Memleketimden kriz şarkıları: Oyna vatandaş oyna!

Ortalığı biraz şenlendirmek adına, içinde bulunduğumuz kriz ortamına benzer dönemlerde yazılmış kimi şarkıların altını çizmek, onları hatırlatmak istiyorum. Yazılarımın çoğunda bunu yapıyorum zaten: Memleket meselelerine şarkılarla bakıyor, gündeme uygun şarkıları bulup çıkartıyor, yerine yerleştiriyorum. Bugün de öyle yapacağım.

Murat Meriç mmeric@gazeteduvar.com.tr

Çok zamandır dilimizde hep aynı cümle: Zor günlerden geçiyoruz. Bitmeyen, giderek etkisini daha da hissettiren bir zorluk üstelik bu. Her alanda kendini gösteriyor. Alım gücü düşüyor, yaptıklarımız karşısında aldığımız ücret azalıyor ve her şeye neredeyse her gün zam geliyor. Memleketin değişik dönemlerinde patlayan krizlerden herhangi birine benziyor ama değil. Bu kez durum daha farklı. Lira giderek değer kaybediyor ve buna müdahale edilemiyor. Bizler de (yapacak başka bir şey kalmadığı için) film izler gibi durumu izliyoruz. Doların geçtiğimiz hafta sonunda aniden yükselmesi, çok rastlanan bir durum değil. Öncesinde de ani yükselişler oldu, zaman zaman devalüasyonlarla ve müdahalelerle dizginlendi ancak bu kez bunu yapabilecek bir iktidar yok. Memleketi ve ekonomiyi yönetenler kriz yokmuş gibi davranıyor, lafı “her şey aslında şahane, bu bizi çekemeyenlerin bir oyunu”na getiriyor. Onlara sorarsanız, dünyada “güçlenen” Türkiye ve onu kıskanan diğer ülkeler var. Kendini dev aynasında görmenin getirdiği bir şey bu. Yazık ki o görüntüye alıştılar, normal aynaya bakmaz oldular. Böbürleniyorlar ama bu bir işe yaramıyor. Kimse bunu dikkate almıyor; hep birlikte batıyoruz.

Yazı bir ekonomi yazısı gibi başladı ama öyle sürmeyecek. Bilmediğim alanlarda top koşturmayı sevmiyorum. Buna gerek de yok çünkü işin ehli pek çok isim, son dönemde uzun yazılarla durumu anlatıyor… Ben, ortalığı biraz şenlendirmek adına, içinde bulunduğumuz kriz ortamına benzer dönemlerde yazılmış kimi şarkıların altını çizmek, onları hatırlatmak istiyorum. Yazılarımın çoğunda bunu yapıyorum zaten: Memleket meselelerine şarkılarla bakıyor, gündeme uygun şarkıları bulup çıkartıyor, yerine yerleştiriyorum. Bugün de öyle yapacağım.

Gündemin asıl konusu kriz. Akla ilk gelen, bir Timur Selçuk şarkısı –ki birkaç gündür sosyal medya hesapları üzerinde elden ele dolanıyor: “Ekonomi tıkırında / Kriz var, bunalım var” diye başlayan [ve yaygın olarak “Ekonomi Tıkırında” adıyla bilinen] bu şarkı, “Ekonomi Bilmecesi” adını taşıyor. Ankara Sanat Tiyatrosu’nun (AST) 1981-82 sezonunda sahnelediği Hans Fallada imzalı “Küçük Adam N’oldu Sana” başlıklı oyun için bestelenmiş. Oyunu Türkçeye kazandıran Yılmaz Onay, şarkının sözlerini de yazmış. Timur Selçuk yönetiminde İstanbul Oda Orkestrası tarafından seslendirilen “Ekonomi Bilmecesi”, 1983 yılında yayımlanan Timur Selçuk albümü “Dünden Bugüne” aracılığıyla kendini sahneden kurtardı, dinleyici karşısına çıktı ve yaygınlaştı. o gün bugünder her kriz ortamında hatırlanıyor.

