“Memleket gibidir ev. Her şey düzenli ve kontrol altında
olmalıdır. Kaidelere uyulmalıdır, kanunlara, nizamlara. Ben de bu
memleketin baş şeyi, başkanı gibiyim (…) Aslında bir başkandan daha
çok görevim var. Çünkü onun bakanları var, adamları var. Benim yok.
Bu evde güvenlik de, eğitim de, sağlık da, eğlence de benden
sorulur (…) Bu yüzden çok disiplinli ve çakı gibi olmalıyım.
Sürekli kendimi kollamalıyım (…)
Tanıdık geldi, değil mi? Yönetmen Serdar Akar’ın "Gemide"
filminin başlangıç repliğindeki “gemi” kelimesini, “ev” kelimesi
ile değiştirdim, biraz da kısalttım. Seyredenler bilir, filmin
sonunda her şeyin nasıl tamamen kontrolden çıktığını ve o meşhur
“N’apıcaz be Kamil?” sözünü.
TEK ADAM
“Tek adam” kelimesi siyasal ve gündelik hayata Cumhurbaşkanı ve
AKP Genel Başkanı Erdoğan ile girdi. Erdoğan, tek adamlık konusunda
defalarca çok ağır eleştirildi. Fakat bakıyorum, uzun zamandır
diğer partilerini liderleri de hep aynı. Sanki koltuk ile sahibi
arasında yarı simbiyotik, tek taraflı bir ilişki var. Sanki
koltuğun sahibi, koltuğun kendisi tarafından ele geçirilmiş.
Çevrenize bir bakın, onlardan bir sürü... Yönetmeyi seven,
hayatta sadece yönetmekten beslenen, hayatla kurduğu tek ilişki
şekli yönetmek olan bir sürü tek adam (kadın da olabilir, n’apalım
dile böyle yerleşti) var. Koltuğun bir makam olduğunu idrak
edemiyorlar. Koltuk yoksa, onlar yok; onlar yoksa koltuk yok.
Sonsuz bir hırs ve kibre boğulmuşlar. Her şeyi tek başlarına, en
doğrusuyla yapacaklar. Buna tereddütsüz inanıyorlar. O nedenle,
diğer herkes kendi dünyalarının figüranı. Herkesten, her şeyden
daha yukarı (!) bir konumda olduklarını düşünmekten besleniyorlar.
Bir ip cambazının sürekli ipin üzerinde yaşaması gibi bir şey bu.
En ufak hatada yoksun. Zor iş olmalı, her an bu yokluk duygusu ile
yaşamak.
EV YÖNETİMİ
O kadar tek adam(lar)ı eleştirdim ama aslında ben de onlardan
biriyim. Yalnız yaşıyorum. Arkadaşlarımın bir kedi edindirme
çabalarına bile inatla direndim. Toplum “bekarlık sultanlıktır”
der,“sultan”ı hafiften kıskanır. Ama tek adamsanız bir evi yönetmek
çok meşakkatli bir iştir.
Aile kavramı benim için muğlak. Ancak kendi ailemden ve evli
arkadaşlarımdan bir fikir edinebiliyorum. O da daha çok serzeniş
şeklinde. Çocuk sahibi olmak konusunda ise hiçbir fikrim yok. Çok
geç yaşta evlenen bir arkadaşım, çocuğunu ilk kucağına aldığında,
hüngür hüngür ağlamıştı. Neden? “İlk defa, her şeyi ile sorumlu
olduğum bir canlıyı elimde tutuyorum.” Sanırım mutlak sevgi ve
mutlak korku, aynı anda, aynı yoğunlukta. Arkadaşım, çocuktan sonra
değişti. Geleceğini daha çok düşünür oldu.
Ben, şimdide yaşıyorum. Zamanın ancak şimdisini kontrol etmeye
gücüm yetiyor. Zihnim, daha ötesini hayal edecek araçlardan yoksun.
