Memleket değil grotesk bir roman...

Dün bizim yöresel ürünler satan mahalle bakkalına da söyledim. “Ben büyük ‘C’ harfinden korkuyorum artık” dedim.

Sevilay Çelenk sevcelenk@yahoo.com

Vira bismillah. Bu haftaki yazımıza açılalım bakalım. Kapanarak açılma. Bu akşamdan itibaren kapanıyoruz. Aslında geç bile kaldık. Benim kapanmayla hiçbir sorunum olmaz zaten. Yeter ki kapanabileceğim bir odam olsun. Fakat üzerime kapı filan da kilitlenmesin. Zamanında çok polisiye okuduğumdan mıdır nedir, ciddi ciddi “kilitli oda” fobim var benim. Olmasaydı bu köşede ne yazılar yazardım size. Haksız hukuksuz yere demir kapı ardında, kilit altında tutulanların Allah yardımcısı olsun. Bizim kapanmamızdan ne olacak...

Ne demiş Pascal, “İnsanın tüm umutsuzluğu yalnızca bir tek şeyden kaynaklanır: odasında sessizce kalmayı başaramamasından.” Odamızda sessizce kalmaya razıyız da, internet çıktı çıkalı sessizlik bozuldu. Memleket mütemadiyen içeri sızıyor.

Memleket değil grotesk bir roman. Keneviri mafyanın elinden kurtarmaya çalışan köşe yazarlarımız var. Eroin ticareti yapanın -Yumurcak filmlerindeki Hulusi Kentmen gibi sevecen bir tavırla- bacağını kıracağını söyleyen tonton bir bakanımız var. Yazılımcı kisvesi altında makamlara sızan ve bakanlarla fotoğraf veren mafyöz gençler... İkizdere’de yeşil alanlarını ve derelerini korumak için direnen ve üzerlerinde pazen esvabı, şalı ya da yün yeleğinden başka bir şeyi olmayan Karadenizli kadınlar var. Onların karşısına kaskıyla ve silahıyla yüzlercesi dikilmiş kolluk güçleri var. “Jandarma sen ah bir bilsen sana ne iş verdiler...”

Nereden bileceksin, daha sen doğmadan evvel yazılmış pek naif bir şarkı... Kamuoyunun Fındıklı direnişinden tanıdığı Avni Ertaş, İkizdere’de yaşananları anlatırken “Ben böyle bir şey görmedim” diyor. Lütfen okuyalım. Ne diyordum? Son olarak da vatandaşı alkolün pençesinden kurtarmaya çalışan devlet. Kördüğüm olmuşuz. Nereden başlayacağımı şaşırdım.

Fotoğraf: Eren Dağıstanlı / Birgün

Kenevirden başlayayım diyorum. Zayıf halkamız orası. Keneviri mafyanın elinden kurtarmak şart. Keneviri mafyanın elinden kurtaramazsak alkolü de mafyanın eline veririz. O olur. Mafya yabancımız değil demeyin, film dizi seyretmekle, devletlilerin albümünü karıştırmakla mafyaya aşina olduğunuzu sanırsanız fena yanılırsınız. Vallahi kurşunu topuğunuzdan sektirip gözünüzü oyarlar... Allah muhafaza. Bunlar bize “yabancı” kardeş, yedi yabancı hem de...

Kenevir meselesine gelince bu konuyu ben Abdurrahman Dilipak yazılarından çalışıyorum. Çok güzel, çok ayrıntılı ve özendirici anlatıyor. Öyle ki arada Dikmen Vadisinde yürüyüş yaparken, "burada da ne güzel kenevir yetişir" diye köşe bucak arazi çalışması yapıyorum. Koca vadi kuzu gibi boş boş yatıyor. Bir işe yarasa fena mı olurdu?

Bazen Dilipak Beyefendisi bu yazıları kime yazıyor acaba diye, bir aklıma takılmıyor da değil. Niye kimse okumuyor, niye bu kenevir işini takibe almıyor. Adamcaaz helak oldu. Keneviri mafyanın elinden kurtarın diye diye... Bir kulak verin ya, günün sonunda hepimiz aynı sahildeyiz. Keneviri mafyanın elinden kurtaramadığınız gibi alkolü de mafyanın eline veriyorsunuz. Yalnız şunu da belirteyim de konuyu çarpıtmış gibi olmayayım; Dilipak kenevir meselesini alkolle aynı güzergahta değil karşı istikamette konumlandırıyor. Onun meselesi keneviri mafyanın elinden kurtarırken alkolü mafyaya verip vermediğimiz değil. O noktada kendisinden ayrılıyoruz.

