangi bir tedbirin olmadığı, yangın merdiveninin kapısının kilitli olduğu, ne öğrencilerin ne de yurttaki görevlilerin yangına dair herhangi bir eğitimden geçirilmediği kısa süre içinde ortaya çıktı. İhmâl büyük, facia korkunçtu. Soruşturmalar, davalar açıldı. TBMM bünyesinde dört partiden üyenin bulunduğu Araştırma Komisyonu incelemeler yaptı, bilirkişi raporları hazırlandı. Her zaman olduğu gibi facianın yarattığı kamuoyu tepkisinin dindirilmesi için başka yurtlar incelemeye alındı. Kimi yurtlar kapatılırken kaç yurttaki ihmalin üstünün kapatıldığı ise meçhul. Bu süreçte Aladağ davası her duruşmada yeni “ayrıntılara” boğuldu ve tutuklu sanıkların çoğu tahliye edildi.
Dava sürecine başından itibaren avukatları aracılığıyla dahil olan Sosyal Haklar Derneği, hayatta kalan çocukların ve şikâyetçi ailelerin korunması, davadan adil bir sonuç çıkması için mücadele eden STK’ların başında geliyor. Bugün görülecek olan davanın 5'inci duruşması vesilesiyle CHP eski milletvekili ve Sosyal Haklar Derneği Başkanı Melda Onur’la Aladağ yangını ve yangının arkasındaki cemaat gerçeklerini konuştuk…
29 Kasım 2016 tarihinde Adana’nın Aladağ ilçesinde 11’i çocuk 12 kişinin hayatını kaybettiği yurt yangınıyla ilgili davanın 5. duruşması 26 Şubat pazartesi günü görülecek. Siz Sosyal Haklar Derneği olarak başından itibaren davanın aktif takipçiliğini yaparken, bu yurdun Süleymancılar isimli cemaate ait olduğunun da altını çiziyorsunuz. Hadiseye en baştan başlayalım: İlkokul seviyesindeki kız çocuklarının cemaat yurduna yerleştirilme süreci nasıl başlamıştı?
Aladağ’a bağlı köylerdeki çocuklar okul olmadığı için ilçeye gelmek zorunda kalıyor. Yangında hayatını kaybeden altı çocuğun geldiği Köprücük köyünde güzel bir ilkokul binası var ama öğretmen atanmadığı için kapalı. Binanın önü moloz, içi çöp dolu, atıl durumda. Dolayısıyla başından beri köyün kendi okuluna öğretmen atanarak bu facianın önüne geçilebilirdi. Pekâlâ Finlandiya modeli uygulanarak, bunca atanmayan öğretmen varken, dört çocuk da olsa her köye bir okul açılabilir. Fakat iktidarın genel eğilimi, eğitimi mümkün mertebe cemaatlere teslim etmek. Bunu Fethullahçılara uzun zaman yaptırdılar. Süleymancılar da uzun zamandır Kur’an kursları ve yurtlarla ama genellikle de facialarla anılırlar. Daha 2008 yılında Konya'nın Taşkent ilçesindeki bir öğrenci yurdunda LPG patlaması sonucu 18 kız öğrenci hayatını kaybetmişti. O davanın duruşması halen devam ediyor ve tutuklu sanık bile yok. Dolayısıyla Aladağ’daki yangını sadece bir yangın olayına indirgeyemeyiz.
Neden?
Yangına gelene kadar çok büyük suçlar işlenmiş. Bir kere ilçede dokuz yıl önce yapılmış ama daha sonra depreme dayanıklı olmadığı iddiasıyla yıkılmış bir öğrenci yurdu vardı. Kendi iktidarınız döneminde bir yurt yapıyorsunuz, sonra depreme dayanaklı olmadığı gerekçesiyle yıkıyorsunuz ve bunun soruşturmasını yapmıyorsunuz! Devlet yurdu olmadığı için kız çocuklarını okutmakta ısrarcı ailelere cemaat yurdu dışında seçenek de bırakmamış oluyorsunuz.
Taşımalı eğitim sistemi neden uygulanmıyor?
