Ortalığı biraz şenlendirmek adına, içinde bulunduğumuz kriz ortamına benzer dönemlerde yazılmış kimi şarkıların altını çizmek, onları hatırlatmak istiyorum. Yazılarımın çoğunda bunu yapıyorum zaten: Memleket meselelerine şarkılarla bakıyor, gündeme uygun şarkıları bulup çıkartıyor, yerine yerleştiriyorum. Bugün de öyle yapacağım.
Çok zamandır dilimizde hep aynı cümle: Zor günlerden geçiyoruz.
Bitmeyen, giderek etkisini daha da hissettiren bir zorluk üstelik
bu. Her alanda kendini gösteriyor. Alım gücü düşüyor, yaptıklarımız
karşısında aldığımız ücret azalıyor ve her şeye neredeyse her gün
zam geliyor. Memleketin değişik dönemlerinde patlayan krizlerden
herhangi birine benziyor ama değil. Bu kez durum daha farklı. Lira
giderek değer kaybediyor ve buna müdahale edilemiyor. Bizler de
(yapacak başka bir şey kalmadığı için) film izler gibi durumu
izliyoruz. Doların geçtiğimiz hafta sonunda aniden yükselmesi, çok
rastlanan bir durum değil. Öncesinde de ani yükselişler oldu, zaman
zaman devalüasyonlarla ve müdahalelerle dizginlendi ancak bu kez
bunu yapabilecek bir iktidar yok. Memleketi ve ekonomiyi yönetenler
kriz yokmuş gibi davranıyor, lafı “her şey aslında şahane, bu bizi
çekemeyenlerin bir oyunu”na getiriyor. Onlara sorarsanız, dünyada
“güçlenen” Türkiye ve onu kıskanan diğer ülkeler var. Kendini dev
aynasında görmenin getirdiği bir şey bu. Yazık ki o görüntüye
alıştılar, normal aynaya bakmaz oldular. Böbürleniyorlar ama bu bir
işe yaramıyor. Kimse bunu dikkate almıyor; hep birlikte
batıyoruz.
Yazı bir ekonomi yazısı gibi başladı ama öyle sürmeyecek.
Bilmediğim alanlarda top koşturmayı sevmiyorum. Buna gerek de yok
çünkü işin ehli pek çok isim, son dönemde uzun yazılarla durumu
anlatıyor… Ben, ortalığı biraz şenlendirmek adına, içinde
bulunduğumuz kriz ortamına benzer dönemlerde yazılmış kimi
şarkıların altını çizmek, onları hatırlatmak istiyorum. Yazılarımın
çoğunda bunu yapıyorum zaten: Memleket meselelerine şarkılarla
bakıyor, gündeme uygun şarkıları bulup çıkartıyor, yerine
yerleştiriyorum. Bugün de öyle yapacağım.
Gündemin asıl konusu kriz. Akla ilk gelen, bir Timur Selçuk
şarkısı –ki birkaç gündür sosyal medya hesapları üzerinde elden ele
dolanıyor: “Ekonomi tıkırında / Kriz var, bunalım var” diye
başlayan [ve yaygın olarak “Ekonomi Tıkırında” adıyla bilinen] bu
şarkı, “Ekonomi Bilmecesi” adını taşıyor. Ankara Sanat
Tiyatrosu’nun (AST) 1981-82 sezonunda sahnelediği Hans Fallada
imzalı “Küçük Adam N’oldu Sana” başlıklı oyun için bestelenmiş.
Oyunu Türkçeye kazandıran Yılmaz Onay, şarkının sözlerini de
yazmış. Timur Selçuk yönetiminde İstanbul Oda Orkestrası tarafından
seslendirilen “Ekonomi Bilmecesi”, 1983 yılında yayımlanan Timur
Selçuk albümü “Dünden Bugüne” aracılığıyla kendini sahneden
kurtardı, dinleyici karşısına çıktı ve yaygınlaştı. o gün bugünder
her kriz ortamında hatırlanıyor.
