Hırvatistan, bu Dünya Kupası’nın
en yetenekli merkez orta saha üçlülerinden birine sahipti; belki de
en yeteneklisi: Marcelo Brozovic, Mateo Kovacic ve Luka Modric. Sağ
bek Josip Juranovic, bu hafta yaptığı açıklamada, “Onlara pas
vermek, paranızın bankada olmasından daha güvenli” demişti.
Gerçekten de öyle.
Scaloni de bu üçlüye göre bir
planla sahaya çıktı. Genç teknik direktör, taktiğini rakibin güçlü
yanlarına -ve elbette zaaflarına- göre şekillendirmekte epey mahir
görünüyor. Kanat hücumları etkili olan Hollanda’ya karşı beşli
savunmaya dönmüş ve bu tercihi hem Hollanda’nın Denzel Dumfries ve
Daley Blind üzerinden geliştirdiği hücumları sınırlamalarını hem de
onların arkasına sarkmalarını sağlamıştı.
Hırvatistan karşısındaysa
yeniden dörtlü savunmaya döndü ve bu defa Hırvatların güçlü
merkezine karşı orta sahayı kalabalık tutmak için dört orta saha
oyuncusunu birden sahaya sürdü (hatta Messi’nin de çoğu zaman
derine geldiğini düşünürsek merkezde 5’e 3’lük bir üstünlük
kurdukları söylenebilir).
Leandro Paredes ve Enzo
Fernandez’in daha derinde, Rodrigo De Paul ve Alexis Mac
Allister’ın daha önde konumlandıkları, 4-2-2-2 gibi bir dizilişe
sahiplerdi kâğıt üzerinde. Zaman zaman da Paredes’in savunma önünde
tek kaldığı, De Paul ve Fernandez’in sağ ve sol içte, Mac
Allister’ın 10 numarada konumlandığı bir baklava 4-4-2 vardı.
Hollanda maçıyla bu maçın planlarının ortak yanıysa kanatların
beklere emanet edilmesiydi. Paredes’in savunma önündeki varlığıysa
Fernandez’i biraz daha özgürleştirmişti.
Scaloni’nin Hırvatistan’a özel
bir diğer uygulamasıysa topsuz oyun odaklı bir planı tercih
etmesiydi. Hırvatlar her ne kadar turnuvanın teknik becerisi en
yüksek orta sahasına sahip olsalar da, ön hatları topun ağırlıklı
olarak kendilerinde kaldığı senaryolarda zorlanmalarına neden
oluyordu. Fas ve Japonya maçları bunun en somut örnekleriydi. Dün
akşam bir örneğini de Arjantin verdi.
ARJANTİN, MESSİ İÇİN KENDİ XAVİ VE VİLLA’SINI YARATTI
Scaloni, kendilerine bir yıl
önce Copa America şampiyonluğunu getiren ilk 11’le bu Dünya
Kupası’na başlamayı tercih etmişti. Ama Suudi Arabistan
karşısındaki şok edici yenilgi ve ardından Meksika karşısında hayli
zayıf bir ilk yarı performansı, iki oyuncunun 11’den düşmesine
neden oldu: Papu Gomez ve Lautaro Martinez.
Aynı zamanda bu iki oyuncunun
yerlerine kulübede iki büyük potansiyel de bekliyordu ve ikisi de
bu takımın ihtiyaçlarına çok daha uygun görünüyordu: Enzo Fernandez
ve Julian Alvarez. Bu ikili, dün gece de Messi’yle birlikte maça
damgalarını vurdu. Fernandez yaratıcılığı ve paslarıyla, Alvarez
savunma arkası koşuları ve bitiriciliğiyle…
İkisi de Messi’nin Dünya
Kupası’nı kazanabilmesi için özel olarak üretilmiş gibi. Başka bir
deyişle, Messi’nin kariyeri boyunca millî takımda yokluğunu
hissettiği Xavi ve David Villa’ya kavuştuğu da söylenebilir.
Özellikle Alvarez’in Villa’ya olan benzerliği şaşırtıcı
boyutta.
Çoğu insan Messi’nin kariyerinde
en iyi hücum ortaklığını Neymar ve Luis Suarez ya da Neymar ve
Kylian Mbappe ile kurduğunu düşünür. İsim olarak öyle olabilir, ama
uyum anlamında en etkili hücum hattını Pedro ve David Villa ile
kurmuştu. Bilhassa Villa’yla olan uyumları eşsizdi.
