Güvenlik ve strateji uzmanı Metin Gürcan, sivil-asker
ilişkilerinin ordu hükümet arasındaki ilişkilere indirgenmesinin
yanlış olduğunu, zira sivil kavramı içerisine akademisyenler,
gazeteciler, uzmanlar, bilim adamları ve sivil toplumun da girdiği
kanaatinde. Gürcan, sivil kavramının bu kapsamlılığıyla ele
alınması durumunda bu alanda bir demokratikleşmenin
yaşanabileceğini savunuyor.
Geçtiğimiz günlerde yayınlanan Amiraller Bildirisi, 15
Temmuz’dan sonra giderek otoriter bir sivilleşme eğilimi gösteren
sivil-asker ilişkilerinin demokratikliği meselesini yeniden gündeme
getirdi. Sivil-asker ilişkilerinin sivilleşmesi boyutuyla ele
alınması yeterli mi? Amiraller Bildirisi bu ilişkinin ele alındığı
literatür bakımından nasıl konumlandırılabilir? Bildirinin
doğruları yanlışları neler? Metin Gürcan’ın bu sorulara yanıtlarını
merak edenler; buyurun söyleşiye...
'15 TEMMUZ’DAN SONRA SİVİL-ASKER İLİŞKİLERİNDE YAŞANANLARIN ADI
'OTORİTER SİVİLLEŞME'DİR'
Samuel Huntington’dan bu yana hakkında devasa bir
literatür oluşmuş sivil-asker ilişkileri bakımından son “Amiraller
Bildirisi”ni nasıl değerlendirirsiniz?
15 Temmuz darbe girişiminden sonra temel soru şu oldu: Devleti
mi güvenleştirmek, güvenliği mi demokratikleştirmek? Bu bence hâlâ
geçerliliği olan bir soru. Sivil-asker ilişkilerinde yeni bir
döneme girdik. 2016 sonrasında reformlar, tasfiyeler gerçekleşti.
Burada, sivil-asker ilişkilerinde otoriter sivilleşme
dediğimiz bir sürece girildi. Bundan kastım; gücün, askerden
yürütme organına transfer edilmesidir. Aslında bu yeterli değil.
Çoğu insan bunun otomatikman demokratikleşmeye götüreceğini
zannediyor. Sadece seçilmiş yürütmeden, Cumhurbaşkanından
parlamentoya, sivil topluma, medyaya, akademiye, sivil aktörlere
varana kadar denetim mekanizmalarını oluşturarak yetkilerin
dağılımı olmadı. Demokratikleşme gerçekleşmedi. Sivil-asker
ilişkilerinde gelinen aşamada böyle bir araftayız. Otoriter bir
sivilleşmedir yaşanan.
'ÇİN DÜNYANIN SİVİL-ASKER İLİŞKİLERİNİN EN SİVİL OLDUĞU ÜLKE
AMA DEMOKRATİK DEĞİL'
Dünyada tamamen sivil yürütmenin denetimi altında olan
ülkeler var. Ama sivillerin denetiminde olmak, aynı zamanda bu
ilişkilerin demokratik olduğu anlamına geliyor mu?
"Dünyada sivil-asker ilişikleri en sivil olan yer neresidir?"
diye sorsanız size Çin derim. Çin’de bütün generaller, Çin Komünist
Partisi’nin (ÇKP) doğal üyesidir. Tugay seviyesine kadar parti
komiserleri, askerlerin eğitiminin faaliyetlerini parti programı
çerçevesinde değerlendirir. Birlik komutanı kararlarının ÇKP’nin
kararlarına uygun olup olmadığı da denetlenir. Zamanında SSCB’nin
Kızılordu'su da son derece keskin ve sert bir sübjektif denetime
tabiiydi.
'SİVİLLİK, YÜRÜTME ERKİYLE SINIRLI BİR KAVRAM DEĞİL'
Sert ideolojilerin hâkim olduğu bütün devletlerde galiba
ordu son derece sivil ve bu anlamda da yürütmenin denetimine tâbi.
Ortadoğu’da Libya, Suriye ve Saddam dönemi Irak’ı da buna
eklenebilir mi?