Sakın şimdide yaşamayı, anlık yaşamak olarak anlamayın. Herhangi
bir hata yaparsam, suçlayabileceğim, böylelikle kendimi
rahatlatabileceğim birilerinden yoksunum. Kendimden, kendi
yaptığımdan sorumluyum. Kıvırma şansım yok. Bedelleri olan, ağır
bir yük.
Mekanı paylaşmayı hiç bilmiyorum. Ev bana göre şekillenmiş, ben
eve göre şekillenmişim. Ev ile bütün olmuşum, bir olmuşum. Bir
arkadaşım bende kalacak olsa, (ne kadar samimi olduğumuzun önemi
yok) birliğim bozulmuş hissine kapılıyorum. Mekan daralıyor, rahat
etmesi için bir odayı ona ayırıyorum, kısıtlamalar geliyor, hep
açık duran kapılar kapanıyor. Nedendir bilmem, kapalı kapılardan
nefret ediyorum. Belki de kapalı kapılar arkasında neler döndüğünü
bilmeme duygusundan.. Durumumu bilirler, aramızda şakasını bile
yaparız. Ama şaka, gerçekleri söylemenin en doğrudan yoludur.
Evin tekilliğinin sürekliliğini sağlamak için zamana ve mekana
karşı mücadele halindeyim. Eve sahip çıkmak, bir çeşit beka
meselesine dönüşüyor. Beka meselesi, bütçe ile doğrudan ilintili.
Evin kirası, faturalar, apartmanın anlamsız bakım parası, aniden
genel bütçeyi altüst edebilecek elektronik eşyaların bozulma
ihtimalleri ve akla gelmeyen daha neler neler. Bu yüzden sadece
aylık değil, yıllık bütçeyi de öngörebilmeliyim.
Mali disiplin önemli. Kredi kartını, hesapta karşılığı varsa
kullanırım. Taksitle asla bir şey almam. Sanki bir şeyi 12 defa
satın alıyormuşum gibi geliyor. Ama bu kuralı öğrenmek öyle kolay
olmadı. Kredi kartı ekstresinin minimum borcunu, yine aynı kredi
kartından nakit çekip, sonra çektiğim parayı geri yatırmak zorunda
kalarak öğrendim. İlk o zaman anladım, bir devletin, borçlarının
faizini ödemesi için borçlanmasının ne demek olduğunu ve bir
ülkenin yurt dışından kredi alma derecesi ile övünmesinin ne kadar
aptalca olduğunu.
Ev, dışı ve içi ikiye ayırıyor. Dış, kesinlikle içeri sızmamalı.
Bu ne demek? Dışarıda yaptığın tiyatroyu, sahte gülümsemeleri,
yapmacık hareketleri ve bunun benzeri daha tonla saçmalıkları
dışarıda bırakmak, evde yapmamak demek. Yoksa ev, ev olmaktan
çıkar. Bu, bir dış-iç ilişkiler politikası gerektirir. Gelenin
yanında istediğin gibi dolanma (tercihen don tişört), ayağını
istediğin yere uzatabilme (Annem, onları ziyarete gidince hep “çek
şu sonradan çıkmalarını” der) ve evin dağınıklığının akla bile
gelmemesi en önemli dış politika kuralı. Birine özen göstermek
biçimle olmaz, içten olur. Huzursuz hissettiriyorsa, o kişinin evde
ne işi var? Zaten dışarısı onlarla dolu.
İç ilişkilere gelince. İlk ve son karar verici olmak yetmiyor.
İlk taşındığımda, kanepe, masa ve televizyon arasında uzun bir
çatışma çıktı. Masa hareket ettikçe, her defasında elektrikçi
çağrıldı, üzerinde duran büyük lamba için tavanın orasına burasına
bir sürü delik açıldı. Kanepe de, masa gibi çatışma yorgunudur.
Televizyon ile yatay vaziyette film seyretmenin doğru açısını
bulmak kolay olmadı. Artık hepsi kendi özerk alanlarında,
birbirleri ile uyum içinde duruyor.
