Meral Danış Beştaş: Demirtaş, Erdoğan’dan daha özgür
Yargı içindeki FETÖ’cü tasfiyesinin Ergenekon ve Balyoz sanıkları açısından pozitif sonuçlar yarattığını ama Kürt siyasetçilerine yönelik yaklaşımın aynen devam ettiğini söyleyen Anayasa Komisyonu Üyesi Meral Danış Beştaş’a göre, zihniyet açısından yargıda FETÖ-AKP ittifakı devam ediyor. Öte yandan Beştaş’a göre iktidarın hedefindeki Selahattin Demirtaş’ı cezaevinde tutmaya devam etmek kolay olmayacak.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın, HDP Eş Genel Başkanı Selahattin
Demirtaş için “terörist” ifadesi kullanması, HDP’ye yönelik tutum
konusunda yeni bir eşik anlamına geliyor. Erdoğan, Demirtaş’ı 6-8
Ekim 2014’teki Kobani olaylarının sorumlusu olarak lanse ederken,
yargı da Demirtaş dosyasını bu olaylar sırasında katledilen Yasin
Börü dava dosyasıyla birleştirdi. Öte yandan TBMM’nin bombalandığı
darbe girişiminin yıldönümünde, AKP-MHP ittifakıyla gündeme
getirilen TBMM İç Tüzük değişikliği teklifiyle milletvekillerinin
ifade özgürlüğüne önemli kısıtlamalar getirilmesi öngörülüyor.
15 Temmuz darbe girişiminin üzerinden bir yıl geçti. Bu süreçte
darbe girişiminin baş aktörü olan Fethullahçı örgütlenmenin devlet
içinde önemli ölçüde tasfiye edildiği ifade ediliyor. Peki,
gerçekten de Fethullahçılar artık eski güçlerine kavuşamayacak
düzeyde tasfiye edilebildiler mi? Neden yargı içinde sürekli
değiş-tokuş yapılıyor, atanan hâkim ve savcılar tekrar görevden
alınıyor?
TBMM Anayasa Komisyonu üyesi, HDP Adana milletvekili Meral Danış
Beştaş’la kendilerini yıllarca hedef alan Fethullahçı yapılanmayı,
15 Temmuz ve sonrasını, Kobani olaylarını ve Demirtaş’a yönelik
basıncı konuştuk.
HDP Adana milletvekili Meral Danış Beştaş
'MESELE KÜRTLER OLUNCA TUTUM DEĞİŞMEDİ'
Cemaatin iktidar tarafından muteber görüldüğü dönemde
size yönelik çok sayıda siyasi operasyonun başını Fethullahçıların
çektiği söyleniyordu. 15 Temmuz darbe girişiminin üzerinden geçen
bir yılda devlet içindeki Fethullahçıların büyük ölçüde tasfiye
edilmesinin size yönelik etkisi ne oldu?
15 Temmuz’dan sonra Fethullahçılara karşı en fazla operasyon
yargı içinde gerçekleştirildi. Fethullahçıların bize yönelik
operasyonlarından söz edildiğinde 14 Nisan 2009’da başlayan KCK
operasyonları, Hatip Dicle ve Fırat Anlı’nın da aralarında
bulunduğu meşhur kelepçeli fotoğraf akıllara geliyor. O
operasyonlarda binlerce insan tutuklandı ve yıllarca hapis
yattılar. Fakat o davalara bakan hâkim ve savcıların hemen hepsi
FETÖ’den tutuklandı. Bazıları örgüt üyeliğiyle, müebbet hapis
cezasıyla yargılanıyor. Mesela Hatip Dicle, Kamuran Yüksek gibi
siyasetçilerin de bulunduğu KCK Ana Davası’nın mahkeme başkanı üç
kez müebbetle yargılanıyor. Bunların arkadaşlarımız hakkında
hazırladıkları iddianameler ve hatta aldıkları mahkumiyet kararları
var. Biz bu hâkim ve savcıların aldıkları kararlarla ilgili
yargılanmanın yenilenmesi talebinde bulunduk. Bu taleplerimizin
hiçbiri kabul edilmedi. Dahası, HSYK’nın, yani aslında iktidarın
atadığı yeni hâkim ve savcılardan oluşan mahkeme heyeti, FETÖ’den
tutuklu savcıların iddianame ve mütalaalarına dayanarak mahkumiyet
kararı verdi. Fakat Ergenekon ve Balyoz davalarında ise yeni atanan
hâkimler tümüyle beraat kararı verdi. Yani Ergenekon ve Balyoz
sanıkları aklanırken, mesele Kürtler olunca tutum değişmedi.
