Melike Demirağ: Burjuva salonlarından devrimin ormanına kaçan kız
Melike Demirağ, su gibiydi. Sudur. Hem de sadece sinemada değil, şarkı söylerken de su gibi durudur. Güzelliğiyle, sesiyle. Bulanmadan da bu su, sol yetişmiştir, yetiştirmiştir onu tam zamanında. Melike Demirağ, bir samimiyet duygusu, bir gerçeklik duygusu verir her bakıldığında yüzüne, dinlendiğinde şarkıları. Arkadaş gerçektir. Gerçekçidir. Yılmaz Güney sineması değildir gerçekçi olan sadece, Melike Demirağ’ın kişisel tarihi de gerçekçidir, gerçektir.
Ona olan, kimseye olmadı galiba. Sinema oyuncularının oynadığı
rollerin ve film icabı gözlemlediği kişi ve toplulukların etkisi
ile dünya görüşlerinin değiştiği seyrek de olsa vakîdir. Ama onun
topyekûn hayatı değişti. Ne de olsa, Türkiye’de yaşıyordu,
bir Türkiye durumu olacaktı hayatı. Üstelik geçirdiği değişim ne
denli samimi ve radikal olsa da ve ona büyük bir bedel ödetse de,
bir yandan da son derece sinematografikti, başrolde olduğu
bir filmin senaryosunun bire birtekrarıydı. Ama
bununla da kalmadı. O, bir yandan da rastgele bir sırayla
söylersem, sosyalizmin duygu, işleyiş ve örgütlenişi,
dünya edebiyatının temel bir izleği, bir tür siyasi
ekoloji, 70’li yılların Türkiye solundaki kadın-erkek ayrımı,
siyasi iktidarların popüler kültür ile ilişkisi gibi
birçok fenomen ve sosyolojik veriye dair çok önemli göndermeler
yaptı, sundu, hayatıyla ve dibine kadar yaşayarak hepsini. Stilize
ya da samimi bir kırılgan tevazu yansıtan oyunculuğu,
şaşaalı değil ama insanın gönül tellerini titreten her
dem duru ve hüzünlü sesi, sade ve pürüzsüz güzelliği,
bir (kadın) devrimci ikon olmaya elverişli tipi ve giyim tarzı ve
elbette Arkadaş’ı ile.
Melike Demirağ, Türkiye sinemasında ve pop müziğinde sadece
yaptıklarıyla, performansıyla ve duru ve dingin materyal
güzelliği ile dönemin etli butlu, fettan bakışlı ya da ağlak
mahalle ya da semtin kızı genel sinema oyuncusu estetiğinin ve
çoğunca hoppa ve başında kavak yelleri esen ya da hanende
disiplininde direten, toplumsal meselelerden mümkün mertebe uzak
kalmayı tercih eden şarkıcı tipolojisinin karşısında estetik
bir dönüm noktası olmakla kalmadı, daha başından sınıfsal
köken ve konumu ve özyaşam öyküsüyle de farklı, anlatısal
değeri ve sosyolojik anlamı olan bir kariyer çizgisi
resmetti.
