Halkların Demokratik Partisi Adana milletvekili Meral Danış Beştaş, 30 Ocak günü gözaltına alınırken “Ben Tahir Elçi’nin arkadaşıyım, kimse beni korkutamaz” diyerek girdiği cezaevinden, 21 Nisan gecesi çıkarken şunları söylüyordu: “Biz dışarıdayız ama yüreğimiz içeride… Demokratik siyaset yapan, hakkı ve özgürlüğü savunan hiç kimsenin yeri değil(cezaevi). Ve biz neden cezaevine atıldığımızı gayet iyi biliyoruz.” Aslında herkes biliyor HDP’lilerin dokunulmazlıklarının neden kaldırıldığını, aylardır neden cezaevinde olduklarını, Anayasa Mahkemesi’nin içtihat niteliğindeki Mustafa Balbay kararının HDP’li milletvekillerine neden uygulanmadığını ve daha fazlasını… Bilmediğimiz, tutuklu milletvekilleri OHAL koşullarında cezaevlerinde neler yapıyor? Bu soruyu, Silivri Cezaevi’nde 3 ay süren tutukluluğun ardından serbest bırakılan HDP Adana milletvekili Meral Danış Beştaş’a sorduk.
'GÖKYÜZÜ YOK, TOPRAK YOK, SEVDİKLERİM YOK. İNSAN DOĞASINA AYKIRI BİR YER.'
Nasıldı cezaevi?
Özgürlüğünün olmadığı bir yer olması itibariyle kötü bir yer cezaevi. Kapıyı açamıyorsunuz, dışarı çıkamıyorsunuz. Hep sizin iradeniz dışında açılıp kapanıyor kapılar. Sadece dört duvar… Gökyüzü yok, toprak yok, ağaç yok, çiçek yok, sevdiklerim yok. İnsanın doğasına aykırı bir yer.
Nasıl geçiyordu günleriniz cezaevinde, neler yapıyordunuz?
Hayatımda hiç bu kadar zamanım olmamıştı. Bütün bir günü okumayla ve sporla geçiriyorsunuz. Çok farklı bir şey. Ben gündeme, okumaya yoğunlaştım. İki öykü yazmaya başladım. 90’lı yıllarda tanıklık ettiğim, yaşadığım, avukat olarak baktığım dosyalardan olaylar bunlar. Biri işkence öyküsü, diğeri ise köyü yakıldıktan yıllar sonra köyüne giden ve bu büyük hayalini gerçekleştirdikten sonra ölen yaşlı amcanın hikâyesi… Bitirmek istiyorum ikisini de.
Selahattin Demirtaş cezaevinde saz çalıp beste yapıyor. Figen Yüksekdağ, Gültan Kışanak da saz öğreniyor. Siz de denediniz mi saz çalmayı?
Aklımda vardı bir şeyler öğrenmek ama çıkardılar beni. Eşbaşkanımız gibi öyküler, şiirler yazmasak da biz de boş durmadık(gülüyor). Şaka bir yana, o ortamda sanat için esin kaynağı bulmak gerçekten çok zor ama düş dünyanızda, hayallerinizde onları yaşatmak mümkün. Eşbaşkanımız da hepimiz adına bunu yapıyor.
‘SORU ÖNERGELERİM DIŞARIYA ULAŞTIRILMADI’
Ne okudunuz içeride?
50’ye yakın kitap okudum. Dinler tarihi, Ortadoğu tarihi, Zülfü Livaneli’nin son kitabı, Nurcan Baysal’ın ‘Ezidiler’ kitabı, Stefan Zweig’in otoportresi… Çok yoğun çalıştım. İlk bir hafta vermediler ama ısrarlı görüşmeler, dilekçeler sonunda istediğimiz gazeteleri alabildik. Her gün 5-6 gazete okuyorduk. Gündemi çok aktif takip ettim ama maalesef dışarıyla iletişimimiz güçlü değildi. Bize gönderilen mektuplar, kartlar verilmiyordu. Çok sayıda soru önergesi yazmama rağmen sadece birkaçı ulaştı, geri kalanlar ulaştırılmadı. Basından gelen röportaj taleplerine verdiğim yanıtlar da gönderilmiyordu. Sağ olsunlar avukatlar, her gün ziyaretimize geldiler.
‘ALTERNATİF MEDYANIN, NASIL BİR BOŞLUĞU DOLDURDUĞUNU GÖRDÜM
Medyadaki tek seslilik cezaevinden nasıl görünüyor?
