Cerablus ve Kobani’nin güneyinde bulunan Menbiç uzun süredir
Türkiye ile ABD arasındaki sorunlu konulardan biriydi. Beklenmedik
bir şekilde Haziran başında iki ülke dışişleri bakanlarının
görüşmesiyle bu konuda bir anlaşma olmasa da uzlaşmaya varıldığı
açıklandı. Bu yazıda, Menbiç meselesinin Türkiye’nin hem Suriye
politikası, hem de ABD ile ilişkilerinde nereye oturduğunu
tartışacağım ve ABD ile yeni ilan edilen bu pazarlığın aslında
Şubat ayında olgunlaştığını ama muhtemelen Washington’da dışişleri
bakanı değişimi, Türkiye’de ise seçimler nedeniyle bu tarihe
sarktığını savunacağım.
ABD, KUZEY SURİYE VE MENBİÇ
Arap Baharı'nın Suriye’ye sıçramasının üzerinden yedi yıl geçti
ve ABD hala Suriye’de çok düşük bir maliyetle çok kritik ve
belirleyici bir role sahip. Öyle ki, Türkiye, sınırından yaklaşık
40 km uzaklıktaki bir kasabada ortak askeri kontrol için pazarlığı
10 bin km ötedeki Washington’da yapıyor.
Amerikan hegemonyası için Suriye ve onun kuzeyi olmazsa olmaz
bir değer taşımıyor. Ama gerek Rusya’nın kendi sınırları ötesindeki
tek askeri müdahale alanı olması, gerek İsrail’in güvenliği ve
gerekse de İran’ın yayılması gibi kaygılarla bu ülkedeki askeri
varlığını devam ettirmeye kararlı. Bunun için de Kürtlerle kurduğu
işbirliği hayati öneme sahip. Fakat bu işbirliğinin amacı,
Türkiye’de tutkulu bir inanca dönüşmüş olan Irak’tan Akdeniz’e
ulaşan bir Kürt koridoru olmak zorunda değildi. ABD koşul ve yerel
imkanlar elverse böyle bir projeyi destekleyebilirdi fakat sonuçta
bunun mümkün olmayacağı ortadaydı. Bunun için haritaya uzman
olmayan bir bakış bile yeterliydi. Akdeniz’e çıkış ya Hatay
üzerinden ya da Lazkiye üzerinden olabilirdi. Yaklaşık 700 km bir
alana yayılmış üç Kürt kantonu sahip olduğu nüfus, ekonomik güç,
askeri kapasite vs açısından çok yetersizdi. Zaten Türkiye,
nispeten düşük maliyetli iki operasyonuyla aslında bunun nasıl
zayıf bir ihtimal olduğunu kendisini yalanlayacak şekilde
gösterdi.
ABD için Suriye şu anda iki açıdan önem taşıyor. Birincisi,
savaş bittiğinde Rusya’nın bundan mutlak bir zaferle çıkmaması, bu
nedenle Suriye’nin en azından bir bölümünde Kürtler üzerinden kendi
askeri varlığını tutması. İkincisi ise, İran’ın Suriye üzerindeki
etkisinin azaltılması. Bu yüzden ABD bütün ağırlığını coğrafi
açıdan savunulabilir ve sürdürülebilir bir bölgeye verdi,
enerjisini buraya yoğunlaştırdı. Fırat Kalkanı operasyonundan sonra
zaten bütüncül bir Kürt koridoru imkanı kalmamıştı ve Afrin ile
coğrafi bağlantı kesildiği için ABD dikkati daha fazla Fırat’ın
doğusuna çevirmişti.
YEDEK PLAN: ARAP KOALİSYONU
ABD bir süredir Suriye’nin kuzeyi için başta Suudi Arabistan ve
Mısır olmak üzere Arap ülkelerinden destek istiyor. Bu ülkelerin
hem maliyetini üstlendiği hem de askeri gücünü sağlayacağı bir
“istikrar gücü”nü bölgeye yerleştirme planları yapıyor. Özellikle
neocon John Bolton’un Ulusal Güvenlik danışmanlığına ve Mike
Pompeo’nun dışişleri bakanlığına atanmasıyla birlikte bu konudaki
görüşme ve pazarlıklar hızlandı. ABD bunu IŞİD’in yenilmesi
durumunda ortaya çıkan boşluğu İran’ın doldurmasının önlenmesi
olarak sunuyor. Eğer bu plan gerçekleşirse PYD denetimindeki bu
alanda Mısır, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri'nden
askerler yerleşecekler. ABD bununla iki amaç taşıyor olmalı. Bir
yandan Türkiye, yanı başında PYD ile birlikte, hiç tercih
etmeyeceği Mısır ve Suudi askerlerini de görecek. Öte yandan
Arap-Farsi karşıtlığı Suriye’de yeniden güçlü bir şekilde yeniden
üretilecek ve İran’ın Suriye’deki etkisi azaltılmaya
çalışılacak.