Yargıtay’ın Mart ayında Van Büyükşehir Belediyesi
Eşbaşkanı Bekir Kaya dosyasında sanıklar lehine verdiği karar da
var ama…
Yargıtay’ın yaptığı, halen Silivri’de yatan Bekir Kaya’nın
gerçek siyasi faaliyetlerini, siyasi faaliyet olarak kabul
etmesinden ibaret aslında. Ama bu karar yerel mahkemelere
yansımadı. Nitekim halen bu tür demokratik siyasi çalışmalardan
dolayı örneğin Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ,
milletvekilleri, belediye başkanları hapiste. Oysa normalde
bağlayıcı olan Yargıtay içtihadının hemen yerel mahkemelerde
karşılık bulması gerekiyor. Sonuçta Ergenekon, Balyoz sanıkları
için pozitif sonuç yaratan Fethullahçı hâkim-savcı tasfiyesi Kürt
siyasetçileri açısından herhangi bir pozitif etki yaratmadı. Mesele
Kürtler, talep de eşit ve özgür yurttaşlık temelinde demokratik
çözüm olunca, AKP ve FETÖ ittifakı, işbirliği devam ediyor!
Nasıl yani?
Bu çok net bir tablo. 15 Temmuz darbe girişimiyle AKP-FETÖ
çatışması doruğa çıktı ve şu an en büyük düşman olarak
Fethullahçıları gösteriyorlar. Oysa pratikte Kürt karşıtlığında,
Kürtlerin haklarını vermeme, dil ve kültürünü reddetme ve yargıdaki
pratiği devam ettirmede işbirlikleri devam ediyor.
AKP’yle çatışmaya başladıktan sonra Fethullahçıların
sizinle yakınlaşmak için herhangi bir girişimleri oldu
mu?
Fethullahçıların bize yaklaşmasının söz konusu olmadığını
söylemeyi bile zul addederim. Fethullahçıların Kürtlere, daha da
ötesi demokratik muhalefete yaklaşımını herkes biliyor. Ama hükümet
böyle bir algı yaratmak istiyor.
'FETHULLAHÇILAR İÇİMİZE SIZAMADI'
İktidarla çatışma öncesinde en fazla size yönelik
operasyonları organize eden Fetullahçıları hâlâ bir tehdit olarak
görüyor musunuz?
15 Temmuz darbe girişimi başarılı olsaydı hapse ilk atılacak
olanlar bizlerdik. Ama darbe girişimi başarısız oldu, yine hapse
giren bizler olduk. 20 Temmuz’da ilan edilen OHAL, bize yönelik bir
darbedir.
Son bir yıldır yapılan operasyonlarda görülüyor ki,
hangi taşı kaldırsanız altından Fethullahçı çıkıyor. Devletin,
siyasetin, sivil toplumun pek çok alanına sızmış olan
Fethullahçılar nasıl oldu da Kürt hareketinin, HDP’nin, DBP’nin
içine sızamadı?