Muzip şarkıyı dinlemeye başlayalım: “İşveren zor durumda /
İşçiyi bağrına basar / Reva mı bu efendim? / Bunalım bundan doğar…”
Önce durum tespiti yapıyor, sonra çözüm önerilerini (işverenin
gözünden) önümüze getiriyor: “Demek ki ne yapmalı? / Paradan at bir
sıfır. / Artsın öyle fiyatlar / İşçi fazla, at gitsin…” Patronların
her dönemde yaptığı bu: Kriz anlarında devlete bağlılıklarını
bildirmek ve “fazla” işçileri uzaklaştırmak. Son birkaç gündür buna
benzer hamleler yapıldı, yapılacak.
Şarkıda karşımıza çıkan kavramlardan biri, son dönemde yine
dillere düştü: “Milletçe fedakarlık…” Bunu diyen, tuzu kuru
insanlar. Dolar zengini olduklarından şüphe duymadıklarımız, yastık
altındaki dolarlara gözünü dikiyor ve “büyük oyun”u bozmak için
onların bozdurulmasını istiyor. Birkaç krizdir durum böyle. Kriz
derinleşiyor ama yastık altındakiler bitmiyor. Ekonominin başında
bulunan (ve aslında krizin derinleşmesine sebep olan) isim, hiçbir
şey olmamış gibi konuşuyor, konuşmasını basit şemalarla
renklendirerek “büyük Türkiye”den söz ediyor. Bunu bir dönem
Demirel yapardı: Kendine has üslubuyla “böyyük” kelimesini
vurgular, memleketin içinde bulunduğu ortamın sorumluluğunu “dış
mihraklar”a yüklerdi. Şimdi de durum böyle: Yukarıdakilere
sorarsanız “dış güçler” ve “lobiler” devrede.
Şarkıya döneyim: “İşsizlik, pahalılık / Konjonktür, enflasyon /
Milletçe fedakarlık / Kriz, bunalım derken / Bilançoya bir baktık…
// Bu yıl iki misli kâr / Hayret! Şu işe bak sen… / Nerden geldi bu
kârlar? / Kime gitti bu kârlar?” Aklımızdaki sorular, karşımıza bir
bir çıkıyor. Cevapsız sorular bunlar. Bilenler, bilmeyenlere
anlatmıyor. Memlekette bir suskunluk hâkim. Sonrasında gelen
dizeler, bu suskunluğu da açıklıyor aslında: “Kime gitti bu kârlar?
/ Aman kimse sormasın! / Kim kazandı bu işten? / Aman kimse
duymasın…” Öyle ya, dolar aldı başını gidiyor ama “gazete”ler
bundan söz etmiyor. Sorsanız “ekonomi tıkırında” ama baktığınızda
“kriz var, bunalım var”. Yapılacak tek şey, şarkının sonunda
karşımıza çıkan bir dizede önerilen: “Oyna vatandaş oyna!”
.
Bunun da örneği var aslında… 1978 tarihli bir 45’lik plağı
pikaba koyayım, döndürmeye başlayayım: “Benzin yok / Mazot yok / Oh
canın sağ olsun / Tüpgaz yok / Ampul yok / Oh canın sağ olsun”
diye başlayan şarkı, Baha Boduroğlu imzalı “Oooh.. Ooh!..” İstanbul
Şarkıcıları tarafından seslendiriliyor. Ekip, ‘70’li yılların
sonunda dönemin meşhur şarkılarını disko ritimler eşliğinde art
arda söyledikleri pop-fasıllarla ünlenmişti. Az önce sözlerinin
bir kısmını andığım şarkı, yaptıkları işler arasında en
eğlencelisi. Bir delirme hâlini anlatıyor: Vatandaş durumunun
farkına varmış, elinden bir şey gelmeyeceğini anlamış, oynuyor.
