Mesihler cirit atıyor

Daha önce Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın üzerinde “Allah’ın bütün vasıflarını” görenler, şimdi Allah’ın AKP’ye oy istediğini, karşılığında kulunu ödüllendireceğini ileri süren Kasım Gülpınar gibileri belki de sahiden bir tür mesihtirler ve gerçek bir mesaj taşıyorlardır: “sonuna geldik, bitti!” gibisinden bir mesaj. Bunda insanlık açısından hayır bulunabilirdi, şüphesiz. Ahlâk kavramının bir dayanağını daha yıkmış, kalıntısını beraber götürüyor olmasalardı.

Ümit Kıvanç yazar@gazeteduvar.com.tr

AKP Urfa Milletvekili Mehmet Kasım Gülpınar, bir yerel seçim bürosu açılışı için toplanan partililere uhrevî âlem ile ilişkisini ifşa etti. Dediklerine bakılırsa, Gülpınar Allah’ın kimden nasıl hesap soracağını-sormayacağını bilen bir kimse.

Bu kadarına fetvaların sultanı Hayrettin Karaman bile cüret etmemişti. Tahminimce Karaman’ın -Gülpınar gibi- köyleri, tebaası, dönüm dönüm arazileri yok, o yüzden kendisi, eksiğini gidermeye öncelik veren her canlı gibi, bu dünyanın toprakları üzerinde egemenlik ve kendinden saymadıklarını köleleştirme projelerine kafa yoruyor, kendinden saydıklarını cenge teşvik için kutsal metinden dayanak arıyordu. Kasım Gülpınar’sa, bu dünyadan alacağını çoktan almış ailesinin kendisine sağladığı imkânı değerlendiriyor, yeni toprak ve köle için uğraşmıyor, gözlerini yukarılara, ötelere, ötelere dikiyor.

“Allah,” dedi Gülpınar, ilçe meclisi üyeliği için seçime katılacak AKP’li aday Celal Akın’ın seçim bürosu açılışı vesilesiyle toplanan kalabalığa, “emaneti ehline vermenizi emrediyor. Bu emir hepimiz için geçerli, sadece yöneticiler için değil. Herkes için, halk için de geçerlidir. Halk emaneti nasıl verir? Sandığın başına gider, oyunu atar ve emanetini verir.” Buraya kadar anlattığı prosedüre hakim belli ki bu yerel egemen. Gerisine de hakim; Allah’ın hal ve hareketi hakkında da geniş bilgi sahibi. Şöyle getirdi gerisini, uzun yıllara yayılmış yerel egemenlik ilişkileri bilgisine dayanarak ve şimdiki siyasî liderinin başarı garantisi taşıyan tehditkâr üslûbunu ödünç alarak: “Allah size bir emanet veriyorsa, bunun hesabını soracak demektir.” Böylece kalabalıkta meydana gelmesi muhtemel ufak tefek kıpırtıların da önünü kesin şekilde aldı. Zira, köyleri, arazileri, dokunulmaz-ilişilmez kimliği-konumu bulunan bir iktidar partisi milletvekili de olsanız, Allah’ın adına laf etmeye başladığınızda huzursuz olacaklar çıkabilir. Ya da çıkabilir-di; bugünün zulüm ve para-pul dininde durum nedir, emin değiliz.

Kıpırtıların da önü alındıktan ve her türlü itirazın ucunun sadece ağaya, şeyhe, yerel egemene, hattâ parti ve devlet liderine, Tek Adam’a, “Reis”e değil, mazallah, âlemlerin rabbine kadar uzanabileceği ihtimaliyle o bildik sindirici rüzgârın birörnek çirkin apartmanları yalayarak toplaşma alanını şöyle bir ürpertmesi sağlandıktan sonra, sıra geldi âlemlerin rabbinin 31 Mart yerel seçimlerine ilişkin tutumunun aktarılmasına. Bu noktada Kasım Gülpınar bir mesihtir. Su üstünde yürümez, körlerin görmesini sağlamaz, mağaraya saklansa örümcek onu saklamak için ağ örmez belki, fakat Allah en azından onu ulu bir dağın haşin rüzgârlı tepesine çağırıp konuşmuş olmalıdır. Yoksa ağzından dökülen şu sözler kendi sözleri midir: “Vicdan rahatlığıyla size diyorum ki, yarın inşallah mahşerde Allah’ın karşısına çıktığınız zaman, o emaneti bize verdiğinizden dolayı, size inşallah hiçbir hesap sormayacak.”