Fethullahçıların bizim içimize sızmaları söz konusu olsaydı, AKP
bunu binlerce kez deşifre etmişti. Fakat iktidar, devlet, tüm
istihbarat kurumları bizimle ilgili böyle bir veri elde edemedi,
edemez de. Çünkü yok. Biz bir halk hareketiyiz ve hareketimizden
herhangi bir iktidar pastası çıkmaz. Bizde acı, mazlumiyet ve buna
karşı bir direniş var. Biz siyaseti iş bulma, iş verme, ihale
kapma, kariyer devşirme alanı olarak kullanmıyoruz. Ne birilerine
HSYK’dan kadro verebiliriz, ne de bankaları peşkeş çekebiliriz. 85
belediye eşbaşkanımız hapiste ama hiçbiri hakkında bir yolsuzluk
iddiası yok.
'O KADAR AYNILAŞMIŞLARDI Kİ, ŞU AN AYIRT
EDEMİYORLAR'
Yargı konusunda hâlâ hangi yargıcın Fethullahçı,
hangisinin AKP’li olduğuna dair şaibeler var. Hâlâ yaptıkları
atamaları geri çekiyorlar, yer değiştiriyorlar, tenzili rütbe
yapıyorlar. Nasıl oluyor da bunca istihbarata rağmen bu konudaki
belirsizlik sürüyor?
Çünkü etle tırnak gibiydiler, iç içe geçmişlerdi. O kadar
aynılaşmışlardı ki, şu an ayırt edemiyorlar. Hâkimin Fethullahçı
olup olmadığı alnında yazmıyor. Geçmişte birlikte hareket etmişler,
aynı pencereden bakmışlar. Şu anda mesela, HSYK atamalarında ölçü
nedir, örneğin tutuklu milletvekilleri dosyalarına bakan Diyarbakır
Başsavcı vekili Kurtçu Eker, neye göre alınıp Fethiye başsavcısı
yapıldı? AKP milletvekili Şamil Tayyar mesela, Kurtçu Eker hakkında
FETÖ’cülük imasında bulundu…
Tutuklu milletvekilleri dosyasına bakan savcının yerinin
değiştirilmesi sizin lehinize değil mi?
Değil; çünkü diğer hâkim-savcılar aynı uygulamayı
sürdürüyor.
'İKTİDAR KORKMAKTA HAKLI'
O halde niye yeri değiştiriliyor?
AKP kendini güvende hissetmiyor. Korku AKP’yi ve genel başkanını
esir almış durumda.
Devlet içinde bu kadar örgütlenmiş bir yapı söz
konusuyken, bu korkuyu yaşamakta haksızlar mı?
Korkmakta çok haklılar; çünkü o kadar büyük hukuksuzluklara,
suçlara imza attılar ki! Bu suçları hafifletmek için yaptıkları her
yeni hamlede daha büyük bir hukuksuzluğa imza atıyorlar. Bunların
ortaya çıkması, onları sanık yapacak. Uluslararası Ceza Mahkemesi
önünde yargılanmalarını gerektiren fiiller var. Keza şu anda,
mesela Rıza Zarraf ABD’de tutuklu ama başrolde hükümet üyeleri var.
Türkiye tarihinde ilk kez bu davalar kapsamında bir mahkeme kanunla
ortadan kaldırıldı, savcılar değiştirildi ve atanan yeni savcılara
takipsizlik kararı verdirildi. Dolayısıyla insan suçlu olunca
korkar. Biz niye korkmuyoruz? Çünkü hesabını veremeyeceğimiz hiçbir
şey yok.
Az önce “yargıda FETÖ-AKP ittifakı devam ediyor”
dediniz. Bu iddianızı biraz daha sarihleştirir
misiniz?
Oturup anlaşılıyor anlamında değil, bakışları ve yaklaşımlarının
benzerliğini vurgulamak için söylüyorum. Ama bu bakış ve yaklaşım
benzerliği belki de zımni bir ittifaktır. Yarın, öbür gün tekrar
bir araya gelmemeleri için belki de bir sebep yoktur.
Sizce bunca tasfiye operasyonundan sonra
Fethullahçıların tekrar dirilerek eski güçlerine kavuşmaları
ihtimali var mı?