AFRİN TÜRKİYE’YE, MENBİÇ’TE ABD İLE ORTAK, FIRAT’IN
DOĞUSU ABD İLE PYD’NİN
Aslında Türkiye ile ABD arasındaki pazarlık çok önceden
belliydi. Stratejik önemi olan ama coğrafi açıdan elde tutulması
zor olan Afrin’in Türkiye’nin kontrolüne girmesi ABD açısından
sorun değildi. Menbiç ise Fırat’ın batısında bir cep olarak
kalmıştı ve statüsü pazarlığa tabiydi. Ama Fırat’ın doğusu ABD
açısından kırmızı çizgiydi ve öyle de kaldı. Dikkat edilirse
Türkiye Afrin’e operasyon düzenlerken, Menbiç için uzun süredir çok
ısrarlı bir talepte bulunurken, Fırat’ın doğusu söz konusu
olduğunda sessiz kalmayı tercih ediyor. Türkiye’nin askeri
operasyon ve diplomatik pazarlık yaptığı yakın coğrafyaya
baktığımızda batıdan doğuya doğru gidildiğinde Afrin, Cerablus,
Menbiç deyip en doğuya İran sınırındaki Kandil’e sıçrıyor. Eğer
Suriye’nin kuzeyinde bir Kürt oluşumunu tehdit olarak görüyorsa
bunun merkezi yeri Cerablus’tan başlayan ve Türkiye sınırı boyunca
yaklaşık 400 km devam eden PYD kontrolündeki bölge olmalıydı.
The Arab Weekly internet sitesinde 4 Mart’ta yayınlanan
bir yazıda, ABD’nin eski Suriye Büyükelçisi John Ford’un,
Türkiye’nin görüşmelerde Fırat’ın doğusunu hiç gündeme
getirmediğini açıkça söylediği yazıyor. Dolayısıyla, içeride yüksek
sesle dile getirilen terör kuşağı iddiası, diplomatik pazarlıklarda
gündeme getirilmiyor ve pazarlık Fırat’ın batısıyla sınırlı
tutuluyor.
ABD MENBİÇ’TE NEDEN UZLAŞTI?
Yukarıda değindiğim gibi Menbiç özellikle ABD stratejisi
açısından vazgeçilmez bir bölge olmaktan çok bir pazarlık aracıydı
ve bu işlevini de yerine getirdi. Afrin PYD kontrolündeyken
Menbiç’in bir önemi vardı ama Afrin düştükten sonra bu anlamı da
kalmamıştı.
Türkiye’nin ilan ettiği uzlaşıya göre, PYD silahlarını bırakıp
ayrılacak ve yaklaşık altı ay içinde nüfus dağılımını yansıtacak
şekilde yeni yerel yönetim kurulacak ve güvenliği de ABD ve Türkiye
askerleri sağlayacak.
Bu uzlaşı hayata geçerse ABD Türkiye ile Suriye’de doğrudan ve
açık bir şekilde askeri işbirliğine girmiş olacak. ABD böylece
Türkiye’yi Rusya ve İran’la diplomatik işbirliği yapan bir ülke
olmaktan, kendisiyle askeri işbirliği yapan bir ülke konumuna
getirmiş olacak. Ayrıca, Suriye’de İran’ın etkisini azaltma
politikasının bir parçası olarak da Türkiye’yi kendi yanında daha
fazla çekmiş oluyor. Aslında, ABD Suriye politikasında bir
değişikliğe gitmeyip belli bir noktasında müttefik değiştiriyor.
Türkiye, ilginç bir şekilde, daha önce PYD/YPG’nin oynadığı rolü
oynamayı kabul etmiş oluyor. O kadar ki, daha Nisan ayında ABD
Menbiç’te iki yeni askeri tesis açtı, dahası Türkiye ile uzlaşmanın
ilan edildiği günlerde 250 TIR dolusu silah ve araç gönderdi.
Böylece, Türkiye ile uzlaşsa da PYD’ye verdiği desteğin devam
ettiğini göstererek onların da gönlünü almış oldu.
PAZARLIK NE ZAMAN YAPILDI?
Öyle görünüyor ki, bu konudaki pazarlık uzun sürmekle birlikte,
Şubat 2018 civarında belirginleşti. Bu ay içinde dışişleri bakanı
Tillerson Ankara’da Erdoğan ile uzun bir görüşme yaparken, The
Washington Post gazetesinde David Ignatius 14 Şubat tarihinde
Türkiye ile ABD’nin Menbiç’te ortak bir şekilde güvenliği
sağlayacaklarını yazıyordu. ABD’nin eski Ankara büyükelçisi James
Jeffrey de 6 Marttaki bir mülakatında Türkiye ile ABD’nin Menbiç’te
ortak askeri gözlemcilik yapabileceklerini, kendilerinin Kürtleri
bu konuda ikna edebileceklerini söylüyordu. Dolayısıyla, birkaç ay
önce varılan uzlaşının ilan edilmesi için uygun bir tarihin
beklendiği anlaşılıyor.
Öte yandan Türkiye giderek daha fazla Suriye’nin içine dahil
oluyor. Afrin, Cerablus, İdlib, Menbiç ve aynı anda kuzey Irak’ta
Mahmur, Sincar ve Kandil’e operasyon ihtimali dikkat çekici.
Türkiye tarihinde hiçbir zaman aynı anda bu sayıda askeri operasyon
yürütmedi, komşu ülkelerinde bu ölçüde askeri olarak müdahale
etmedi. Bu askeri ve tabii ki siyasal olarak aşırı yayılma ve
beraberinde getireceği sorunlarla uğraşma anlamına da gelebilir.
Genel olarak sahada olunca masada güçlü olunabilir ama bir çıkış
stratejisi belirlemeden bu geniş ama o ölçüde istikrarsız bir
coğrafyada yayılmak risk alanını ve ihtimalini de genişletir. Afrin
harekatının sonuçlarından tatmin olmayan Erdoğan yönetiminin
Menbiç’te diplomasi ve Kandil’de tekrar askeri seçeneği denemesi
ise beklediği sonucu veremeyebilir.