Cengiz Özkarabekir’in yönetmenlik koltuğunda oturduğu ‘Merhaba Güzel Vatanım’, yarı belgesel bir film tadında ilerleyen, ülkemizin (ve bizce bütün zamanların!) en büyük şairlerinden biri olan Nazım Hikmet ve günümüzün tanınmış yazarlarından Ahmet Ümit’in hayatlarındaki başlıca dönüm noktaları arasındaki paralellikleri işaret eden bir yapım. Ancak hem akışkanlık açısından aksayan hem de asıl karakterini yani Ahmet Ümit’i anlatırken, Nazım Hikmet’i biraz üstünkörü işleyen ve adeta geri plana atan bir film…
HATALI BİR ÇIKIŞ NOKTASI..
Özkarabekir’in filmini izledikten sonra aklımıza takılan ilk soru, böyle bir projenin neden yarı belgesel tarzında, daha doğrusu bir kısmının kurmaca bir film gibi, diğer kısmının ise röportaj tarzında, klasik belgesel tarzında hayata geçirildiğine ilişkin oluyor.
Hatırlanacağı üzere oyuncu Yetkin Dikinciler daha önce ‘Mavi Gözlü Dev’ (2007) filminde Nazım Hikmet’i ustalıkla canlandırmış, onun hayatının büyük bir kısmının beyaz perdeye aktarıldığı bu yapımda, canlandırdığı karakterin iç dünyasını, yaşadığı aşkları, özlemini duyduğu şeyleri, geçtiği zorlu süreçleri ve tabii ki (en önemlisi!) politik duruşunu sinemaseverlerle paylaşmıştı. ‘Benim Güzel Vatanım’ yine bu oyuncuyu aynı rolde sunuyor ancak onu asıl başkarakter olarak değil, bir dış ses, ‘anlatıcı’ (narrateur) olarak ve asıl figüre yönelmemiz için yardımcı bir rolde kullanıyor. Sorun bizce tam da bu noktada baş gösteriyor…
Nazım Hikmet karakteri filmin kurmaca bölümünde hayatının dönüm noktalarıyla gösterilirken, Ahmet Ümit bazen çok ani ve bizce yersiz bir şekilde, kendi yaşam yollarının büyük şairle ne kadar benzeştiğinden bahsediyor. Aralarında neredeyse üç jenerasyonluk fark olan bu iki karakter ( biri 1901 bir diğeri 1960 doğumlu!) her ne kadar hayatlarında politik bakış açıları, gitmek zorunda kaldıkları ülke (Rusya) ve yaşadıkları sosyal politik baskılar gibi ortak noktalarda buluşsalar da, bizce Nazım Hikmet’in yaşadığı haksızlıklar, baskılar ve hayatını değiştiren etkenlerin ağırlığı ve vahameti, onlarla Ahmet Ümit’in yaşadığı sorunlar arasında filmin kurmak istediği paralelliği inandırıcı olmaktan uzaklaştırıyor.
Dolayısıyla her ne kadar Ahmet Ümit önemli bir edebiyat insanı olsa da, böyle bir tarihi karakterin bulunduğu filmin kurmaca yapısı arasında çıkıp "Bakın ben de bunları yaşadım! Ben de oralara gittim!" der gibi konuşması sanki bir turistik tur filmi izliyormuş hissiyatı yaratıyor.
MAVİ GÖZLÜ DEV’İN BÜTÜN YÖNLERİ
Böyle kopuk, bölük pörçük ilerleyen bir filmin beraberinde getirdiği bir sorun da, ele aldığı ana karakterlerden birini hakkıyla beyaz perdeye yansıtamamasından kaynaklanıyor. Nazım Hikmet kuşkusuz herkesin tanıdığı ve yaşamış en büyük şairlerden birisi ama bu edebiyatçı yanının dışında, ciddi bir politik duruşu olan, komünist fikirlerinden dolayı iki defa Moskova’ya kaçmak zorunda kalmış, Türkiye’deyken haksız yere tam 17 sene hapis yatmış ve memleketine karşı duyduğu büyük özleme rağmen maalesef Moskova’da aramızdan ayrılmış bir tarihi figür. ‘Merhaba Güzel Vatanım’ belki şairin bu kritik dönemlerini gösteriyor ama bu sekanslarda hep bir didaktik duruş, bir ‘yetersiz’ bilgi aktarımı tutumu var.
Örneğin, Nazım Hikmet’in geçirdiği çok uzun hapis sürecinde, kendisinin de ‘Mavi Gözlü Dev’de de gördüğümüz gibi, dile getirdiği, ‘bu hapishaneden asla canlı çıkamayacağı’ kanaatinin neden olduğu derin bir umutsuzluğa kapılması, 12 yıldır yoğun bir aşkla bağlı olduğu eşi Piraye’yi, bir başka kadın, Münevver için bırakması veya yurt dışında, adeta bir sürgündeyken kendisi hakkında bir gazetede çıkan ‘vatan haini’ yakıştırması gibi çok önemli olaylar, filmde hiç altı doldurulmadan, ‘olmuş bitmiş!’ basitliğinde sunuluyor.
Yetkin Dikinciler ise kendisine kalan yetersiz sürede adeta karakterine gereken derinliği katmak için çırpınıyor. Buna rağmen, belki biraz ağır kaçacak ama filmde Nazım Hikmet’i tutkulu, cesaretli ve bilge bir karakterden ziyade maceraperest, militan ve sadece ‘anı yaşayan’ bir karakter gibi görüyoruz. Bu tutumun en bariz örneği, Nazım Hikmet’in yurt dışında geçirdiği dönemleri lüks içinde, çok rahat koşullarda ve neredeyse orada olmaktan son derece mutlu gibi gösteren sekanslarda gözümüze çarpıyor.
Mutlaka yönetmenin böyle bir amacı yok ancak iyi niyet taşımak her zaman başarılı bir şekilde beyaz perdeye yansıtmak anlamına gelmiyor.
KRONOLOJİK OLARAK TERS BİR BİÇİM
Son kertede film Ahmet Ümit ve onun yaşamına odaklanıyor ve aslında tersi olması beklenirken, Nazım Hikmet, onun yaşamının adeta bir tercümanı gibi konuşuyor. Ümit ısrarla kendini hatırlatıyor, Nazım’ı sadece kendisine benzeyen özelliklerinden bahsederken hatırlıyor. Film uzadıkça Nazım Hikmet’ten uzaklaşıyoruz, adeta onu kendini yeterince ifade edemediği bir filmde bırakıyoruz.
Filmin sonunda uzunca gösterilen Ahmet Ümit’in imza günü ve tek başına sevmiş olduğumuz ama bu filmde gereksiz ve ısmarlama duran ‘Her şey güzel olacak!’ sözü bu başarısız yapımın tuzu biberi oluyor.
Dediğimiz gibi niyeti iyi, karakterleri ilginç, hedeflenen kitlesi belli (özellikle genç seyirciler) ancak yönetmenliği sıradan, senaryosu kopuk ve ele aldığı karakterlere ya gereğinden fazla ya da gereğinden az yer veren sönük bir yapım ‘Merhaba Güzel Vatanım’…
Yönetmen: Cengiz Özkarabekir
Oyuncular: Yetkin Dikinciler, Serkan Altıntaş, Berna Laçin, Pelin Batu, Levent Üzümcü, İskender Bağcılar, Alper Türedi, Kutay Şahin…