Bu kadar kolay bitirilebilecek bir yapı değil. Uluslararası
alanda bu kadar geniş kadroları elinde tutan, yargıdan emniyete
kadar devlet aygıtı içinde bu kadar örgütlenmiş bir yapı bir-iki
yılda temizlenemez. Öte yandan 15 Temmuz sonrasında yapılan
operasyonlarda tutuklanan herkes Fethullahçı değil. Hükümet de bu
konuda, bir yönüyle amatörce, el yordamıyla, korku psikolojisiyle,
bir yönüyle de son derece kurnazca hareket etti. Herkesi FETÖ
torbasına koyuyorlar. Sadece 'üstünün emrine riayet etti' diye
yüzlerce asker FETÖ’den tutuklandı. Ayrıca hazır böyle bir “lütuf”
elde etmişken de örneğin Ahmet Şık, Kadri Gürsel gibi isimleri bile
FETÖ’cü ilan ettiler. Buna benzer yüzlerce insanı da bu kapsamda
hapsettiler. Bütün muhalefeti bir-iki torbaya sıkıştırmaya
çalışıyorlar. Ya PKK veya FETÖ diyorlar.
'DEMİRTAŞ, AKP’Yİ İKTİDARDAN İNDİREN TEK
LİDERDİR'
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçtiğimiz gün Almanya’daki
G-20 zirvesi sırasında Selahattin Demirtaş için “o bir terörist”
açıklamasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu açıklama, AKP’li olmayan herkesin terörist ilan
edilmesidir.
Erdoğan bu suçlamayı, 6-8 Ekim 2014 Kobani olayları
bağlamında yaptı. Olaylar sırasında öldürülen gençlerden Yasin Börü
dosyasıyla Demirtaş’ın dosyası birleştirildi. Erdoğan’ın açıklaması
ile yargının bu kararı, Demirtaş açısından ne anlama
geliyor?
Demirtaş deyince, milyonlarca insanın iradesini temsil eden,
ABD’nin önde gelen itibarlı dış politika dergilerinden Foreign
Policy tarafından dünya lideri seçilen, insan hakları ödülleri
almış ve şu anda da Vaclav Havel İnsan Hakları Ödülü’ne aday
gösterilen bir liderden söz ediyoruz. Demirtaş sadece Kürtler
nazarında değil, Türkiye genelinde büyük bir sempati toplamış,
cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Erdoğan’a karşı büyük büyük bir
başarı sağlamış bir lider. Ama en önemlisi de 7 Haziran’da AKP’yi
iktidardan düşüren tek liderdir Demirtaş. 2002’den 2015’e kadar
kimse AKP’nin tek başına iktidarını engelleyemezken Demirtaş
şahsında bizim siyasetimiz bunu gerçekleştirdi. Dolayısıyla
Erdoğan’ın Demirtaş’a ilişkin söylediği sözü şahsi öfkesiyle
açıklamak lazım. Demirtaş sadece halkın yüreğinde yer alabilen çok
başarılı bir politikacı olmakla kalmadı. İyi bir baba, iyi bir
arkadaş, iyi bir sanatçı aynı zamanda. Dolayısıyla hedeflenen,
Demirtaş’ı ve onun şahsında da HDP’yi bitirmektir.
Peki, bunun zemini için neden 6-8 Ekim olayları ve Yasin
Börü davası seçildi sizce?
Bakın, Demirtaş’ın davası şu anda Ankara 19. Ağır Ceza
Mahkemesi’nde. Normalde "tensip" dediğimiz ilk inceleme yapılır ve
maksimum iki hafta içinde duruşma günü belirlenir. Demirtaş dosyası
ise aylarca duruşma günü bekledi. Ve mahkeme başkanı sürekli
dosyanın Yasin Börü dava dosyasıyla birleştirilmesini istedi. Yasin
Börü davası Ankara’da bir başka mahkemede görüldü, karar çıktı,
kamuoyuna yansıdı, bitti. Fakat dosyanın bir bölümü tefrik
edildi.