Köy yolları çok kötü olduğu için taşımalı eğitimin koşulları yok. Yangından sonra çocukların cenazelerini bile köylere götürmek epey zor olmuştu. Oysa köy yollarının yapılmaması da ulaşım hakkının gaspı. Öte yandan zaten bu çocuklar çok küçük oldukları için yurtta da kalmamaları gerekir. Onların eğitim görmeleri gereken yer bizzat köyleri olmalı. Buna karşın aileler çocuklarını devlet yurduna yerleştirmek için ısrar ediyor. Aileleri Süleymancılara ait Aladağ Kurs ve Okul Talebelerine Yardım Derneği’nin yurduna yönlendiren ise bizzat ilçe milli eğitim müdürü oluyor.
Milli Eğitim Müdürü’nün ailelere sunduğu tek seçenek cemaat yurdu mu?
Ailelere “bu yurda vermiyorsanız o zaman çocuklarınız için ev tutun” deniyor. Ev tutacak parası olmayan bu ailelere aslında sunulan tek seçenek cemaat yurdu. Gerçi mülki amirliğe bağlı Adana İl Koordinasyonu, 20 Temmuz 2016 tarihli toplantısında çocukların Kozan’daki devlet yurduna gönderilebileceği kararı alıyor ama bu karar da ailelere bildirilmiyor.
Ailelerin, çocuklarını Kozan’daki devlet yurduna yerleştirebileceklerini bilmeleri istenmiyor mu?
Bilemiyoruz ama aileler bu bilgiye sahip olsa, çocuklarını oraya yerleştirebilirlerdi. Sonuçta Kozan, Aladağ’a göre köylere daha yakın. İlçe milli eğitimin yönlendirmesi bir yana, cemaat üyelerinin kapı kapı dolaşıp aileleri çocuklarını kendi yurtlarına verme konusunda çalışma yaptığını da söyleyeyim. Bazı ailelere bunun devlet yurdu olduğu söyleniyor çünkü aileler kız çocuklarını verecekleri için buranın devlet yurdu olması konusunda hassaslar.
Erkek çocuklar nerede barınıyorlar peki?
Aynı cemaatin bir de erkek yurdu var, orada kalıyorlar. Yangından sonra kaymakam bu yurdu denetlediklerini ve herhangi bir sorun olmadığını ileri sürdü. Fakat daha sonra TBMM Araştırma Komisyonu inceleme yaparak bu yurdun kapatılmasına karar verdi. O kadar acayip ki, kaymakam yalan söylüyor, milli eğitim müdürü yalan söylüyor, bürokrat yalan söylüyor… Tüm bu yalanlar cemaati korumak için söyleniyor.
Yangının yaşandığı yurtta ne gibi ihmaller tespit edildi?
Bir kere çok çabuk tutuşacak malzemeyle dolu bir yurt. Oysa bu tür yurtlarda çabuk tutuşmayacak malzeme kullanılmak zorunda. Ayrıca içeride yangın tatbikatı yapılmadığını çocuklar söylüyor. Belletmenler… İşte bu kişilerin tam kaydı yok. Aileler toplam 10-15 kadar belletmenin dönüşümlü bulunduğunu söylüyorlar ama kim, ne zaman nöbetçi belli değil. O akşam çocukların başında bulunmak üzere beş belletmen, bir de dini sohbet için orada bulunan 10-15 kadar komşu kadının olduğu söyleniyor. Biri zaten hayatını kaybetti, Fatma Canatan. Diğerleri için de takipsizlik kararı çıktı.
Belletmenler kim?
Oradaki çocukların başında duran “ablalar”. Çocukları sabah namazına kaldırıyorlar, sözde derslerinin başında bekliyorlar ama herhangi bir ders verecek donanımları yok. Zaten çocuklara çoğunlukla “boşverin okuldaki dersleri, bizim burada verdiğimiz dini eğitim size yeter” telkini yapıyorlar. Birçok kız çocuğunun ağzından duyduğumuz üzere, “bulaşık ve çamaşır yıkamayı, iyi ev kadını olmayı öğrenin” diyorlar. Çocuğu ölen annelerden biri “küçücük çocuğuma tuvalet temizletmişler” demişti. Boylarından büyük kazanları yıkatıyorlar.