Muzip şarkıyı dinlemeye başlayalım: “İşveren zor durumda / İşçiyi bağrına basar / Reva mı bu efendim? / Bunalım bundan doğar…” Önce durum tespiti yapıyor, sonra çözüm önerilerini (işverenin gözünden) önümüze getiriyor: “Demek ki ne yapmalı? / Paradan at bir sıfır. / Artsın öyle fiyatlar / İşçi fazla, at gitsin…” Patronların her dönemde yaptığı bu: Kriz anlarında devlete bağlılıklarını bildirmek ve “fazla” işçileri uzaklaştırmak. Son birkaç gündür buna benzer hamleler yapıldı, yapılacak.

Şarkıda karşımıza çıkan kavramlardan biri, son dönemde yine dillere düştü: “Milletçe fedakarlık…” Bunu diyen, tuzu kuru insanlar. Dolar zengini olduklarından şüphe duymadıklarımız, yastık altındaki dolarlara gözünü dikiyor ve “büyük oyun”u bozmak için onların bozdurulmasını istiyor. Birkaç krizdir durum böyle. Kriz derinleşiyor ama yastık altındakiler bitmiyor. Ekonominin başında bulunan (ve aslında krizin derinleşmesine sebep olan) isim, hiçbir şey olmamış gibi konuşuyor, konuşmasını basit şemalarla renklendirerek “büyük Türkiye”den söz ediyor. Bunu bir dönem Demirel yapardı: Kendine has üslubuyla “böyyük” kelimesini vurgular, memleketin içinde bulunduğu ortamın sorumluluğunu “dış mihraklar”a yüklerdi. Şimdi de durum böyle: Yukarıdakilere sorarsanız “dış güçler” ve “lobiler” devrede.

Şarkıya döneyim: “İşsizlik, pahalılık / Konjonktür, enflasyon / Milletçe fedakarlık / Kriz, bunalım derken / Bilançoya bir baktık… // Bu yıl iki misli kâr / Hayret! Şu işe bak sen… / Nerden geldi bu kârlar? / Kime gitti bu kârlar?” Aklımızdaki sorular, karşımıza bir bir çıkıyor. Cevapsız sorular bunlar. Bilenler, bilmeyenlere anlatmıyor. Memlekette bir suskunluk hâkim. Sonrasında gelen dizeler, bu suskunluğu da açıklıyor aslında: “Kime gitti bu kârlar? / Aman kimse sormasın! / Kim kazandı bu işten? / Aman kimse duymasın…” Öyle ya, dolar aldı başını gidiyor ama “gazete”ler bundan söz etmiyor. Sorsanız “ekonomi tıkırında” ama baktığınızda “kriz var, bunalım var”. Yapılacak tek şey, şarkının sonunda karşımıza çıkan bir dizede önerilen: “Oyna vatandaş oyna!”

.

Bunun da örneği var aslında… 1978 tarihli bir 45’lik plağı pikaba koyayım, döndürmeye başlayayım: “Benzin yok / Mazot yok / Oh canın sağ olsun / Tüpgaz yok / Ampul yok / Oh canın sağ olsun” diye başlayan şarkı, Baha Boduroğlu imzalı “Oooh.. Ooh!..” İstanbul Şarkıcıları tarafından seslendiriliyor. Ekip, ‘70’li yılların sonunda dönemin meşhur şarkılarını disko ritimler eşliğinde art arda söyledikleri pop-fasıllarla ünlenmişti. Az önce sözlerinin bir kısmını andığım şarkı, yaptıkları işler arasında en eğlencelisi. Bir delirme hâlini anlatıyor: Vatandaş durumunun farkına varmış, elinden bir şey gelmeyeceğini anlamış, oynuyor. Şarkıda art arda sıralanan eksikler listesinde Samsun, ilaç, margarin, tuz gibi ihtiyaçlar var. Üstelik bir de “nostalji” kısmı eklenmiş: “Geçmişte hangisi vardı / Ne olmuş sanki? / Bilenlere gidip de sor / Anlatsınlar o günleri / Mutluymuşlar yine de / Hepsi inan ki // Aldırma arkadaş / Üzüp durma kendini / Olan sana oluyor / Günlerin kuyruklarda / Yokları beklemekle / Geçip gidiyor…” Sözlerin neredeyse tamamını aldım, meyan faslını ıskalamayayım: “Selam söyleyin dostlar evdekilere / Beni merak / etmesinler aman of / Benzin ve tüpgaz gelir gelmez ordayım…”

