15 Temmuz’dan beri bir “itirafçı sağanağı” altında yaşıyoruz adeta. Devlet ve adliye koridorlarında “Muhterem Hocaefendi’nin Hizmet Hareketi” söylemi mutasyona uğrayıp “Fetullahçı Terör Örgütü”ne dönüşürken, bir vakitler cemaatin “as kadrosu”nda yer almış şimdinin itirafçıları da gündüzleri gazetelere demeç verip akşamları kanal kanal gezerek, “bu hain terör şebekesinin içinde neler neler gördüklerini” anlatıyorlar. Aralarında “örgütün iki numarası”, “örgüt gazetesinin şefi”, “kahraman savcı”, “kandırılmış abla” falan var. Dayak, işkence, cinlerle temas, katalogla evlilik hikayeleri anlatıyorlar. Kurdukları hukuk kumpaslarını ifşa ediyorlar.
Ama aynı esnada da binlerce kişi bu anlatılan örgüte üyelik suçlamasıyla tutuklanmakta... Bir yandan AKP saflarından bile “cadı avı” uyarıları geliyor. Rivayet o ki bir süre Bank Asya’da hesap açıp parasını oraya yatıran küçük memurlar bile kovuşturuluyor.
Dahası, Fetullahçı ya da bir başkacı herhangi bir cemaat-tarikatla ilgisinin kurulması abesle iştigal olan, solcu, sosyalist akademisyenler, doktorlar, gazeteciler, yargıçlar soruşturuluyor, işsiz bırakılıyor.
Yıllar boyu “kandırılanlar” hiç hicap duymadan mağdur ve mağrur pozisyonuna sıçrarken; ömürleri boyunca “kandırılamamış” olanlar şüpheli ve zanlı olabiliyor!
Ve bu muhterem itirafçılar doyumsuz bir iştahla, bir zamanlar nasıl da örgütün içinde olduklarını ballandırarak anlatıyorlar. Üstelik savcılara değil, sunuculara… Hakimlere değil, seyircilere… İtirafçı savcı kurduğu tuzakları sıralıyor; itirafçı vezir falakayla işkence yaptığını anlatıyor. Gözlerini belerten sunucular “biraz daha biraz daha” diye tempo veriyor. “İtirafçı”, bir suç denkleminden kurtuluyor, kendi eyleminin sorumluluklarından her nasılsa sıyrılıyor ve anlattıkça anlatıyor.
Bu “özel dönem”in itirafçıları ve onların hukuk karşısındaki pozisyonları tartışılacak, er ya da geç bir sonuca ulaşılacaktır. Ama gelin biz bu vesileyle “itirafçılık tarihimize”, o tarihin bazı özgün simalarına bakalım.
‘ÜNLÜ’ İTİRAFÇILAR: ŞEMDİN SAKIK, MUSTAFA DUYAR
İtirafçılık yeni değil Türkiye’de, çok eski bir müessese… Üstelik itirafçılar geçmişte de TV’lere çıkar “işlevli” konuşmalar yaparlardı. Ama bugünkü itirafçıların sahip olduğu “meşruiyete” sahip olmadılar hiç. İtirafçılık eski, ama bu “prime time itibarı” yeni.
40’lı yaşlarda olanlar “Anadolu’dan Görünüm” programında konuşturulan PKK itirafçılarını hatırlar. Bunlar daha sonra JİTEM içinde infaz timleri, “faili meçhul” tetikçileri olarak da kullanıldılar. Hatta “itirafçılık günlerinde yaptıklarını itiraf eden” bir türev versiyon da doğdu buradan: Pişman itirafçılar! Musa Anter’in katledilmesindeki rolünü itiraf ederek, cinayetin üzerindeki sır perdesini büyük oranda aralayan ve bugün İsveç’te sığınmacı olarak yaşayan eski PKK itirafçısı Abdülkadir Aygan onlardan biri.
Şemdin Sakık, Mustafa Duyar gibi herkesin tanıdığı itirafçılar çıktı.
Şemdin Sakık en bilinenleri belki. Önce “28 Şubatçılar” için itirafçılık yaptı. Gazetecileri, gazeteleri, insan hakları savunucularını hedef haline getirecek iftiraları itiraf diye söylettiler ona. İHD Başkanı Akın Birdal onun “itiraflarının” gazetelerde faş edilmesinden birkaç hafta sonra vuruldu, ölümden döndü. Aynı Sakık, daha sonra, kendisine “itiraf ettirenleri” suçlamak üzere ve “gizli tanık” statüsüyle “Ergenekon” davasının itirafçısı oldu. Sahte itiraflarını itiraf etti! Kim bilir, her an yine ortaya çıkıp güncel duruma uygun olarak “bildiklerini” anlatmaya başlayabilir.