Zaman bol olduğu için televizyon haberlerine daha çok odaklanıyorsunuz. Televizyonlardaki koro halindeki tek seslilik inanılmaz ağırdı, canımızı yakıyordu. Newroz haberi, ana haber bültenlerinde küçücük bir haber olarak geçti. Hiçbir şeyin onların verdiği gibi olmadığından emindik. Referandum sürecinde de muhalefet olarak sadece CHP’ye biraz yer verildi. HDP’nin sesi tümüyle kısılmak istendi. İçeride, bu tek sesliliği, baskıyı, sansürü çok ağır hissettim. Dışarıda sosyal medyanın, alternatif medyanın o boşluğu nasıl doldurduğunu daha iyi gördüm.
‘HÜSEYİN AVNİ MUTLU İLE KOMŞUYDUK’
Silivri’de FETÖ tutuklusu çok sayıda tanınmış isim de var. Onlarla hiç karşılaştınız mı?
Cezaevinde komşularımız vardı. İstanbul eski Valisi Hüseyin Avni Mutlu ile aynı koridordaydık. Koridorlarda isim ve fotoğraf var. Murat Aksoy’un ismini de orada gördüm. Avukat görüşüne giderken Cumhuriyet gazetesi yazarlarıyla karşılaştım bir kez. Kadri Gürsel’le el kol işaretleriyle konuştuk. Nasılsınız diyebildim sadece. Biz koridora çıkartıldığımızda genelde orası boşaltılıyordu. Tutuklularla karşılaşma ihtimalimiz olmuyordu. En fazla avukat görüşünde uzaktan selamlaşabiliyorsunuz. 9’uncu bölüm, ‘yüksek yüksek güvenlikli’ olarak niteledikleri bir bölüm. Orada engellemeler azami düzeyde.
SİLİVRİ 9 NO’LUDA GÖKYÜZÜ BİLE YOK
Sizden farklı neler vardı orada?
Gökyüzünü görmek çok iyi geliyor insana, duvarlar arasından da olsa. Ancak 9’uncu bölümdekilerin gökyüzünü görme şansı yok. Havalandırmanın üstünde iki tel vardı bizde de. Büyük uğraşlar sonucu önce birini, sonra diğerini kaldırttık. Onların havalandırmalarının üzerinde tel var.
Diğer tutuklu ve hükümlülerden size mesaj gönderenler oluyor muydu?
Kimseyle direkt iletişim kurma şansınız yok. Ayhan Bilgen, Nihat Akdoğan, Nursel Aydoğan, Bekir Kaya, Sebahat Tuncel hepsi oradaydı ama aynı odada kalmıyorsanız kimseyi göremiyorsunuz. Birbirimizle karşılaşmayalım diye ayrı ayrı çıkartılıyorduk. Büyük çabalar sonucu Sebahat Tuncel ve Nursel Aydoğan ile haftada bir saat aynı havalandırmaya çıktık. Ayhan Bilgen’i ise hiç görmedim. Aynı uçakla götürülmemize rağmen yan yana oturtulmadık, konuşmamıza bile engel oldular. Aklın, mantığın almadığı uygulamalar… Cezaevinde açlık grevleri için atılan sloganlarda sık sık "Mensure İstikbal" adını duyuyorduk. Kanser hastası bir tutuklu olduğunu öğrendik.
'YENİ BİR HUKUKSUZLUK İNŞA EDİLİYOR'
Birlikte tahliye olduğunuz Diyarbakır milletvekili Nursel Aydoğan için savcı tekrar tutuklama talep etti. Daha önce de gördük örneğini. Bıraktıktan sonra tutuklamanın mantığı nedir?
Doktrinde de uygulamada da olmayan bir yöntem. İktidarın getirdiği yeni bir yargılama biçimi bu. Bu yeni uygulama milletvekillerine ve gazetecilere yönelik kullanılıyor. İdris Baluken ve Ferhat Encü ile ortaya çıktı. Murat Aksoy ve Atilla Taş’ta da uygulandı. Bu dönemde hukuk katlediliyor demeyeceğim, yeni bir hukuksuzluk inşa ediliyor. 20 yıl aktif avukatlık yaptım, böyle bir şey görmedim. Bir mahkeme tahliye ediyor, diğeri tutukluyor. Siyasetin, talimatın ne kadar etkili olduğunu gösteriyor bunlar. Benim tahliye kararıma da itiraz etti savcı, reddedildi mahkeme tarafından. Bu, AKP iktidarının yargıyı kendine bağlaması, tümüyle siyaset erkinin aracı haline getirmesidir ve hukuk açısından izahı olmayan bir durumdur. Zaten yargıya, adalete inanç yok; olan inanç kırıntıları da bunlarla yok oluyor.