Yangında ölenlerden biri de belletmen…
Evet, onun ailesi şikayetçi değil. Keza tutuklu olan yurt müdürünün de bebeği hayatını kaybetti ve onlar da şikayetçi değil. Yangının ertesi günü Milli Eğitim Bakanı, tüm denetimlerin yapıldığını söylemişti. Oysa yangın merdiveninin kapısı kilitliydi ve kapının kolu yoktu. Tüm çocuklar o kapının önünde yığılmıştı. Tüm bürokratlar, siyasetçiler bu cemaat yurdundaki ihmaller karşısında savunmaya geçtiler. Belediye başkanı, bu yurdun açılması iznini vermediklerini söyledi. Oysa 23 Şubat 2009 tarihli, denetim yapıldığı ve uygun olduğu yönünde birçok yazı belediyeye gitmiş. SHD’nin Çukurova bölge temsilcisi komisyon raporunu, ifadeleri tek tek inceleyerek 10 maddede çelişkileri ortaya koydu. Yangının yıldönümünde bu çelişkilerin tümünü Meclis’e giderek her dört siyasi partiye ilettik. Bir kere ailelerin anlatımları TBMM Araştırma Komisyonu’nun 62 sayfalık tutanakta sadece bir paragrafta yer almış. 9 yıllık devlet yurdunun yıkılmasıyla ilgili soruşturma açılmamış olması, Adana İl Koordinasyon Kurulu’ndan çıkan kararın ailelere iletilmemesi, belediyeye 23 Şubat 2009’da yurtla ilgili itfaiye dahil çeşitli kurumlardan yazılar gitmiş olması, kaymakamın, yangından sonra erkek yurdunu denetlediklerine dair beyanına karşın TBMM Araştırma Komisyonu’nun yurdu kapatma kararı… Bürokrasideki her seviye ciddi bir yalan ve inkârın parçası. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, yangından sonra bölgeye psikolog, sosyal hizmet uzmanı ve sosyologların gönderildiği ve ailelerle görüştükleri iddiasında bulunuyor. Aileler ve çocuklar böyle bir hizmetin verilmediğini net olarak söylüyor. Ayrıca TBMM Araştırma Komisyonu’nun raporunun son hali de ortada yok.
Aileleri yurda yönlendiren ilçe milli eğitim müdürü hakkında herhangi bir soruşturma yapıldı mı?
İdari soruşturmada İlçe Milli Eğitim Müdürü kınama cezası aldı. Bunun dışında, yangından önce yurtta denetimde önlemlerin alındığına dair sahte rapor düzenleyen iki memura da birer günlük maaş kesme cezası verildi. Öte yandan bu üç kişi de şu an yürütülen ceza davasında tutuksuz sanık olarak yargılanıyor.
Sizin en fazla üzerinde durduğunuz hususlardan biri de yangının çıktığı yurt binasının yıkılması. Bu yıkım kararını kim verdi?
Yurdu yıkma kararını dernek veriyor. Aladağ savcılığından da izin alıyorlar. Mahkemede böyle söylüyorlar ama bir izin belgesi göstermediler. Fakat yurdun yıkımı geri kalan delillerin ortadan kaldırılmasıyla eşanlamlı.
Kamuoyunun, sivil toplumun, avukatların, TBMM Araştırma Komisyonu’nun yakından izlediği davada ihmali bulunanlara komik cezalar verilmesi, sorumluların tahliye edilmesi Türkiye koşulları açısından şaşırtıcı olmayabilir ama hâlâ delil barındıran bir binanın herkesin gözleri önünde yıkılması nasıl mümkün olabiliyor?