Tefrik edilmesi ne anlama geliyor?
Davada üç sanık var, ikisi hakkında eksiklikler tamamlanarak
karar verildi. Ama bir sanıkla ilgili eksiklikler tamamlanmadığı
için tefrik edildi, ayrıldı yani. Mahkeme, birkaç defa Demirtaş’la
Börü davası arasında bağ olmadığı için birleştirilme talebini
reddetti. Bunun üzerine 19. Ağır Ceza Mahkemesi re’sen, yani
kendiliğinden dosyayı birleştirme kararı aldı. Erdoğan da bununla
eşzamanlı olarak Demirtaş’a terörist dedi ve onu Kobani
olaylarındaki ölümlerden sorumlu tuttu. Şimdi kim bize, mahkeme
kararıyla Erdoğan’ın açıklaması arasında ilişki olmadığını
söyleyebilir!
'HDP’YE YÖNELİK YARGI OPERASYONUNU HÜKÜMET
YÖNETİYOR'
Fakat Erdoğan’ın açıklaması, mahkemenin dava dosyalarını
birleştirme kararından sonraydı…
Elbette; ama mahkemenin dosyaları birleştirme ısrarının
arkasında bu siyasi yaklaşımın olmadığına kimse bizi ikna edemez.
Mahkeme bu siyasi yaklaşımla yönetiliyor. Tıpkı 4 Kasım’daki
gibi.
Milletvekillerinizin gözaltına alındığı operasyondan söz
ediyorsunuz…
Evet, 4 Kasım 2016’da, aynı dakikalarda, farklı 6 ilde, 6 ayrı
savcıya yaptırıldı o operasyon. Bu hukuk işlemi değil, siyasi bir
faaliyettir.
Niye? Normalde tek bir savcı mı yapar bu tür
operasyonları?
Tabii ki! Normalde savcılar arasında bir koordinasyon yoktur.
Bingöl savcısıyla Diyarbakır savcısının veya İstanbul’dakiyle
İzmir’dekinin birbirinden haberi olamaz. Zaten hukuk sistemimizde
böyle bir koordinasyon mekanizması yok. Dolayısıyla karar
Ankara’dan verildi. HDP’ye yönelik operasyon hükümet tarafından
yürütülüyor. Başında da kimin olduğunu biliyoruz… Şimdi gelelim,
neden Kobani olayları zemin olarak seçildi sorunuza. İlk günden
itibaren, 6-8 Ekim’den HDP’nin ve Demirtaş’ın sorumlu olduğuna dair
bir algı oluşturulmaya çalışıldı ve bunu da Yasin Börü üzerinden
yaptılar.
İşin vak’a boyutu bu. Peki, hukuk boyutu
ne?
Bir kere Demirtaş hakkında Börü davasıyla ilgili bir fezleke
yok. Milletvekillerinin yargılanabilmesi için meclisin bir
fezlekeyle ilgili dokunulmazlığı kaldırması gerekiyor. Şimdi
mahkeme, olmayan bir fezleke üzerinden dosyayı birleştiriyor. Bunun
hukukla hiçbir alakası yok. Avukatlar bu karara itiraz ettiler
tabii.
'ÜYELERİMİZ KADAR YASİN BÖRÜ İÇİN DE
ÜZÜLDÜK'
Selahattin Demirtaş, Erdoğan’a verdiği yanıtta Kobani
olayları sırasında öldürülen 54 kişiden 44’nün HDP’li olduğunu
ifade etti. Fakat İzmir’de linç edilen Ekrem Kaceroğlu gibi birkaç
isim dışında bu 44 HDP’li hakkında neredeyse hiçbir bilgimiz yok.
Kaceroğlu ismini hatırlamamızın sebebi de, linç edilen oğlunu
korumaya çalışan baba Bedrettin Kacaroğlu’nun polise mukavemetten
yargılanmış olması. Dolayısıyla biz neden öldürülen 44 HDP’li
hakkında doğru dürüst bir bilgiye sahip değiliz?