Evet, sivil olmasına sivil ama ne
kadar demokratik? Bu soruyu sorduğumuzda sivillikten kastın sadece
yürütme erki mensuplarıyla sınırlı olmadığını, sivil ifadesinin
aynı zamanda gazetecileri, akademisyenleri ve sivil toplumu da
kapsayan bir kavram olduğunu anlamamız gerekiyor. Bu unsurlar karar
alma süreçlerine katılıyor mu, onların görüşlerine başvuruluyor mu
örneğin? 2016’dan sonra sivil-asker ilişkilerinde önce sivilleşme,
sonra demokratikleşme görseydik; sivil olan emekli amirallerin
bildirisi toplumda ve hükümette hazmedilirdi, çok da üzerinde
durulmazdı. Bu, aynı zamanda semptomu da gösteren bir şey.
Sivilleşme adına sivil-asker ilişkilerinde mesafe kat edildi ama
demokratikleşmeye de ulaşamadık.
'AMİRALLERİN GÖRÜŞ BİLDİRME HAKKI BAKÎ AMA TONLAMADA SORUN
VAR'
Amirallerin bildirisine gelirsek….
Önce şunu tespit etmemiz lazım; bunların tamamı emekli olduktan
sonra sivil hayata geçmiş insanlar. Ancak askerî konularda
uzmanlar. Dolayısıyla askerleri ilgilendiren bir konuda
konuşabilirler. Anayasa 25 ve 26. maddelerle bu insanlara, sivil
oldukları için bu insanlara tek tek ya da toplu olarak konuşma
hakkı veriyor. Ayrıca Montrö konusu teknik bir konu ve uzmanlık
alanına girdiği için görüş bildirebilirler. Bu konuyla ilgili
emekli amiraller konuşmayacak da kim konuşacak? Fiskobirlik mi ya
da Tapu Kadastro Müdürlüğü mü konuşacak? Evet konuşabilirler ama
bildirinin içeriği ve tonlamasında bazı sıkıntılar var. Bildiri
biraz daha demokratikleştirilebilirdi. Toplumsal hafızayı daha
fazla göz önünde bulundurabilirdi. İşin içinde tamamen sivillerin
de bulunduğu ‘denizciler bildirisi’ gibi bir şey olsaydı durum
farklı olurdu. Bildirinin tonlaması ve çağrıştırdıkları
sorunlarının yanında, ‘Yüce Türk Milleti’ne’ şeklinde bir başlığa
sahip olması, orduyu müdahale etme çağrısı havası vermiş.
'DEVLET İSTESEYDİ UYARIYLA MESELENİN BU NOKTAYA GELMESİNE MÂNİ
OLABİLİRDİ'
Ancak Yüce Türk Milleti’ne ifadesinin bildiriye sonradan
eklendiği ortaya çıktı.
O bildiriyi imzalayan amiraller ciddi eğitimden geçmiş insanlar.
Planlama, durum muhakemesi, zamanlama nedir bilen insanlar.
Dolayısıyla kendilerinden daha tedbirli hareket etmeleri
beklenirdi... Gözaltına alınan on amiral, biliyorsunuz bildiriyi
organize etmişler. Belirli WhatsApp gruplarında bazı taslaklar
paylaşılmış, insanların birtakım konulardan haberi de yok. Ayrıca
hafta sonu gece saatlerinde bildirinin yayınlanması olmayacak bir
şey. İkincisi, yayınlandığı mecranın da yanlış olduğunu
düşünenlerdenim. Ama öte yandan bu bildirinin imzalanmak üzere
paylaşıldığı WhatsApp grupları zaten devletin takibi altındaymış.
Devlet isteseydi işi büyütmek yerine ikaz eder ve işin bu noktaya
gelmesine mâni olurdu. Ayrıca bildiriye imza atan bu insanlar da
devleti tanıyan insanlar.
'İKTİDAR YOL VERMİŞ OLABİLİR'
Peki sizce iktidar yararlanmak mı istedi bu
süreçten?
Olayları objektif bir şekilde incelediğimizde iktidarın yol
verdiğini anlıyoruz. Berat Albayrak’ın kasım ayındaki istifasını
hatırlayalım. Sosyal medyadaki hesapları askıya alıp
kilitleyebilen, haber kanallarına rica gönderip haber mecralarını
kontrolü altında tutabilen güçlü bir devlet algısı var ortada.