Turgut Demirağ (Solda üstte) Melike Demirağ ve Muhteşem
Demirağ kardeşler (Solda altta) Rüçhan Çamay ve Melike Demirağ
(Sağda)
Melike Demirağ, 1956 yılında İstanbul’da doğdu. Babası
Türkiye’nin en önemli film yapımcı-yönetmenlerinden Turgut Demirağ,
annesi Türkiye’nin ilk caz şarkıcılarından Rüçhan Çamay’dır. Turgut
Demirağ'ın babası genç Cumhuriyet’in tapu mühendislerinden
Abdurrahman Naci Demirağ, amcası Cumhuriyet’in ilk uçak fabrikasını
kuran ve sigara kağıdı üretimini başlatmış Nuri Demirağ’dır. Turgut
Demirağ, ABD’de aldığı sinema eğitiminin ardından Türkiye’de çok
sayıda film yaptı. 1947 yılında başlayıp 1951 yılında bitirdiği
uzun metrajlı animasyon filmi Evvel Zaman İçinde,
Türkiye’de tamamı renkli olan ilk filmdir. Annesi Rüçhan Çamay ise
Ankara Radyosu’nun ilk kadın spikerlerinden Mebrure Hasekin ile
Asım Çamay’ın kızıdır. Henüz konservatuvara giderken caz şarkıcısı
olarak sahneye çıkmış ve ardından konservatuvarı bırakıp İstanbul
Radyosu’nda Şerif Yüzbaşıoğlu Orkestrası eşliğinde Rüçhan Çamay
ve Arkadaşları adı altında caz programları yapmış, Taksim
Belediye Gazinosu’nda sahne almıştır. Daha o yıllarda, ABD ve
Almanya’da da sahne ve televizyona çıkan Rüçhan Çamay, 1953 yılında
Turgut Demirağ ile evlendi ve önce oğulları Muhteşem, sonra kızları
Melike doğdu. Döneminin en zengin adamlarından biri olan Turgut
Demirağ, Rüçhan Çamay ile ayrılıklarının ardından 1970 yılında aynı
yılın Türkiye Güzeli Afet Tuğbay ile evlendi ve bu evlilikten olan
kızı Nevbahar Demirağ, Koç ailesinin en genç veliahtı Ali ile
evlidir. Melike Demirağ, film oyuncusu ağabeyi Muhteşem Demirağ’ı
2003 yılında genç yaşta kaybetmiştir. Turgut Demirağ ise 1974
yılında sinemayı bırakıp ABD’ye yerleşmiş ve 1987 yılında
ölmüştü.
Aile efradını böyle görece detaylı özetlememin sebebi Melike
Demirağ’ın sınıfsal konumunu ve nasıl bir burjuva çevresinde
yetiştiğini biraz olsun anlatmamın önemli olduğunu
düşünmemdir. Bu yazım itibarıyla.
Melike Demirağ - Ses dergisi kapağı (Şubat
1975)
Melike Demirağ, Üç Kızgın Cengâver filmiyle 1971
yılında sinemaya girdi. 1974 yılında başrol oyuncularından biri
olduğu, senaryosunu Yılmaz Güney’in yazıp, yapımcılığını da yapıp,
yönettiği ve yine başrol oyuncusu olduğu Arkadaş ile ise
hayatı tümden makas değiştirdi. Esas hikâye de budur.
Arkadaş’ta Yılmaz Güney, Türkiye
solundaki konjonktürel püriten kadın-erkek ilişki
ideolojisinden besleniyor, devrimci kadın
imgesini feodal, genelahlâkçı kadın
algısına eklemleyerek yeniden
üretilen dokunulmaz aseksüel kadın
kimliğinde ifadesini bulmuş bir dispositif
mekanizmayı kullanıyordu. Yılmaz Güney, bu filminde
bu dispositifi abartıp kadın cinselliğini
kriminalize ederek sınıfsal bir mizojini üretmiş
olsa da, Arkadaş, bir yandan da solun
örgütlenme tarzını cinsel cazibeyi de katarak
hikâyeleştirirken ulaştığı subjektif (devrimci,
senaryo yazarı ve sinema yönetmeni Yılmaz
Güney) gerçekçiliği ve solun
sakatlanmış kadın cinselliği
ideolojisini sergilemekte, deşifre
etmekteki objektif (aynı anda devrimci ve
gelenekçi olan erkek Yılmaz
Güney) gerçekçiliği ile (acımasız, şematik
finaline rağmen) bir başyapıt olabilmiştir Türkiye sinemasında.
Melike Demirağ-Yılmaz Güney (Arkadaş
Filmi-1974)
İşte Yılmaz Güney’in dahiyane biçimde kurgusallaştırdığı sol
örgütlenme tarzı Melike Demirağ’ı burjuva hayatından söküp
alacak, onu tam bir Türkiye durumu olan ve ta 1990’lara kadar
sürecek bir politik serüvenin içine taşıyacaktır.
Lenin, Ne yapmalı? adlı eserinde ekonomik koşulların
işçi sınıfına kendiliğinden bilinç getireceği fikrini kabul etmez.