Bizim Sosyal Haklar Derneği olarak Aladağ’da sürekli bulunan bir çalışanımız yok ama normalde Aladağ’daki halkın buna duyarlı olması lazım. Fakat Aladağ çok ciddi bir Süleymancı etkisi altında. Hatta duruşma sonrasında cemaat ailelere saldırdı, arbede çıktı. Sorumlulardan biri yangından birkaç gün önce elektrik bakımı yapıldığını hatırlatarak sabotaj iddiasında bulundu. Anlaşıldığı kadarıyla bu olay bir şekilde FETÖ’ye yıkılmak isteniyor olabilir. Oysa bir sabotaj varsa bile bu, yurttaki ihmalleri örtmez. Yangın merdivenin kilidini sabotajcılar mı kilitledi, kapı kolunu onlar mı takmadı, yerde tutuşması çok kolay olan malzemeyi sabotajcılar mı döşedi? Delilleri barındıran binayı sabotajcılar mı yıktı?
Yangınla ilgili hazırlanan iki bilirkişi raporu ne diyor?
Bilirkişi raporlarına göre yangına, eskimiş olan elektrik şalteri yol açtı. Elektrik tesisatında oluşan kısa devreyle iki katta aynı anda yangın başladı. Yurtta kullanılan ahşap ve yanmaya elverişli malzeme nedeniyle yangın hızla yayılıp tüm binayı sardı. Tartışma konusu olan yangın merdivenlerinin kapılarının PVC malzemelerinden yapıldığı belirlenirken birinci kat kapısı açılması imkansız, ikinci ve üçüncü kat kapıları da yönetmeliğe aykırı bulundu. Raporlarda, belletmenlerin yangına karşı eğitim almadıkları da ortaya konuyor. Öte yandan tutuklu dört yurt yöneticisi, bilirkişi raporuna dayanılarak tali kusurlu gösterildi ve tahliye edildi. Yurdun üst katı kaçak ama yangın ve yurt yönetmeliklerine uygun olmadığı için bize göre yurdun kendisi zaten kaçak.
Yargılama sürecinde kaç kişi tutuklandı?
İlk etapta derneğin yöneticileri ve yurt müdürü dahil yedi kişi tutuklandı. Daha sonra dört kişi tahliye edildi, arkadaşlarımızın itirazı üzerine tekrar tutuklandılar. Ardından tekrar tahliyeler oldu ve şu an hapiste biri yurt müdürü, diğeri de dernek başkanı olmak üzere iki kişi tutuklu bulunuyor. Savcılığın iddianamesine göre şüphelilerin TCK’nın 85/2 maddesi uyarınca taksirle birden fazla kişinin ölümüne ve yaralanmasına sebebiyet verme suçundan cezalandırılması isteniyor. Bu sanıklar ceza alırsa 2’şer yıldan 15 yıla kadar hapis yatacaklar. Avukatlarımız aracılığıyla bu iddianameye itiraz ettik. Çünkü iddianame sadece buzdağının görünen kısmıyla ilgileniyor. Bu tarz bir iddianameyle yeni Aladağ’ların önüne geçilemez. Çünkü iddianame, sanıkları asli değil tali kusurlu olarak görüyor. Ayrıca yurtta çocuklara yasadışı bir şekilde eğitim veren, tarikat olması dışında hiçbir vasfı bulunmayan belletmenlerin yargılanmıyor oluşu da davanın yetersizliğini ortaya koyuyor.
Kaç aile şikâyetini sürdürüyor?
Biri bebek 11 çocuk hayatını kaybetmiş, 16 çocuk da yaralanmıştı. Zaten bebek, yurt müdürünün kızı. Müdürün kendisi tutuklu sanık, o davacı değil. Belki aile itfaiyeden davacı olabilir. Çünkü itfaiyenin sepeti olmadığı için kurtarmanın yeterli yapılmadığını söylüyorlar sanıklar. Diğer ölen 10 çocuğun ailesi davacı. Yanısıra yaralanan çocukların da ailelerinden bir kısmı davacı. Sadece çok hafif yaralı olanlar ve dernek yöneticisi olan aileler şu an şikayetçi görünmüyor. Bizim takip ettiğimiz 11 aile var. Bunun dışında 2 aile daha davacı. Yani toplam 13 aile. Şikâyetçi hiçbir aile davasından vazgeçmedi.
Ailelerin hesaplarına para yatırıldığı iddiası doğru mu?