Öncelikle o tarihteki gelişmeleri hatırlayalım. 15 Eylül 2014’te
IŞİD’in saldırısı karşısında Diyarbakır’dan Antalya’ya,
İstanbul’dan Ankara’ya kadar halk neden Kobani’ye sahip çıktı?
Suruç halkıyla Kobani halkı aynı ailenin parçaları.
Ahmed Arif’in tabiriyle "birbirine karışmış
tavukları…"
Kardeşimin karşı karşıya olduğu tehlike beni ne kadar
ilgilendiriyorsa, Kobanilinin karşı karşıya olduğu tehlike de beni
o kadar ilgilendirir. İkincisi de IŞİD o dönemde Şengal ve Musul’da
insanın izah edemeyeceği vahşetlere imza atıyordu. IŞİD’in Kobani
kuşatmasıyla insanlardan tepkiler, sivillerin kurtarılması için
koridor oluşturulması talepleri gelmeye başladı. Sınırda nöbet
tutan siviller gazlı, coplu müdahalelerle karşılaştılar.
Türkiye’nin Kobani’ye yardım etmesini istedik. HDP, halka bu konuda
demokratik tepki çağrısı yapmıştı. Tıpkı Adalet Yürüyüşü gibi,
tıpkı 15 Temmuz darbe girişiminde bizzat cumhurbaşkanının halkı
sokaklara çağırması gibi. Ayrıca o dönemde çözüm süreci, hükümetle
görüşmelerimiz devam ediyordu. Salih Müslim, Türkiye’ye geliyor,
resmi karşılanıyordu. Buna mukabil 15 Eylül’den itibaren halkta bir
infial vardı.
Keza Kobani’den de her gün cenazeler
geliyordu…
Tabii, İnsan Hakları Gözlemevi’nin raporuna göre 15 Eylül-1 Ekim
tarihleri arasında 412 sivil yaşamını yitirmiş Kobani’de. 90 bin
insan Türkiye’ye kaçmak zorunda kalmış. Bunun üzerine 1 Ekim 2014
günü Demirtaş, başbakan Ahmet Davutoğlu’yla görüşmek için
Amerika’daki programını yarıda kesip gelmişti. Davutoğlu-Demirtaş
görüşmesinde çözüm sürecinin devamının risk altında olduğu
belirtilmiş, Kobani’ye koridor açılması, katliam tehdidinin
bertaraf edilmesi konusunda bir “konsensüs” sağlanmış, bu da basına
açıklanmıştı. 6 Ekim’de Mürşitpınar sınır kapısı IŞİD tarafından
alınınca, Kobani’deki binlerce insan tehdit altına girdi. Bunun
üzerine partimiz her zaman yaptığı çağrılardan birini yaparak halkı
demokratik tepki göstermeye çağırdı.
'KOBANİ OLAYLARINDA ÖNLEME DEĞİL TEŞVİK
VARDI'
Ne oldu da o tepkiler onlarca insanın ölümüne sebep
olacak bir çatışmaya dönüştü peki?
6 Ekim’de Varto’da bir genç polis tarafından öldürüldü. Sonra
Batman’da Hüda-Par’lı olduğu iddia edilen kişilerin saldırısıyla
bir kişi daha hayatını kaybetti. Devamında da Yasin Börü’nünki
dahil dehşet olaylar, ölümler yaşandı. İddia ediyorum, ispat da
edebilirim, polisin görevini yaptığı hiçbir toplumsal olayda ölüm
olmamıştır. Sokağa çıkanları, o etkinliği korumak, demokratik
tepkinin ortaya çıkmasını sağlamak ama şiddeti de önlemektir
polisin görevi. Bir milyon insan Newroz’da toplanıyor, kimsenin
burnu kanamıyor. Adalet Yürüyüşü’nde örneğin, niye kimsenin burnu
kanamadı? Çünkü orada polis müdahale etmedi. Çünkü içeriye
provokatörler girmedi, kimse tahrik etmedi. Polis koruma görevini
yerine getirdi. Demek ki isteyince oluyor. Şunu da özellikle
söyleyeyim ki, biz HDP’li üyelerimiz için ne kadar üzüldüysek Yasin
Börü için de o kadar üzüldük. İlk günden itibaren de o konudaki
düşüncemizi söyledik. Sonradan da Hüda-Par Genel İdare Kurulu Üyesi
Şeyhmus Tanrıkulu, iktidarın Yasin Börü cinayetini kullandığını
ifade etti.