‘TUTUKLANMAMAK İÇİN TUTUKLAMA KARARI VEREN BİR YARGI VAR’
Mahkemeler nasıl böyle kararlara imza atabiliyor?
Tutuklanmamak için tutuklama kararı veren bir yargı mekanizmasıyla karşı karşıyayız. Kendileri de soruşturulma, tutuklanma riski altındalar. HSYK’nin Atilla Taş ve Murat Aksoy’un da aralarında bulunduğu kişiler için tahliye kararı veren mahkemeyi görevden alması, bütün hâkim ve savcılara yönelik bir tehdittir; doğrudan mahkemeye müdahaledir. Hepsi kendilerini baskı altında hissediyor. Vicdanlı ve hukukla karar veren hâkim için ağır bir tablodur bu. Yargının tarafsız ve bağımsızlığından söz etmek mümkün değildir.
'ÇÖZÜM DIŞINDA BİR SEÇENEK YOK'
Referandum sonrası iktidar partisinden de muhalefet partilerinden de barış sürecinin mümkün olabildiğine dair sesler yükselmeye başladı. Bu bir temenni mi yoksa öngörü mü?
Buna inanmanın en önemli dayanağı savaş politikasının her seferinde büyük bir başarısızlığa uğramasıdır. Türkiye’nin Kürt meselesinde çözüm dışında bir seçeneği yok. Savaş, sınır ötesi operasyonlar, baskı, inkâr ve imha ile bu sorun çözülmez. Hükümet ısrarla bu uygulamaları sürdürüyor. Kısa vadede olmasa bile orta vadede bu sorun barış masasında çözülmek zorunda.
Referandumda AK Parti’ye Kürt seçmenden gelen ‘evet’ oylarındaki 400 bin artışı neye bağlıyorsunuz?
Kürt halkı ısrarla ‘hayır’ demiştir. Diğer yorumlara katılmıyorum. Hükümetin her ne kadar bu baskıcı politikalarını MHP ile birlikte yürütmek gibi bir ajandası varsa da bunun karşılığı yoktur. ‘Evet’ bloğu kaybetmiştir, ‘hayır’ bloğu kazanmıştır. ‘Evet’ büyük bir zorlamayla, hırsızlıkla, yolsuzlukla, yalanla, şaibelerle kendini galip ilan etmiştir. 17 büyükşehirde ‘hayır’ çıkıp ülke genelinde ‘evet’ çıkmasının matematikle izah edilir bir yanı yoktur; bu bile şaibenin, hukuksuzluğun boyutunu ortaya koymaktadır.
‘AYM’NİN KENDİ İÇTİHADINA SAHİP ÇIKMASI GEREKİR’
Anayasa Mahkemesi’nin 2013 tarihli Mustafa Balbay kararını hatırlatarak kendi içtihadını uygulaması gerektiğini söylüyorsunuz. AYM’nin, Balbay kararındaki gibi ‘seçmen iradesi’ni gözeterek HDP’li milletvekilleri için de olumlu bir karar vereceğine inanıyor musunuz?
Olması gerekeni söylüyorum. Anayasa Mahkemesi’nin bugüne kadar karar vermemesi kabul edilemez bir durumdur. Kendi içtihadına sahip çıkması gerekir. Kendi içtihadını uygulaması için 6-7 ay beklemesinin bir mantığı olamaz. Bu karar, siyasal ajanda nedeniyle uzatılıyor ama sabırlar çok zorlandı. Referandum da bitti. Erkeklerin futbol diliyle, top çevirecekleri bir ortam kalmadı. Eş Genel Başkanlarımızın, milletvekili arkadaşlarımızın çıkması gerektiğine inanıyorum. Mevcut hukuksuzluk daha fazla devam ettirilemez.
Cezaevindeki arkadaşlarınıza bir mesajla bitirelim mi?
Tutuklu Eş Genel Başkanlarımıza, milletvekillerimize, belediye başkanlarımıza, partililerimize en içten sevgilerimi, saygılarımı iletiyorum. Biz çıktık ama onlar hâlâ içerideler. O yüzden çok buruğuz. En kısa zamanda onlarla bir arada olacağımıza inanıyorum.