Mehtap Baydu'nun Galeri Nev Ankara'daki yalın, derin, kadınsı yapıtları, kişinin kendisi ve dünya arasındaki mesafeyi anlayıp, eritip, ölçüp bize yeniden anlattığı, sessiz, tek kişilik, alabildiğine mahrem bir öykü kitabını andırıyor.
Deniz Artun idaresindeki Galeri Nev Ankara, Berlin'de yaşayan ve çalışan Mehtap Baydu'nun yerleştirme ve video yapıtlarını 9 Ocak'a dek izleyiciyle buluşturuyor. 29 Kasım'da açılan ve sanatçının da açılışında politik-aktüel ve savaş karşıtı bir 'taç' ile hazır bulunduğu, bu 'taç'ın da sergilendiği 'Ben ve Her Şey Arasındaki Mesafe' sergisi, Baydu'nun daha önceki Nev sergileri 'Papierrepublik' ve 'Koza'nın ardından, yeni ve kibar bir sunum daha olarak ilgi çekiyor.
Yine de, kibarlığında son derece güçlü bir anlatım ve estetik ihtiva eden sergi, bir insanın kimliği ve cinsiyeti üzerinden dile getirdiği jest ve beden biçimlerini, neredeyse bir mim sanatçısı, balerin nezaketiyle görselleştiriyor.
İnsanın kendinden geçmesi, öteki olarak kendisini karşısına aldığı gibi, o suretle de dünyanın geri kalanını tanıştırma ve anlaştırma mücadelesi, kuşkusuz feminist göndermeler ihtiva eden bu serginin de sessiz metnine bağıra çağıra katkı sağlayan somut düşünceler arasında geliyor.
Kırmızı duvarlar arasında, tutarlı bir sessizlikle birbiriyle dayanışan bu (sayıda az, içerikte sınırsız) işler, Baydu'nun yerde yatan gri cismine, terk edilmiş tenine adeta ağıt yakar bir yeminlilik ve dayanışma hali üretiyor.
Sergisinde kendi kafasını sıralayarak, çoğaltarak, saçıyla topuzlayıp, duvardan ibretlik bir yaklaşımla da sallandıran Baydu, bu ibretlik oto-suretlere konuk ettirdiği birbirinden başka, kan kırmızı ağızlarla da, temsiliyet, teslimiyet ve tespitin nazik muhabbetini üst üsteliyor, kendi tabiriyle 'kendisini başkasının sessizliğiyle susturuyor'.
Kariyerinde daha önce, 'Ye Beni, Bul Beni' isimli performansında (sanki Yoko Ono'ya da selam verircesine) kendi üzerine deri gibi kapladığı yerel enerji yiyeceği pestili izleyicilerin soyarak yemelerine izin veren Baydu, 'kendinden geçme' ritüelini bu sergisinde de yere indirerek, ölüm ve ölümsüzlük, temsiliyet ve daimilik meselelerini 'ayağımıza kadar' taşımış oluyor.
Baydu'nun sergisinde yaptığı ince müdahalelerden bir diğeri ise, galeri atmosferini bereketli biçimde ısıtan, çevresindeki bireylerden ödünç aldığı kadın göğsü formlarından menkul 'kubbe'de kendini gösteriyor. Bereket ve kırılganlık bu parçayla sergide 'tavan' yaparken, hani sanki, bu yapıtı galerinin köşesindeki 'ten tarlası' çok daha da güzelleştiriyor.
Uzaktan bir pamuk tarlasını, yakından bir orkide kompozisyonunu çağrıştıran bu 'Japone' işlere daha da yaklaştığınızda, bu eseri var eden unsurlardaki kadınsılık, mahremlik, insansılık da defaten canınıza çarpıyor.
Diğer yandaki üç çift bacak ise, yine sanatçının kendi bacaklarının çoğaltıldığı ve günlük hayatta kırmızı ayakkabılı olmanın beraberinde getirdiği 'yükümlülükler'i galeri spotlarına taşıyor. İçine girdiğiniz andan, kapıdan çıktığınız dakikaya kadar mahremiyet ve rıza kavramları arasında gidip geldiğiniz Mehtap Baydu sergisinin alt katında ise, sanatçının Almanya'da bir parkta, bir avuç erkek gömleğiyle yaptığı Magritte ruhlu, Brecht'le dans eder yalınlık ve dönüştürücülükte bir performans da izlenebiliyor.
Galeri Nev'de yer alan ve sanatçıya ait diğer heykel ve fotoğraflarla da bezeli bu 'ekonomik' sergiden çıktığınızda, bir serginin, teşhir kapasitesiyle, suskunluğun, haddin mekânda ürettiği anlam bereketiyle de nelere kadir olabileceğini tekrar idrak ediyorsunuz.
Serginin derdi sizinle aynı desem, çok mu haddimi aşıyor olurum?
Siz ve her şey arasındaki mesafeyi ölçmek, önce kendinizden vermeyi gerektiriyor.