Peki siz 44 üyesini kaybetmiş bir parti olarak,
söylemsel düzeyde de olsa, neden bu karşı propagandanın üstesinden
gelemediniz?
Gelemedik, bunu kabul ediyorum. Ama bunun gerekçeleri de var.
Basın bize kapalı, suç duyurularımız sonuçsuz kalıyor, takip
ettiğimiz davalarda genellikle ceza verilmiyor. Polislerin ve
HDP’ye karşı olanların korunma zırhı çok yüksek. Bu olaydaki
davalara baktık, Yasin Börü dışında sadece Şehriban Sertkal’ı
bulduk. Antep’te sağır-dilsiz bir kadın Kobani olayları sırasında
yoldan geçerken yaralanmış ve bu olayın sanığı yapılmış. Sonra
bakmışlar ki bir şiddet aracı elinde yok, bu sefer de propagandadan
sanık yapılmış.
Yani 6-8 Ekim olaylarında öldürülenlerle ilgili hukuki
bir takip olmadı mı?
Devlet o zaman ortadan çekilmişti. Kimseye müdahale edilmemiş,
kimlik sorulmamış, bir nevi “ne yaparlarsa yapsınlar” denilerek bir
ortam yaratılmıştı. Önleme çabasından çok saldırıya teşvik vardı.
Bildiğim kadarıyla Yasin Börü ve Şehriban Sertkal dışında açılmış
bir dava yok. Yargılanan kimse yok! Soruşturma var ama duruyor,
ilerlemiyor. Meclis’te bu ölümlerle ilgili 11 soru önergesi verdik,
hiçbirine yanıt verilmedi. 5 tane araştırma önergesi verdik,
komisyon kurulsun ve bu ölümler araştırılsın istedik, hepsi de AKP
tarafından reddedildi. Olaylar sırasında Bingöl’de emniyet müdür
yardımcısı Ali Şahin ve komiser Hüseyin Hatipoğlu kimliği belirsiz
kişiler tarafından öldürüldü. Bunun üzerine bir araçta dört kişi
öldürüldü ve Davutoğlu “sorumlular cezalandırıldı” dedi. Fakat bu
dört kişiyle ilgili balistik inceleme yapıldı ve polislerin
ölümünde fail olmadıkları ortaya çıktı. Peki, kim öldürdü emniyet
müdür yardımcısını? Meçhul, hâlâ bilinmiyor. Tıpkı Yasin Börü
dışındaki diğer vatandaşların faillerinin bulunmaması gibi bu
olayın da failleri bulunmadı. Peki diğerleri bu ülkenin yurttaşları
değil mi?
'HALK DEMİRTAŞ’I YALNIZ BIRAKMAYACAK'
Bu olaylardan sorumlu tutulan ve bir cinayet davasıyla
dosyası birleştirilen Demirtaş için nasıl bir gelecek
öngörüyorsunuz?