Uzadıkça uzayan yağ ve gaz kuyrukları, pahalılık ve karaborsa, ‘70’li yılların sonunda şarkılara girdi ve dertler şarkılar aracılığıyla bugüne aktarıldı. Sadece şarkılar değil, o dönemde çekilen filmlere baktığımızda da bu manzaralara rastlıyoruz. Türkiye’yi 1980 yılında Eurovision şarkı yarışmasında temsil eden Şanar Yurdatapan / Attila Özdemiroğlu şarkısı “Pet’r Oil”, içinde dolar-mark geçen sözleriyle dikkat çekmişti. Şarkıyı yorumlamakla görevlendirilen Ajda Pekkan, “Petrol, mark, frank gibi sözler bana uygun değil. Bugün bir Barbra Streisand’a imkânsız böyle şeyler söyletemezsiniz!” açıklamasını yapmış, cevabını dönemin önemli dergilerinden Gong’da yayımlanan bir eleştiri yazısıyla almıştı: “Ajda gibi uluslararası tecrübeye sahip bir şarkıcının bilmesi gerekir. Artık boşverli, pembe dünyalı şarkılar yerine, ya efsaneleri konu edinen ya da sosyal içerikli olan, geniş toplum kesimlerini ilgilendiren şarkıcılar ilgi görüyor.”

İçine dolar sızmış şarkı çok. Paradan söz eden şarkıları haftalar önce yine bir kriz vesilesiyle bu köşede anmış, 3 Aralık 2017 tarihli “Rüşveti kimler alır?” başlıklı yazımda art arda sıralamıştım. Tekrarlamanın mânâsı yok ama o yazıda anmadığım kimi şarkıları buraya iliştireyim…

Timur Selçuk’la başladım, onunla ilerleyeyim… Bestecinin repertuvarındaki tek “ekonomik” şarkı “Ekonomi Bilmecesi” değil, 1975-76 sezonunda yine AST’ta sergilenen müzikli Bilgesu Erenus oyunu “Nereye Payidar”da yer alan (sözlerini Çiğdem Talu’nun yazdığı) iki şarkı, bugün yaşadığımız şeylere benzer hadiselerden söz ediyor. Nuran Atakır’ın piyanosu eşliğinde Timur Selçuk tarafından seslendirilen şarkılar, 1977 yılında yayımlanan ilk Timur Selçuk plağında karşımıza çıkıyor. İlki, “Kasa Can Çekişiyor” adını taşıyor: “Baskıydı, işkenceydi / Bir işe yaramadı / Dışarıdan yardım geldi / Onu kurtaramadı // Dinle bak çatırdıyor / Çatladı çatlayacak / Kasa can çekişiyor / Gücü yok dayanacak…” Aynı oyun için yazılan “Kasa Şarkısı”, kasayı tarif ederek söze başlıyor: “Kasa derler adına bir garip kutu / Kutu değil mübarek sanki bir kuyu / Yüzler, binler, on binler doyurmaz onu / Nerden gelir dersin bu çeşmenin suyu?” Sonrası, bilinçlendirme faslı: “Sen, ben, o olmasaydık, çalışmasaydık / Bunca malı, değeri yaratmasaydık / Göz nuru alın teri akıtmasaydık / Akar mıydı acaba çeşmenin suyu? // Sen, ben, o koşmasaydık, yorulmasaydık / Bir lokmayla yetinip yaşamasaydık / Onlar yerken bizler aç dolaşmasaydık / Döner miydi acaba kasanın kolu? // Kasalar dolsun diye çırpınan da biz / Kasalar doysun diye tükenen de biz / Kasa kâr yazsın diye öldü kimimiz / Yeter artık bitsin bu emek soygunu...”