DAİŞ, beğenmediği insanların kafalarını kestiği kılıçlarla, siyasî İslâm’ın bedeninde ölümcül yaralar açtı. İslâmcılar, nasıl yıllarca şişirilmiş memeleriyle yarı çıplak kadınları ortaya sürüp, yanına yanaşacaklara bir nevi seks âlemi fantezisine dönüştürülmüş cennetten fragman sunan Adnan Oktar gibilerinin varlığından ve gerçekte hiçbir dinin meşru göremeyeceği faaliyetlerinden razı oldularsa, aynı sebeple, “bize kazandırır, hasmı zayıflatır” hesabıyla, DAİŞ’in dünyaya sunduğu İslâm resmine de itiraz etmediler. Kınansa da, lanetlense de, kudret geliyordu DAİŞ’in faaliyetinden. Kudretten önemlisini tanımaz hale gelmişlerdi ve kendilerini içeriden kemirecek canavarlardan ancak ahlâktan (moral, etik) mâmûl zırhla korunabileceklerini ya unutmuşlar ya da hiçbir zaman akıl edememişlerdi. Şu son noktada AKP’nin Türkiye’deki pratiğinin katkısı büyüktür. Türk İslâmcısı, derme çatma da olsa kuralları, kurumları belli olan, çok partili, tartışmalı, meclisli, seçimli, az buçuk demokratik, az buçuk çoğulcu bir ortamda, bu ortamı daha demokratik ve daha çoğulcu kılma vaadiyle iktidara gelip, hile ve zulümle ortamı berhava etmiş, çıkarı uğruna boyuna yalan söyleyen bir düzenbaz zalim konumundadır. Eline güç geçirir geçirmez, kendinden farklı herkese boyunduruk takma hırsıyla etrafı kırıp dökmüştür.

Başkalarına karşı büyük suçlar işlediği, durmadan giderek büyüyen yalanlar söylediği yetmiyormuş gibi, ve bunlar belli ki yetmediği için, nihayet gelip kendini var eden dayanakları kemirmeye başladı. Başlamıştı zaten, artık her gün yeni örneğiyle karşılaşıyoruz. Bu, dinî içerikli bir siyasî hareketin, önlenemez şekilde kendi mahvına yol açacak duvara toslamasıdır.

Ve öyle seçimde yüzde şu kadar fazla oy almakla veya bunu da alamayıp türlü dümenle almış gibi yapmakla falan önlenebilir bir çarpışma değildir. AKP göçerken, demokratik-çoğulcu zeminde var olmaya kalkışacak her türlü müstakbel İslâmcı hareketi de kendisiyle birlikte uçuruma sürüklüyor.

İşin kötüsü, kader birliği ettiği öbür ana akım, konjonktürel olarak “kararınca” İslâm’la güçlendirilmiş Türk milliyetçiliği de başka yönden kendi sonuna yaklaşıyor ve her ikisinin mevcut halleri sahiden bir “bekâ” sorununa işaret ediyor. Her gün birkaç işçisini inşaat tepelerinden atarak öldüren, üniversitesi “piyasa”ya rakip manav kurdu diye övünen, aslında kıymeti harbiyesi olan pek bir şey üretmeyip anca almayı-satmayı bilen, zaten berbat bir öğütme-harcama çarkı durumundaki eğitim sistemini daha da perişan etmeyi becermiş, ırkçı takıntılar ve tahakküm hülyaları yüzünden birkaç neslini şimdiden heder etmiş bir ülkenin, çok ama çok yakın geleceğin her şeyi burada bulunmayan teknolojilerin belirleyeceği dünyasında nasıl bir halde bulunacağını kestirmek zor değil. Bekâ sorunu aranıyorsa buralara bakmak lazım.

Memleketin, mevcut kudret sahiplerinin her türlü iktidar makamından uzaklaştırılmasına bağlı olan bekâsı bir yana, yeni dünyanın fırtınalarına bir süre daha dayanacak görünen ırkçılık ve milliyetçiliğin bekâsı öbür yana, siyasî İslâmcılığın bekâ sorunu sona ermek üzere. Daha önce Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın üzerinde “Allah’ın bütün vasıflarını” görenler, şimdi Allah’ın AKP’ye oy istediğini, karşılığında kulunu ödüllendireceğini ileri süren Kasım Gülpınar gibileri belki de sahiden bir tür mesihtirler ve gerçek bir mesaj taşıyorlardır: “sonuna geldik, bitti!” gibisinden bir mesaj.

Bunda insanlık açısından hayır bulunabilirdi, şüphesiz. Ahlâk kavramının bir dayanağını daha yıkmış, kalıntısını beraber götürüyor olmasalardı.

Tüm yazılarını göster