Messi’nin Barcelona’da sahte
dokuz olarak kullanıldığı yıllarda Villa sol kanatta destekleyici
forvet rolündeydi. Villa hem Messi tarafından oluşturulan alanlara
mükemmel hareketleniyor hem de kendisi tarafından manipüle edilen
rakip sağ beklerle stoperler arasında geniş boşluklar oluşmasını
sağlıyordu.
Alvarez de tıpkı Villa gibi
hücum üçlüsünün her yerinde oynayabiliyor, ceza sahası içinde tam
bir golcü içgüdülerine ve farkındalığına sahip ve çok hızlı olmasa
da rakip savunmalardan bir anda kurtulmasını sağlayan keskin
dönüşleri bulunuyor. Tehlikeyi herkesten daha önce seziyor ve bu da
onu tıpkı Villa gibi hızlı düşünen bir forvet
yapıyor.
Hareketliliği ve pres gücüyse
Messi’nin futbol hayatının sonbaharında daha da ihtiyacını duyduğu
şeyler. Öyle ki, eğer Messi 2026’da da olmak isterse, bu Alvarez
sayesinde gayet mümkün görünüyor. Alvarez’in yanında kendini
muhtemelen en az beş yaş daha genç hissediyordur.
GÖRKEMLİ VE HÜZÜNLÜ BİR YÜRÜYÜŞÜN SON ADIMLARI
Messi ve Alvarez’in dün gece
üçüncü goldeki ortaklıklarıysa, Messi sayesinde asla unutulmayacak
ikonik bir âna dönüştü. Daha dört gün önce Hollanda’ya karşı bu
dünyaya ait olamayacak bir gol pası vermişti zaten. Hepimiz onun
başka bir galaksiden geldiğine bir kez daha ikna olmuştuk. Bir
uzaylı gösterisine daha gerek var mıydı?
Josko Gvardiol hem bu Dünya
Kupası’nın hem de genel olarak dünyanın en iyi savunmacılarından
biri. Ama başka galaksiden dünyaya düşmüş bir uzaylının karşısında
bunun hiçbir önemi kalmıyor. Bir anda herhangi bir savunmacıya
dönüşüyorsunuz. Sıradanlaşıyorsunuz. Herkes gibi
oluyorsunuz.
Messi bu duyguyu on beş yıldır
birçok savunmacıya tattırdı. Sergio Ramos’a, Pepe’ye, Jerome
Boateng’e, Rio Ferdinand’a, John Terry’ye, Thiago Silva’ya, Raphael
Varane’a… Gvardiol ise bu duyguyla biraz erken tanışmış oldu. Bu
belki kendisi için bir avantajdır. Sonuçta bir daha böyle bir şeyle
karşılaşmayacak. Başına gelebilecek en kötü şey dün gece geldi. Ve
bu sayede yirmi yaşında bir anda olgunlaştı.
Messi için ise bu gol onun hem
büyüklüğünü hem de son dansını kusursuz tanımlıyor. Artık adımları
eskisi gibi hızlı değil belki, ama bu fiziksel hız kaybı, sanki
aklını daha da hızlandırmış durumda. Bu sayede rakibini ağır
çekimde bile neye uğradığını şaşırtabiliyor.
Jonathan Wilson, geçen
gün The
Guardian’daki köşesinde
Messi’nin son Dünya Kupası hakkında çok güzel bir makale kaleme
aldı. Şöyle diyordu bir bölümünde: “Messi’nin bu Dünya Kupası’ndaki
her maçı, insan güzelliğinin geçici kırılganlığının ve zamanın
sonsuz yürüyüşünün bir simgesi.”
Evet, bir yanıyla çok görkemli,
diğer yanıyla da olabildiğince hüzünlü bir yürüyüş bu. Bir yandan
ilk gündeki gibi hâlâ çok güzel, diğer yandan her güzel şeyin bir
sonu olduğunu hatırlatıyor.
Pelé bu kupayı henüz 17
yaşındayken, ilk Dünya Kupası’nda kazanmıştı. Messi ise 35’inde,
son Dünya Kupası’nda kazanmaya artık çok yakın. Ve biz onu
seyretmeye hâlâ âşığız. Ama Walter Benjamin’in dediği gibi, ilk
bakışta değil, son bakışta aşk. Bizi büyüleyen de bu.