Şarkıda art arda sıralanan eksikler listesinde Samsun, ilaç,
margarin, tuz gibi ihtiyaçlar var. Üstelik bir de “nostalji” kısmı
eklenmiş: “Geçmişte hangisi vardı / Ne olmuş sanki? / Bilenlere
gidip de sor / Anlatsınlar o günleri / Mutluymuşlar yine de /
Hepsi inan ki // Aldırma arkadaş / Üzüp durma kendini / Olan sana
oluyor / Günlerin kuyruklarda / Yokları beklemekle / Geçip
gidiyor…” Sözlerin neredeyse tamamını aldım, meyan faslını
ıskalamayayım: “Selam söyleyin dostlar evdekilere / Beni merak /
etmesinler aman of / Benzin ve tüpgaz gelir gelmez ordayım…”
Uzadıkça uzayan yağ ve gaz kuyrukları, pahalılık ve karaborsa,
‘70’li yılların sonunda şarkılara girdi ve dertler şarkılar
aracılığıyla bugüne aktarıldı. Sadece şarkılar değil, o dönemde
çekilen filmlere baktığımızda da bu manzaralara rastlıyoruz.
Türkiye’yi 1980 yılında Eurovision şarkı yarışmasında temsil eden
Şanar Yurdatapan / Attila Özdemiroğlu şarkısı “Pet’r Oil”, içinde
dolar-mark geçen sözleriyle dikkat çekmişti. Şarkıyı yorumlamakla
görevlendirilen Ajda Pekkan, “Petrol, mark, frank gibi sözler bana
uygun değil. Bugün bir Barbra Streisand’a imkânsız böyle şeyler
söyletemezsiniz!” açıklamasını yapmış, cevabını dönemin önemli
dergilerinden Gong’da yayımlanan bir eleştiri yazısıyla almıştı:
“Ajda gibi uluslararası tecrübeye sahip bir şarkıcının bilmesi
gerekir. Artık boşverli, pembe dünyalı şarkılar yerine, ya
efsaneleri konu edinen ya da sosyal içerikli olan, geniş toplum
kesimlerini ilgilendiren şarkıcılar ilgi görüyor.”
İçine dolar sızmış şarkı çok. Paradan söz eden şarkıları
haftalar önce yine bir kriz vesilesiyle bu köşede anmış, 3 Aralık
2017 tarihli “Rüşveti kimler alır?” başlıklı yazımda art arda sıralamıştım.
Tekrarlamanın mânâsı yok ama o yazıda anmadığım kimi şarkıları
buraya iliştireyim…
Timur Selçuk’la başladım, onunla ilerleyeyim… Bestecinin
repertuvarındaki tek “ekonomik” şarkı “Ekonomi Bilmecesi” değil,
1975-76 sezonunda yine AST’ta sergilenen müzikli Bilgesu Erenus
oyunu “Nereye Payidar”da yer alan (sözlerini Çiğdem Talu’nun
yazdığı) iki şarkı, bugün yaşadığımız şeylere benzer hadiselerden
söz ediyor. Nuran Atakır’ın piyanosu eşliğinde Timur Selçuk
tarafından seslendirilen şarkılar, 1977 yılında yayımlanan ilk
Timur Selçuk plağında karşımıza çıkıyor. İlki, “Kasa Can Çekişiyor”
adını taşıyor: “Baskıydı, işkenceydi / Bir işe yaramadı / Dışarıdan
yardım geldi / Onu kurtaramadı // Dinle bak çatırdıyor / Çatladı
çatlayacak / Kasa can çekişiyor / Gücü yok dayanacak…” Aynı oyun
için yazılan “Kasa Şarkısı”, kasayı tarif ederek söze başlıyor:
“Kasa derler adına bir garip kutu / Kutu değil mübarek sanki bir
kuyu / Yüzler, binler, on binler doyurmaz onu / Nerden gelir dersin
bu çeşmenin suyu?” Sonrası, bilinçlendirme faslı: “Sen, ben, o
olmasaydık, çalışmasaydık / Bunca malı, değeri yaratmasaydık / Göz
nuru alın teri akıtmasaydık / Akar mıydı acaba çeşmenin suyu? //
Sen, ben, o koşmasaydık, yorulmasaydık / Bir lokmayla yetinip
yaşamasaydık / Onlar yerken bizler aç dolaşmasaydık / Döner miydi
acaba kasanın kolu? // Kasalar dolsun diye çırpınan da biz /
Kasalar doysun diye tükenen de biz / Kasa kâr yazsın diye öldü
kimimiz / Yeter artık bitsin bu emek soygunu...”