Demirtaş’ı halk yalnız bırakmayacak. Çok sevilen ve sahiplenilen
başkanımızla partililerimizin, vatandaşlarımızın hiçbir zaman bağı
kopmadı. Bu devam edecek. Ama içeride ama dışarıda, kesinlikle
Demirtaş, Erdoğan’dan daha özgür. Dört duvar arasındasın ama
düşüncen, inancın, mücadele azmin, asıl özgürlüğü sağlayan
unsurlardır. Ben başkanımızın da orada Erdoğan’dan da, Binali
Yıldırım’dan da ve dışarıda kendilerini özgür zannedenlerden de çok
daha özgür olduğunu vurguluyorum. Tabii hükümet HDP’yi kendisine
bir engel olarak görüyor. Çünkü biz "radikal demokrasi" diyerek,
"büyük insanlık" diyerek yola çıktık. Sünniyse Sünni, Aleviyse
Alevi, kadınsa kadın, eşcinselse eşcinsel, Kürtse Kürt, Türkse
Türk… Birlikte yaşam tahayyülünü temsil ediyoruz. Bu da iktidarın
savunduklarının tam tersi. Bizim yükselişimizi durdurmak için
muazzam hukuksuzluklara imza atıyorlar. Amaçları bizi eritmek,
tasfiye etmek, konuşamaz hale getirmek.
Peki, eriyor musunuz?
Erimediğimizi gördükçe daha çok öfkeleniyorlar. En son çıtayı
“terörist” demeye kadar vardırmanın sebebi bu. Niye erimiyoruz,
çünkü bizim üyelerimizin bir çıkar beklentisi yok. Haksızlığa,
baskıya ve sömürüye "hayır" dedikleri için siyasetteler. Bu
mücadelede bir şey aldıkları için değil, hep verdikleri için yer
alıyorlar. Bu haksızlığın, zulmün bitmesi için de vargüçleriyle
yaşamlarını ortaya koyuyorlar. Demirtaş içeride de olsa dışarıda da
olsa bu mücadeleye özgür bir birey olarak devam edecek. Ama
Demirtaş’ı cezaevinde tutmaya devam etmek o kadar kolay olmayacak.
HDP kursaklarından geçmez. Çünkü biz gerçekten büyük bir dirence
sahibiz. Neyle terbiye edecekler bizi? Cezaevinden, ölümden ötesi
var mı?
Meclis’in önümüzdeki günlerde temel gündemi İç Tüzük
değişikliği olacak. 18 maddelik bu değişiklik paketinin
milletvekillerinin ifade özgürlüğünü kısıtlayıcı unsurlar içerdiği
ifade ediliyor. Örneğin “Kürdistan”, “Kürt illeri”, “Ermeni
Soykırımı”, “Soma katliamı” deyince para cezasına
çarptırılabilecekler. Bu değişiklik de geçtiğinde Meclis,
milletvekilleri için nasıl bir yer olacak?
İç Tüzük değişikliğiyle muhalefet sadece göstermelik olacak ve
iki partinin ittifakını izleyecek. Muhalefet kendi sözünü
söyleyemeyecek, para cezası tehdidiyle karşı karşıya olacak.
“İşkence yapılabilir, ben de bunun önlenmesi için bir şey yapmam
ama sen de 'işkence var' diyemeyeceksin” demektir bu. Soma’da 301
insan yaşamını yitirdi ama sen 'Soma katliamı' diyemezsin. Kürt
halkı diye bir halk var, Kürtçe diye bir dil var, oturdukları bir
coğrafya var ama 'Kürdistan' veya 'Kürt illeri' diyemezsin diyor.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında Kürtçe konuşana para cezası
veriliyordu. Şimdi vatandaşa değil, vatandaş şahsında
milletvekiline para cezası vermek istiyorlar. Kürtçe konuşana para
cezası öngören 2932 sayılı yasa 1991’de kaldırılmıştı, Şimdi
milletvekillerine bu yasağı getiriyorlar ki, vatandaş ifade etmeye
cesaret dahi edemesin. Çünkü vekillik düşünce-ifade özgürlüğünün
maksimum düzeyde korunduğu bir görevdir, Meclis de böyle bir
yerdir. Biz sorunları parlamentoda konuşamayacak, çözemeyeceksek
nasıl çözülecek?