Yazık ki soygun bitmiyor. Söyledim ya, değişik dönemlerde yazılan şarkılarda buna benzer hikâyeler karşımıza çıkıyor. Yakın dönemde yazılmış “Kriz Türküsü”, Kubilay Duman imzalı ve bugünle alakalı: “Kuşbakışı seyredersin halkını / Ademe verirsin onca talkını / Kendin yutuyorsun koca salkımı / Kriz teğet geçti seni hamdolsun // Cübbe, sarık, tesbih, dört de dilberi / Allah Allah diye takkeli malı / Yurdumu götürdü hırsızın eli / Kriz teğet geçti onu hamdolsun // Avutulduk oyuncakla, bebekle / Kevgir oldu halk çuvaldız yemekten / Ürküyoruz derdimizi demekten / Kriz teğet geçti bizi hamdolsun…” Şarkıda geçen halkını kuşbakışı seyredenin kim olduğunu söylemeye gerek yok sanırım…

Ali Nurşani imzalı “Ekonomi”, kriz zamanlarında “çözüm” diye önümüze getirilen tuhaflıkları eleştiriyor ve günümüzde de yaşadığımız kimi durumların altını çiziyor: “Minare gölgesi davul tozunu / Sata sata ekonomi düzelir / Her gelen geçmişe bir bakar çamur / Ata ata ekonomi düzelir /…/ IMF getirir yine fatura / Bu iş benzemiyor gönül hatıra / Beylerin yükünü halkın sırtına / Yıka yıka ekonomi düzelir // Ne gereği vardı Nurşani sana / Sözlerin güzeldir doğrudur ama / Senin gibi konuşanı zindana / Tıka tıka ekonomi düzelir…” Burada, şarkının bugüne ait olmadığını, ‘90’lı yıllarda yapıldığını söyleyeyim. Yaşananlar değişmiyor.

Yine “zamansız” şarkılardan biri, Bizum Gönül olarak dinleyenlerin karşısına çıkan “Laz kızı”na ait. Adı “Kriz”. ‘80’li yılların jargonunu kullanıyor ama bugün yazılmış gibi: “Kulak verin dinleyin / Beni baylar bayanlar / Allahından bulsunlar / Türkiye’yi soyanlar // Laz kızı derler bana / Canım kurban vatana / Devletin malı deniz / Olta atan atana // Ne olacak uşaklar / Bu memleketin hali / Paramız pula döndü / Kimde bunun vebali? // Dolar aldı yürüdü / Mark peşinden koşayi / Hırsızlar hortumcular / Kral gibi yaşayi /…/ Küçük esnafın çoğu / Dikti nalları dikti / Toto, loto, piyango / Millet çileden çıktı // Ekonomiden geçer / Bu milletin barışı / 90 yaşında dedem / Oynayi at yarışı…”

Krize dair son şarkı, Cahit Berkay imzalı bir Moğollar şarkısı: 2009 yılında yayımlanan “Umut Yolunu Bulur” başlıklı albümden, “Kriz Bastı”. Şarkı on yıllık ama bugün yazılsa hiçbir şey değişmeyecekmiş: “Kriz bastı, borsa battı / Tüm dünyayı işsiz bastı / Alçak yüksek basınç derken / Her tarafı sel bastı / Yılbaşında Beyoğlu’nu / Azgın maganda bastı / Mağlup takımı taraftar / Mahçup âşığı ter bastı…” Daha o dönemde “yandaşlar”dan söz eden bir şarkı bu. Erken uyarı sistemi gibi!

Şarkıları art arda ekleyip yazıyı uzatmak mümkün ama bitirmek en iyisi. Önümüzdeki günler krizi derinleştirecek hamlelere gebe. O zaman bıraktığım yerden alır, ilerlerim. İlerlemesem bile yazıda andığım şarkılar hepimizi oynatmaya muktedir. O hâlde, bir kere daha: Oyna vatandaş oyna!

Tüm yazılarını göster