Yazık ki soygun bitmiyor. Söyledim ya, değişik dönemlerde
yazılan şarkılarda buna benzer hikâyeler karşımıza çıkıyor. Yakın
dönemde yazılmış “Kriz Türküsü”, Kubilay Duman imzalı ve bugünle
alakalı: “Kuşbakışı seyredersin halkını / Ademe verirsin onca
talkını / Kendin yutuyorsun koca salkımı / Kriz teğet geçti seni
hamdolsun // Cübbe, sarık, tesbih, dört de dilberi / Allah Allah
diye takkeli malı / Yurdumu götürdü hırsızın eli / Kriz teğet geçti
onu hamdolsun // Avutulduk oyuncakla, bebekle / Kevgir oldu halk
çuvaldız yemekten / Ürküyoruz derdimizi demekten / Kriz teğet geçti
bizi hamdolsun…” Şarkıda geçen halkını kuşbakışı seyredenin kim
olduğunu söylemeye gerek yok sanırım…
Ali Nurşani imzalı “Ekonomi”, kriz zamanlarında “çözüm” diye
önümüze getirilen tuhaflıkları eleştiriyor ve günümüzde de
yaşadığımız kimi durumların altını çiziyor: “Minare gölgesi davul
tozunu / Sata sata ekonomi düzelir / Her gelen geçmişe bir bakar
çamur / Ata ata ekonomi düzelir /…/ IMF getirir yine fatura / Bu iş
benzemiyor gönül hatıra / Beylerin yükünü halkın sırtına / Yıka
yıka ekonomi düzelir // Ne gereği vardı Nurşani sana / Sözlerin
güzeldir doğrudur ama / Senin gibi konuşanı zindana / Tıka tıka
ekonomi düzelir…” Burada, şarkının bugüne ait olmadığını, ‘90’lı
yıllarda yapıldığını söyleyeyim. Yaşananlar değişmiyor.
Yine “zamansız” şarkılardan biri, Bizum Gönül olarak
dinleyenlerin karşısına çıkan “Laz kızı”na ait. Adı “Kriz”. ‘80’li
yılların jargonunu kullanıyor ama bugün yazılmış gibi: “Kulak verin
dinleyin / Beni baylar bayanlar / Allahından bulsunlar / Türkiye’yi
soyanlar // Laz kızı derler bana / Canım kurban vatana / Devletin
malı deniz / Olta atan atana // Ne olacak uşaklar / Bu memleketin
hali / Paramız pula döndü / Kimde bunun vebali? // Dolar aldı
yürüdü / Mark peşinden koşayi / Hırsızlar hortumcular / Kral gibi
yaşayi /…/ Küçük esnafın çoğu / Dikti nalları dikti / Toto, loto,
piyango / Millet çileden çıktı // Ekonomiden geçer / Bu milletin
barışı / 90 yaşında dedem / Oynayi at yarışı…”
Krize dair son şarkı, Cahit Berkay imzalı bir Moğollar şarkısı:
2009 yılında yayımlanan “Umut Yolunu Bulur” başlıklı albümden,
“Kriz Bastı”. Şarkı on yıllık ama bugün yazılsa hiçbir şey
değişmeyecekmiş: “Kriz bastı, borsa battı / Tüm dünyayı işsiz bastı
/ Alçak yüksek basınç derken / Her tarafı sel bastı / Yılbaşında
Beyoğlu’nu / Azgın maganda bastı / Mağlup takımı taraftar / Mahçup
âşığı ter bastı…” Daha o dönemde “yandaşlar”dan söz eden bir şarkı
bu. Erken uyarı sistemi gibi!
Şarkıları art arda ekleyip yazıyı uzatmak mümkün ama bitirmek en
iyisi. Önümüzdeki günler krizi derinleştirecek hamlelere gebe. O
zaman bıraktığım yerden alır, ilerlerim. İlerlemesem bile yazıda
andığım şarkılar hepimizi oynatmaya muktedir. O hâlde, bir kere
daha: Oyna vatandaş oyna!