Madem öyle, o zaman neden bildirinin bu içerikle ve bu usul
hatalarıyla yayınlanmasına göz yumuldu? Sayın İçişleri Bakanı’nın
ifadesi var, ne diyor? “Zaten nefeslerimiz enselerindeydi”
diyor.
'BEKÂ KAYGISI, BÖYLE BİR YOLA SEVKETMİŞ OLABİLİR'
O zaman iktidar, oylarındaki ciddi erimeyi durdurmak ve
tabanını konsolide etmek için mi böyle yapıyor sizce?
Tabii burada iktidar açısından esas mesele, bekâ meselesi.
Güvenliği demokratikleştirmek yerine devleti güvenlikleştirmeyi
seçerseniz böyle suni gündemlerle insanları boş yere meşgul
edersiniz. Hâlbuki hakiki gündem ekonomik kriz, açlık, Merkez
Bankası’nda eriyen 128 milyar dolar, aşıda yaşanan gecikme,
hastanelerin yoğun bakım birimlerinde yaşanan patlama, kontrolden
çıkmış pandemi, işsizlik, fakirlik intiharları vs. gerçek gündem
bunlar aslında ama öyle görünüyor ki, iktidar çevreleri gerçek
gündemin görünür olmasından rahatsızlar.
'ZAMANLAMA AÇISINDAN BİLDİRİ, KANAL İSTANBUL’UN GÜNDEME
GELECEĞİ HAZİRAN AYINDA OLSAYDI DAHA İSABETLİ OLABİLİRDİ'
Zamanlamanın yanlış olduğunu söylediniz. Peki nasıl bir
zamanlama seçilseydi doğru olurdu?
Bir gündüz vakti, hafta içi, içinde emekli asker olmayan ama
denizciliğe vâkıf başka uzmanların da bulunduğu bir basın
toplantısı şeklinde olsaydı olabilirdi. Zamanlamaya baktığımızda
Ukrayna Cumhurbaşkanı’nın ziyareti, Karadeniz giderek ısınıyor,
Putin’le yapılan görüşmeler, iki tane Amerikan savaş gemisi
Karadeniz’e geçmek istiyor... Haziran ayında Kanal İstanbul ve
Montrö meselesinin hükümet tarafından daha da yükseltileceği
süreçte olsaydı, yerinde olabilirdi. Şimdi bildirinin içeriğinin
gündeme getirilmesi, üzerine eğilmesi gereken bütün konuları
bastırdı.
Son cübbeli sarıklı general olayını dikkate aldığımızda
-ki bunu herhalde 15 Temmuz’dan önce görmemiz imkânsızdı bu tür bir
şeyi, öyle değil mi?
İmkânsız, ben -ki 20 senelik askerim- hayatımda böyle bir şeyi
biri bana söyleseydi inanmazdım.
'15 TEMMUZ DARBESİNDEN SONRA LİYAKAT ODAKLI KADROLAŞMA
OLMADI'
Peki, bu neyin göstergesi sizce? Ordunun politize
olduğunun mu göstergesi? Sivil denetimin, yani parti devlete doğru
gittiğimizin mi göstergesi? Neyin göstergesi?
Şimdi burada önemli olan nokta şu: 2016'dan sonra ordu
içerisinde liyakat odaklı profesyonelleşme, liyakat odaklı personel
yönetimi gerçekleşmedi. Liyakat odaklı personel yönetiminin üç
önemli noktası var; bunlardan biri personel alımları, ikincisi
terfiler, üçüncüsü tayin ve atamalar. Bunlar askerî
profesyonellikle yönetilmesi gereken ve liyakat odaklı bakılması
gereken şeyler. Şimdi benim anlayabildiğim kadarıyla yeni bir darbe
girişimi olmasın diye, belirli güç gruplarına ordu içerisinde alan
açılarak, bunların birbirilerini dengelemesi açısından bir yaklaşım
içerisinde olundu. Ben bunu çok problemli görüyorum. İşte 'şu gruba
şu kadar kontenjan verelim bu grup şuraları alsın', 'bu grup
diğerlerini alsın' gibilerinden, askerlik içerisinde belli kliklere
belli imtiyazlar tanıyıp, belli bir güç dengesi kurma çabası
silahlı kuvvetler gibi modern ordularda işe yaramaz. Bunun örneğini
Pakistan ordusunda gördük. İsrail ordusunda da böyle sıkıntılar
oldu, özel birliklerinde ultra ortodoks dedikleri, radikal Yahudi
cemaatlerine, yapılanmalarına alan açtılar ve mezhep odaklı şeyler
yaptılar. Şimdi ise bunun operasyon etkinliliğinin verimini
düşürdüğünü gördüler ve bunlardan vazgeçtiler. Mesela en güzel
örnek; Irak ordusunun bir türlü dikiş tutmamasıdır, mezhepsel
dinamikler ön planda. Libya'da şu anda bir türlü millî ordunun
kurulamaması, coğrafî bir aşiret ve ailelerin çok ön planda olması
sorunu yaşanıyor. Etnik temelli, aşiret temelli bütün yapılar,
modern dünya ordularında astar tutmaz. Modern dünya ordularında
profesyonelce asker yemini edilip, bu standart hale getirilir.