İkinci büyük ve daha uzun çatışma, arkadaki iki oda arasında
çıktı. Hangisi yatak hangisi çalışma odası? Biri büyük, ferah ve
terasa açılıyor, diğeri küçük ve insanı daraltıyor. Defalarca
yerleri değişti; öylesi denendi; böylesi denendi. Nihayet, yıllık
bütçeden önemli bir miktar kullanmak pahasına, büyük olanına duvar
boyunca bir kitaplığın yapılmasıyla çatışma son buldu. Büyük
çatışma dönemleri çok gerilerde kaldı. Son beş yılda evin nihai
şeklini aldığını söyleyebilirim. Bir yere yerleşmek, yer edinmek
öyle kolay olmuyor, vakit alıyor.
Peki, dağınık bir ev midir? Kime göre, neye göre? Evdeki her
nesnenin hangi odada, o odanın hangi köşesinde ve ne ile yan yana
duracağı bellidir. Böyle olunca toplamak kolay oluyor, dağınık
bırakmak da. Nerede oldukları belli olmayanlar da, başlarına buyruk
evin içinde dolaşıyorlar. Hoş görmeli onları. Çünkü ben hareket
ettikçe, nesneler de benimle hareket ediyorlar. Nesneler üzerinde
hakimiyet kurmamalı, onların sadece nesne olduğunu unutmamalı,
onlarla yaşamayı öğrenmelisiniz.
Her an tören düzenlenecekmiş gibi düzenli evler gördüm.
Boğulacaktım. İnsan hareket etmeye, yanlış bir şey yapmaya
korkuyor; sürekli izin istemek zorunda kalıyorsun. Tabii ki her
evin kendi kuralları var, ama kural oldukları belli olmamalı ki,
nefes alabilesin.
Anahtar meselesi kritik. Yedek anahtar kimde kalacak? Yaşantını
emanet ediyorsun. Cumhurbaşkanının kendisine bakan seçmesinden daha
önemli bir seçim bu. Hem evi tanıyacak hem kurallarını bilecek hem
istismar etmeyecek hem eve yakın mesafede oturacak hem de gecenin
köründe kapısına dayanabileceğin kadar samimi olacak.
Bu konuda çok şanslıyım. Yan komşu... Anahtar döndü dolaştı, en
son onda kaldı.Tabii öyle hemen olmadı. Yan daire 10 yıl boş
kaldıktan sonra hemen dibime iki çift göz ve kulak gelmesinden hiç
hoşlanmadım. Güvenmem, benzer dillerimiz olduğunu anlamam iki
yılımı aldı. Kafa insanlar.
Keşke sadece bu kadarı yeterli olsaydı. Ev, işleyen bir makine.
Mütemadiyen temizlik, çamaşır, yemek yapmak, bulaşık yıkamak
gerekiyor. Evin bir prizi yok, fişe takıyorsun, tüm bu işler kendi
kendilerine halloluyorlar. İşleyişi, ruh halin belirliyor. Hayat
bu, inişli çıkışlı. Bazen her şey tıkır tıkır işliyor, keyifle
yemek yapıyor, arkadaşlara kapını açıyorsun. Bazen de karanlık
çöküyor. Dışarıdakiler ruhunu, enerjini emmişler. Kanepeden
kalkacak halin yok. Canın hiçbir şey yapmak istemiyor ve çamaşır
sepetinden en az kokan tişörtü seçmen gerekiyor.
Tek adam olmanın zorluğu işte burada. Sanıyorsun ki, teksin ve
her şeyi yapmakta özgürsün. Ama hayat buna izin vermiyor. Bir anda
dünya üzerine yıkılıyor. Düzen yok, kuralları hatırlamıyorsun,
neyin nerede olduğunu unutalı ise çok olmuş.
Günlerdir kayıp uzaktan kumanda nihayet çöp torbasından çıktı!
Sahi o çöp torbası niçin bir türlü kapının önüne konamadı?
Bilgisayarın salonda ne işi var? Kaç gündür duş almadım? Patlayan
ampulleri kim değiştirecek? Oha, bu kredi kartı ekstresi ne? Ve
kapıda kaldım, yan komşu tatilde, n’apıcam ben şimdi?