İşçi sınıfına bilinç ancak dışarıdan götürülebilir ve bunu
yapacak olan da proletaryanın partisi olarak bolşevik partidir.
Leninizm’in temel ilkelerinden olan bu görüş sonraki
yıllarda dünya sosyalist hareketi içinde yaygınlaşırken, bir yandan
da deforme olmuş, değişmiş ve başından beri Marksizm’in pratikte
içerdiği küçükburjuva ve burjuva insan kaynağının önce
teorik meşruiyetine, ama daha uzun vadede Leninist partinin öncülük
iddiasında biçimlenen, baskıcı, tahakkümcü Stalinist
işleyişine zemin hazırlamış, meydan vermiştir.
Melike Demirağ-Nazan Şoray (Sol üstte) Yılmaz Güney-Melike
Demirağ (Sol altta)7 Gün dergisi kapağı Melike Demirağ, Edip
Akbayram, Selda, Timur Selçuk
Sosyalist hareket ve örgütlenmelerdeki bu küçük burjuva ve
burjuva insan kaynağı sendromu, benim de Arzunun Serbest
Dolaşımı adlı kitabımdaki Çiğdem ve İşçi Sınıfı adlı
öykümün konusudur
Hazır, edebiyata girmişken, devam edeyim… Latife Tekin ile
Ormanda Ölüm Yokmuş adlı romanının çıkışının ardından
Kasım 2001’de Milliyet gazetesinde bir söyleşi yapmıştım. Son sorum
şuydu, Latife Tekin’e:
Kitapta Emin, Yasemin’i alıp alıp ormana götürüyor. Kadın
erkeğin kendisini serüvenlere sürüklemesini mi ister?
L.T.: Bugün de kız çocuklarının içinde böyle bir arzu
bulunuyor ama onları erkek çocuklar Beşiktaş'tan taksiye atıp
Taksim'deki bilmemne kafeye götürüyor sadece. Bence, rehberlik
ederek, onları, kızların tek başlarına gidemeyecekleri bir
maceranın içine, kızların çocukluktan beri doyuramadıkları
duygularını doyurabilecekleri yerlere götürebilmeliler.
Ben bunu; yani edebiyattaki, (illa kadın, illa sevgili olması da
gerekmez) bu bir kahramanın diğer kahramanı, bir serüvene
(ormana, bütün çağrışımlarıyla ormana) çekmesi, götürmesi
motifini, izleğini edebî ekoloji olarak adlandırırım.
Lewis Caroll’ın Alice Harikalar Diyarında romanından
Latife Tekin’in Ormanda Ölüm Yokmuş romanına kadar
birçok yazarın eserlerinde rastlanır bu motife.
Orman, sınıfsal ve kurumsal, denetim altındaki bir
hayatın karşısında, bir özgürlük (ya da özgürleşme) alanı
olarak devrimci mücadelenin de sembolü olabilir sanatta.
Yılmaz Güney’in oynadığı Âzem de, Arkadaş’ta Melike’yi
devrimci mücadele ile tanıştırır, ona dışarıdan bilinç
taşırken, onu bir anlamda ormana götürecektir.
Arkadaş’ta edebî ekoloji en politik
halindedir.
Herkesin (emekçiler ve devrimciler dışında) sadece eğlence ve
hazzın peşinde olduğu bir tatil beldesinden pastoral bir kasvet
ortamı üretmeyi başaran Yılmaz Güney, bu sınıfsal ve kurumsal
tatil hayatında arzunun ancak boğucu ve yorucu
olabileceğini dahiyane biçimde ortaya koyarken, bu kasvet ve
boğucu arzudan kaçışın da ancak işçi sınıfının yanında ya da yoksul
köylünün evinde mümkün olduğunu şematik olarak gösterir. İşçi köylü
mücadelesinin ortamı, Arkadaş’ta ormandır, ormana
kaçış, dışarıdan bilinç taşıdığı genç kız ya da erkeğe ormanın
yolunu göstermektir.
Melike Demirağ da
Arkadaş’tan sonra bir daha iflah olmaz. (İflah
olmamasını olumlu anlamda, iyi bir şey olarak kullanıyorum
elbette.)