Amiralimizin özel hayatında nasıl bir dinî görüşü vardır, düşüncesi
nedir; bunlar çok önemli değil ama arabasının fotoğrafları çıktı
kendisinin askerî üniforması üzerine giydiği cübbeli fotoğrafları
çıktı. Üniforma devleti temsil etmektedir, bir askerî düşünceyi
temsil etmektedir. Ben amiralin üzerinde diğer dinleri veya düşünce
tarzlarını barındıran bir giysiye de aynı tepkiyi verirdim.
'ÖNEMLİ OLAN DİNİ KİMLİĞİNİN, ALDIĞI KARARLARA YANSIYIP
YANSIMADIĞININ BELİRLENMESİ'
Peki burada daha dikkat çekici bir olay; general buna
nasıl cesaret ediyor?
Generalin resmî mesai saatleri içerisinde ve üniformalı bir
şekilde bunu yapması benim canımı sıktı ve fotoğraflarının
çıktığından haberdar olduğu belli oluyor, en önemlisi de bu
fotoğrafları kimlerin sızdırdığı. Devleti ötekinden koparmak, ben
buna devlet fetişizmi diyorum. Bak adam amiral, bizim adamımız. Bak
adam amiral, güç gösterisi yaptı, fotoğrafı Facebook’ta yayıldı.
Belki de biri rahatsız oldu, fotoğrafını yayınladı. Burada asıl
sorun; almış olduğu kararlara bu iş yansıyor mu yansımıyor mu, buna
bakılması lazım.
'DÜNYADA ASKER VE POLİSLERDE RADİKALLEŞME CİDDİ BİR SORUN'
Peki 15 Temmuz'dan sonra cemaatlere, tarikatlara karşı
daha hassas davranılması gerektiğini düşünen çevreler haklı mı
sizce?
Mesleğinin 30. yıllarında olan subaydan bahsediyoruz. Zamanında
iyi eğitim almış biri. Durum farkındalığı yüksek, nerede olacağını
iyi bilmesi lazım. Yani kalıbının kararı bir davranış değil bu, 32
yıllık meslek tecrübesine hilafına olan bir şey bu. İdarî
soruşturmada ait olduğu grupla alakalı kadrolaşma çabaları
içerisine girmiş mi? Meslekte almış olduğu prof. unvanı ile aldığı
kararlar ve attığı imzalar da incelenmelidir. Profesyonel ve
liyakat odaklı bakış açısının dışında, kendi çıkar grubuna yönelik
imtiyaz güç yaratma çabası varsa burada prof. meslek etiği ihlali
var demektir. Dünyada da böyle bir olay yaşandı. Almanya’da iki
sene önce Alman ve ordu istihbaratından iki yüze yakın aşırı sağcı
adamı ordudan attılar. Ciddi bir toplu tasfiye oldu. İsrail’de de
dinî radikal diyeceğimiz kişilerle aynıları yaşandı. Dünyada asker
ve polislerde radikalleşme ciddi bir problem.
'DARBE GİRİŞİMİNDEN 5 SENE SONRA HÂLÂ BU TİP ŞEYLERİN YAŞANMASI
KAYGI VERİCİ'
Siz doktora tezinizde bunu sorguluyorsunuz,
yazılarınızda yineliyorsunuz. Sizce ordu yeni bir 15 Temmuz’u
engelleyebilecek yapıya kavuştu mu, bu mekanizmayı oluşturabildi
mi? Şu an ne durumdayız?