Sabancı suikastının tetikçisi Mustafa Duyar yakalanır yakalanmaz itirafçı olmuştu. Cezaevinde bir başka itirafçıyla evlendi, çocuk sahibi oldu. Bütün itirafçılar gibi “çok konuşuyor”du. Her fırsatta konuşuyordu. Cezaevindeki koğuşunda, mafya suçlamasıyla yatan bir grubun silahlı saldırısıyla öldürüldü.
İTİRAFLARIN DARAĞACINDAN KURTARAMADIĞI ÜLKÜCÜ
12 Eylül sonrası idam edilen ülkücü Mustafa Pehlivanoğlu da bir itirafçıydı. Balgat katliamından hüküm giymişti. Darbe olduğunda idam hükümlüsüydü. “İtirafçı olursan Milli Güvenlik Konseyi cezanı müebbede çevirir” dediler. İdamı durdurulacak umuduyla bildiği her şeyi anlattı. Muhsin Yazıcıoğlu ve Abdullah Çatlı’nın kendisini cezaevinden kaçırdıklarını, 10 Ağustos 1978’de Ankara Balgat’ta kahvehaneleri tarayarak 5 kişiyi öldürdükleri katliamı İsa Armağan ve İsmail isimli bir ülkücüyle birlikte ve Abdullah Çatlı’nın emriyle yaptıklarını ifşa etti. 7 Ekim günü öğleden sonra, cezaevindeki savcıya ek bir ifadeyle vermişti bu bilgileri. Ölüm hücresinden çıkmayı ümit ediyordu. 8 Ekim’in ilk saatlerinde Mamak Cezaevi’nin avlusunda asıldı! Bir başka MHP’li, Ülkü Ocakları yöneticisi Ali Yurtaslan, 17 yıl sonra aynı olaylara ilişkin aynı itirafları yapacaktı.
CUMHURİYET TARİHİNİN İLK İTİRAFÇISI: VEDAT NEDİM TÖR
İtirafçılık da tıpkı işkence ve infazlar gibi önce ve en çok sola, solculara dayatılmış. Cumhuriyet tarihinin ilk “resmi” itirafçısı da bir eski komünist. Hem de ne ‘komünist’; Komünist Fırka’nın ‘Katib-i Umumi’, yani dönemin TKP genel sekreteri…
Yalçın Küçük Hoca “İtirafçıların babası” diyor onun için.
Komintern’in mayıs 1926’daki Viyana Kongresi’nde Türkiye Komünist Partisi’nin genel sekreterliğine getiriliyor. Ama kısa bir süre sonra çok tuhaf bir şey oluyor. “Asım” kod adlı Vedat Nedim Tör, elindeki tüm parti evrakını koltuğunun altına alıp, tanıdığı siyasi şube başkomiserlerinden Şinasi Bey’e gidiyor ve “itirafçılığa” başlıyor. 1927’deki büyük komünist tevkifatı bu itiraflarla yapılacak. İktisat doktoru Vedat Nedim, mahkemede, çalıştığı şirketin kapıcısını “komünist” diye ihbar edecek. Hikmet Kıvılcımlı’yı tutuklatacak…
Tör, aslında milliyetçi olduğunu ve “Komintern’in dayatmalarına başkaldırmak için” partiyi ihbar ettiğini söylüyor yıllarca.
Parti yönetimi ve sosyalist tarihçiler onunla aynı fikirde değil. 1927’de Mustafa Kemal’e yönelik başarısız ‘İzmir Suikastı girişimi’nden sonra birden sertleşen siyasi atmosferden korktuğunu ve itirafçılık yolunu seçtiğini söylüyor hapse attırdığı yoldaşları. Ancak o “başarısız suikast girişimi” de bugünkü “başarısız darbe girişimi” gibi kuzey komşusuyla yakınlaştırıyor Türkiye’yi. Suikastta İngiliz parmağı olduğunu düşünen yönetim, Sovyetler’le ilişkileri bozmamak için tevkif edilen komünistlere 4 ay gibi önemsiz cezalar veriyor. Vedat Nedim’e ise milliyetçi burjuva kültür bürokrasisinin önü açılıyor.
Ve Nazım Hikmet 1929’da şu zehirli okları fırlatıyor Vedat Nedim’e:
Bu adam
sattı arkadaşını;
sattı altın bir tepside arkadaşının
kanlı kesik başını...
Bu adamın ayaklarında dolaşıyor
korku,
gölgesi gibi…
Karanlık bir su gibi yaşıyor
Bu adam
Bu yazı için kaynakça:
İtirafçıların İtirafları, Yalçın Küçük, Tekin Yayınları, 1988
İtiraflar: MHP Merkezindeki Adam Abdullah Çatlı’yı Anlatıyor, Ali Yurtaslan, Kaynak Yayınları, 1997
Musa Anter Cinayeti, Orhan Miroğlu, Everest Yayınları, 2012
Türkiye Solundan Portreler, Emin Ali Türkmen – Ümit Özger, Dipnot Yayınları, 2016