Evet arkadaş, kim olduğumu, ne olduğumu
Nerden gelip, nereye gittiğimi sen öğrettin bana
Elimden tutup, karanlıktan aydınlığa sen çıkardın
Bana yürümeyi öğrettin yeniden
El ele ve daima ileriye
Bir gün, bir gün birbirimizden ayrı düşsek bile
Biliyorum, hiçbir zaman ayrı değil yollarımız
Ve aynı yolda yürüdükçe
Gün gelir ellerimiz yine dostça birleşir
Ayrılsak bile kopamayız
Melike Demirağ’nın hayatının Arkadaş filmiyle
geçirdiği değişim ve (burjuva) sınıfından kopuşu (bu, sosyalist
terminolojide “sınıfına ihanet” denerek yüceltilmiş tek ihanet
biçimidir) filmin müziğinden yapılmış ve bestesi ve sözleri
Şanar Yurdatapan’a ait Arkadaş şarkısının şiir kısmında
anlatıldığı gibi radikaldir.
Melike Demirağ - Şanar Yurdatapan
Melike Demirağ ile Şanar Yurdatapan 1976 yılında evlendi.
Melike Demirağ, 1978 yılına kadar sadece şarkı söyledi,
Merhaba (1975), Hadi Canım Sen De (1975),
Ağlamak Ayıp Değil (1976), Ninni (1976),
Pervane ile Işık (1977) adlı 45’likleri çıkardı.
1978 yılında ise Yılmaz Güney’in senaryosunu cezaevinde yazdığı
ve Zeki Ökten’in yönettiği Sürü filminde başkarakterlerden
Berivan’ı oynadı.
Melike Demirağ ve Şanar Yurdatapan 12 Eylül 1980 askeri
darbesinden sonra ülke dışına çıktı ve 11 yıl boyunca Almanya’da
sürgün hayatı yaşadı. Müziğe, konserlerine ülke dışında devam
ettiler. Şarkıları Türkiye’de yasaklandı ve ardından vatandaşlıktan
çıkarıldı. Melike Demirağ ve Şanar Yurdatapan, 1991 yılında
Türkiye’ye döndü.
Tarık Akan-Melike Demirağ Sürü filmi 1978
Sürü filminin yarıştığı ve askeri darbe sebebiyle
yapılamayan 17. Altın Portakal Film Festivali’nin ödülleri 2011
yılında dağıtıldı ve Melike Demirağ, Sürü’deki Berivan
rolüyle en iyi kadın oyuncu ödülünü aldı.
Ben, iki tip oyuncu, daha doğrusu oyunculuk tarzı ayırt ederim
sinemada. Biri role, karaktere oturur, üstüne
oturur, içine oturur. Seyircinin içine değil ama,
karakterin içine. Ben bu oyunculuğu hareketsiz, durağan
bulurum. Bir de su gibi rolün, karakterin içine giren
oyuncular olur. Su gibi akarlar karakterin yatağında, inişinde,
çıkışında. Su gibi hareketlidirler karakterin içinde,
kalıbında. Su gibi saydamdırlar da zaten. Melike
Demirağ, su gibiydi. Sudur. Hem de sadece sinemada değil, şarkı
söylerken de su gibi durudur. Güzelliğiyle, sesiyle. Bulanmadan da
bu su, sol yetişmiştir, yetiştirmiştir onu tam zamanında.
Melike Demirağ, bir samimiyet duygusu, bir gerçeklik
duygusu verir her bakıldığında yüzüne, dinlendiğinde
şarkıları.
Onun bütün hayatına tanık olmuş
gibiyizdir. Tanık olmuşuzdur.
Arkadaş gerçektir. Gerçekçidir. Yılmaz Güney sineması
değildir gerçekçi olan sadece, Melike Demirağ’ın kişisel tarihi de
gerçekçidir, gerçektir. Türkiye sosyalist hareketinin iyi
niyetli tarihi gibidir onun tarihi de.
İyi tarih. Evet ya, bazı tarihler iyidir.
Ormanda geçer. Toplumsal hareketler
ormanında.