Bence keneviri mafyanın elinden kurtarırken alkolü de kaptırmamak şart. Gerçi zaten alkolün aynı güzergahı izleyeceğinden ve mafyanın eline düşeceğinden de tam olarak emin değilim. Sesli düşünüyorum. Alkol yasaklanırsa kottaki ters dublekslere nur yağar bakarsınız. Bir aracı olarak mafya kurumuna hiç gerek kalmayabilir. Ancak o zaman da bunu bir meydan okuma gibi görüp, haneleri tek tek hedef alabilirler. Herkesin kendi bodrumunda mahzenini kurup şarap yapmasına seyirci kalacaklarını sanmıyorum. Kısacası alkolle bu kadar içli dışlı olmayı iyi yönetebileceğimizden hiç emin değilim.

Gelelim Dilipak’a, uzun uzun anlatıyor. Önce onu bir dinleyelim bakalım, alkol konusuna birazdan geçeriz yine. Sabırsızlanmayın.

"Kenevirin bin tane faydası var, bir tek dişisinin tepe filizinden esrar yapılıyor diye, bütün ürüne yasak getiriliyor. Kaldı ki, THC doğru kullanılırsa, eroin, kokain ve bonzainin tedavisinde kullanılabilir. Alkol daha tehlikeli o serbest. Zaten bu gidişle alkol tüketimi patlayacak. Adamlar eskiden evde çocuklar var, hanım alkol kullanmıyorsa, evde içmiyordu. Şimdi meyhane hem pahalı hem de erken kapanıyor. Millet evde içmeye başladı. Bu da hem kavga sebebi, hem de çocuklara kötü örnek oluyor.” Böyle diyor Dilipak. Gördüğünüz gibi kenevir konusundaki tespitleri doğru olduğu gibi alkol konusundaki çıkarımları da fena değilmiş aslında. Yola koyulmuş, er ya da geç o da aynı noktaya gelecek. Alkol yasaklanırsa olacakları görecek. O zaman da bu konuyu Nedim’in ruhunu şad ederek bir gazelle ele alacağını umuyorum. “Meyhane mukassi görünür taşradan amma bir başka ferah bir başka letafet var içinde.” Kısacası, zamanı geldiğinde alkolü ve meyhaneleri devletin elinden kurtarın diye yazacak biri varsa bu da Dilipak’tan başkası değil. Hatırlarsanız zaten Kulüp rakısı içmenin kaideleriyle ilgili paylaşımlar yaparak bunun da sinyalini vermişti.

Kenevir yazısının en önemli kısmını sona sakladım:

 “Kenevirin her şeyine muhtacız. Köküne, yaprağına, lifine, gövdesine, tohumuna varana kadar her şeyine. THC’sine de muhtacız CBD’sine de” diyor Dilipak. Epeyce kurcaladım ama bunların ne olduğunu anlayamadım. Naçizane ancak bir yorum getirebilirim. Kenevirin THC’si ney? Kenevirin Türkiye Halk Cumhuriyeti olabilir mi acaba diye düşündüm. Kenevirin CBD’si ise anlam bakımından daha katmanlı görünüyor. Kenevirin Cumhurbaşkanlığı Bağımsız Devleti? Büyük “C” ile? Why not yani, ucu görünmekte olan yeni rejimin adı bu olmasın? Güçlendirilmiş parlamenter sistem filan beklerken cumhurbaşkanlığı güçlendirilmiş sitemine geçiyoruz galiba. Keneviri mafyanın elinden kurtaramamışken alkolü de kaptırırsak olacağı bu. Devlet aşkıyla tutuşan kadim mafyamızın ve Kurtlar Vadisi ahalisinin de desteğiyle güçlendirilmiş bir rejim. Açıklamaya kavuşturulması gereken sadece bir nokta var. Kurtlar vadisinde kenevir yetişir mi?

Dün bizim yöresel ürünler satan mahalle bakkalına da söyledim. “Ben büyük ‘C’ harfinden korkuyorum artık” dedim. Konu nereden oraya geldi anlatayım size. İzmir tulumu var mı diye sordum. Yokmuş. Tamamen ayrı bir konsepte sahip bir peynir işaret etti “Bu peynir çok güzel abla” dedi, “Rize’den” dedi. “Ay kalsın, istemem” dedim. Bu cevabımda esasen hiçbir ima yoktu. Markayı daha evvel hiç duymadığımdan öyle demiştim. Göz kırpıp, “Rizeliler’den hiç korkma abla, Rize birden büyüktür” dedi. Ben de pası aldım, “Bilemiyorum, artık büyük “C” harfi görünce bile korkuyorum zaten” dedim. “Büyük ‘C’ görünce ben de korkuyorum, o ayrı” demez mi? Memleketi resmen grotesk yaptılar ya. Mahalle bakkalıyla şu konuşmalara, şu paslaşmalara bakar mısınız? Aramızda bir anda özel bir dil gelişti. Parayı ödeyip çıkarken “Saray” demekten de korkuyoruz diyecektim, “hele Külliye asla.” Fakat dükkana yeni bir müşteri girmişti. Karşı sahildenmiş gibi bir imajı vardı. Koşulları daha fazla zorlamayayım dedim. Aldım mesajımı, verdim mesajımı. Yeter. Daha ne olsun.

Tüm yazılarını göster