Tabii, dekontlar var. Her ailenin hesabına dava öncesinde dernek adına yaralı çocuklar için 5.000, ölenler için 15.000 TL yatırılmış. Tabii hem yaralı hem de ölen çocuğu olan ailelerin hesabına daha fazla yatmış oluyor. Ailelerin hesap numaraları nasıl bulunmuş da bu paralar yatırılmış, meçhul. Davanın ilk duruşması öncesinde tüm işleri kotarmaya çalışmışlar. Yurdu yıkmışlar, yıkılan yurdun arsasını satıp bu parayı tüm ailelerin hesabına yatırmışlar, şikâyetçi olmamaları için çaba sarfetmişler… Mahkeme sırasında sanıklardan biri çocuklardan birine “bu yurt olmasa sen okuyabilir miydin” diye sordu! Avukat arkadaşlarımızdan biri de “siz devlet diye bir şey duydunuz mu” diye sordu.
Ama çocukların barınabilecekleri bir devlet yurdu yokmuş zaten…
Elbette. Zaten var olan devlet yurtlarının ne kadar uygun olduğu, buralarda gerekli denetimlerin yapılıp yapılmadığı da belli değil. Öte yandan bana kalırsa Aladağ’da cemaat yurdu olduğu için devlet yurt açmamış. Zaten olan yurt da yıkılmış. Ortada laik, kamusal eğitim hakkının ihlali var ve bu Aladağ’la sınırlı değil. O yaştaki çocukları, denetlenmeyen dini eğitimin verilen bir cemaat yurduna nasıl teslim edersiniz! Çocukların şiddet gördüklerine dair de ifadeler var. Görüşmelerimiz sırasında erkek denetçilerin yurda geldiğinde içeri sokulmadığı bilgisi de edindik. Çocukların babaları bile herhangi konuda yurda gittiklerinde içeri alınmıyor. Bu arada Aladağ yangınında hemen sonra çok sayıda skandaldan biri de buzdolabındaki otuz kilo etin cemaat mensuplarının başvurusu ve savcının onayıyla alınmasıdır. O yurttaki her şey bir delil oluştururken, birilerinin girip oradaki eti çıkartması, hatta böylesi bir faciadan sonra akla o otuz kilo etin gelmesi durumun vahametini ortaya koyuyor. Sivil toplum olarak bizler, vatandaşlar, barolar, avukatlar bu işin takipçisi olmazsa, yargılama sürecinde çok daha büyük skandallar yaşanabilir. Cemaatin, “bunlar dine karşı, biz dini eğitim verdiğimiz için bizimle uğraşıyorlar” diyerek arkamızdan söylem geliştirmeye çalıştıklarını biliyoruz.
Davanın pazartesi görülecek duruşmasının temel gündemi ne olacak?
Son tahliyelere dayanak olan bilirkişi raporu görüşülecek. 22 Ocak 2018 tarihinde istenen bilirkişi raporu henüz mahkemeye gelmeden dört sanık, tali kusurlu bulunarak tahliye edilmişti. Avukatlarımız bu tahliyelere itiraz edecekler. Öte yandan itfaiyeye için yürütülen bir soruşturma vardı, orada da iddianame tamamlandı bilgisi var. İtfaiye de bu dava sürecine dahil edilebilir ve dosyalar birleştirilebilir. “Türkiye bir hukuk devletidir” derken, açıkça kendilerine göre bir hukuk kuruyorlar. Aladağ yangını politik bir davadır. Mağdurların hak arayışında bulunduğu her türlü dava politiktir. Aladağ, çocukları din adı altında belli bir sisteme entegre etme, onları olağan hayatın dışına çekme çabasının bir parçasıdır. İktidar bu çabasını zaten gizlemiyor. Fethullahçılardan boşaltılan yerlere başka cemaatlerin doldurulduğunu da gizlemiyorlar. Bu çaba kapsamında çeşitli cemaatlerin ihlal ve ihmallerinin gözardı edilmesi veya gizlenmeye çalışılması da politiktir. Bu nedenlerle Aladağ davasının adaletle sonuçlanması için mücadelemizi sürdüreceğiz.