Hayır, kaygı verici gelişmeler bunlar, amiralin tekke ziyaretini
de eleştiriyoruz. 15 Temmuz’dan beş sene sonra olmaması gereken
şeyler bunlar. Aynı şekilde, az önceki amiral bildirisini de
eleştiriyoruz. 15 Temmuz’da sütten ağzı yanmış yoğurdu üfleyerek
yemesi gereken bir silahlı kuvvetler söz konusu. Siyasî irade ise
yapmaması gereken hataları yapıyor. Burada önemli olan şu ki;
askerler sanki 15 Temmuz hiç olmamış gibi rahat davranıyorlar,
siviller ise 'bu otoriter sivilleşme denen şeyi sağladık, nasıl
olsa her şey sivillerin kontrolünde' diye düşünerek rahat
davranıyorlar. Burada her şeyi Külliye’ye ihale etmek yerine
parlamento komisyonlarının daha çok yetki alması gerekiyor. Mesela
tekkeye üniformasıyla giden amiral ile amiral bildirisinin
soruşturma sürecine Meclis'in dahil olması gerekiyor. Meclis
komisyonunun soruşturma sonucunu senin benim gibi meraklı
insanların okuyabilmesi lazım. Ne olacak bu soruşturmaların sonucu?
Denetim mekanizmaları kendine ait gözetim mekanizması kurarak
yapılmalıdır. Sivil toplumda, akademilerde, medyada bunun bir
parçası olarak konu tartışılmalı. Günün sonunda sivil iradenin
üstünde parlamento denetimi şart. Amerika’da mesela bütün general
atamaları-tayinleri senatonun onayından geçer. Amerika'da başkan
gibi güçlü bir yürütmenin üstüne, senatonun üstüne bir
check-balance getirmiş, böyle bir denetim mekanizması koymuş.
Amerika'da düşünce kuruluşları özgürce yazar, çizer. Türkiye'de de
bunun olması lazım. Örneğin sen sivil-asker ilişkilerini çalışan
bir akademisyensin. 15 Temmuz'dan sonra hangi düşünce kuruluşunun
bir çalışması var ordu-siyaset ilişkileri sivil asker ilişkileri
kapsamında?
Senin doktora tezinden başkasını göremedim.
Yok, maalesef. Sivil de önemli burada, sivili çoğu insan yürütme
olarak algılıyor. Sivilin içinde yürütme yok, sivilin içinde yasama
var, sivil toplum var, üniversiteler var, medya var, akademi var,
gazeteciler var, yargı var, akademi var. Eskiden generaller bu işi
beceremiyordu o yüzden 15 Temmuz oldu, kabul ediyoruz. Ama şimdi
aşırı partizanlaşma, aşırı magazinleşme var. Her şey popüler
gündemin bir sosu haline geliyor. Ben buna çok karşıyım. Bu konuyla
ilgili teknik bir tartışmayı çeviremiyoruz; hemen terörist, vatan
haini, terör sevici haline geliyoruz. Teknik tartışmalara da
ihtiyacımız var, benim hazırladığım rapor dışında başka hiçbir
çalışma yok.
Metin Gürcan
kimdir?
1998-2014 yılları arası Türk Silahlı Kuvvetleri'nin (TSK)
değişik birimlerinde çalışan Gürcan, akademik çalışmalarına devam
edebilmek maksadıyla 2015 yılı Ocak ayında kendi isteği ile emekli
oldu. Özel Kuvvetler bünyesinde yetişen Gürcan, 2008-2010 yılları
arasında ABD Deniz Kuvvetleri Enstitüsü’nde ‘Bölgesel Kürt Yönetimi
ile Bağdat merkezî yönetimi arasındaki çevre-merkez ilişkisi’ adlı
teziyle master derecesi aldı. Bilkent Üniversitesi Siyaset Bilimi
Bölümü’nde TSK’nin kurumsal dönüşüm kapasite ve isteği konusunda
yazdığı doktora tezini Nisan 2016’da savunarak doktorasını
tamamlamıştır. Gürcan bu çalışmasını 2018 yılında ‘Opening the
Blackbox: Turkish Military Before and After July 15’ adıyla
kitap olarak yayınladı. Gürcan, 9 Mart 2020 tarihinde Ali Babacan
öncülüğünde kurulan Demokrasi ve Atılım Partisi‘nin kurucuları
arasında yer aldı.