Sarı kırmızılı formanın en çok yakıştığı, gelmiş geçmiş en büyük Galatasaraylı şüphesiz Metin Oktay olsa gerek. Elini kalbine götürdüğü o ikonik fotoğraf aslında her şeyi anlatır. Ben Metin Oktay’ı canlı izlemedim, yaşım yetmedi; ancak anlatılanlar, yazılanlar, istatistikler ve az da olsa izleyebildiğimiz görüntüleri bize nasıl bir müstesna kişilik olduğunu gösterir. Boşuna efsane olmadığını kanıtlayan sözleri, hareketleri vardır. Fenerbahçeli ünlü zenginlerden Müslüm Bağcılar’ın “Rakamı sen yaz” diyerek uzattığı transfer sözleşmesini “Bizi sevenlere ihanet etmeyelim baba” sözleri ile reddetmesinden Deniz’lerin idamına karşı çıkmasına kadar… Çocuklara, gençlere değer verir. Göztepe’nin Galatasaray’a karşı kazandığı bir kupa maçı bitiminde, maçta kendisini tutan ve adım attırmayan 18 yaşındaki Özer’in, “Metin Abi, sizin bir hayranınızım. Ne olur benimle bir resim çektirir misiniz?” sorusuna, “Sen benimle değil, ben seninle fotoğraf çektiriyorum, çünkü maçın kahramanı sizsiniz” diye yanıt verecek kadar alçakgönüllüdür. (1)
Çok duygusaldır, paraya hiç önem vermez, başka bir dünyanın insanıdır, kendisini Galatasaray’a getiren Bülent Eken’in deyimiyle o hep “çocuk” kalmıştır: “Ankara’da Romanya ile oynuyoruz… Metin Oktay hem kötü oynuyor hem de koşmuyordu. Ben de onu oyundan çıkartıp, Fenerbahçeli Nedim’i oyuna aldım. Yıllar geçti, jübilesinden sonra bir yemek yiyoruz… Metin, içkinin de tesiriyle bana döndü, ‘Bülent Ağabey, beni Ankara’daki milli maçta niye çıkardın?’ diye sordu. ‘Ulan, şimdi mi sorulur bu! Kaç yıl geçmiş aradan, koşmuyordun ondan çıkarttım!’ cevabını verince, biraz da utanarak gülümsemişti. Sanırım bu anı, onun ne kadar duygusal bir çocuk olduğunu anlatmak için yeterlidir.” (2)
Metin Oktay’ın hayatında unutamadığı anılar arasında bir otomobilin üzerine sıçrattığı çamur da vardır. Öfkeyle bu otomobilin ardından bakar ve saygısız sürücüsüne “Sen de kirlet bakalım, n’olacak” der(3). Ne yazık ki Metin Oktay bir otomobil kazası sonucu 1991 yılında hayatını kaybetti ve öldüğünde daha 55 yaşındaydı. Yarın gece Metin Oktay’ın vefatının üzerinden tam 30 yıl geçmiş olacak. Cenazesinde üç büyüklerin bayrakları tabutuna konulmuştu, çünkü klasik deyimle o herkese mal olmuş, ortak hafızamıza kazınmış önemli bir şahsiyetti.
Ve tam 30 yıl sonra İdil’de bir başka çocuk, zırhlı aracın çarpması sonucunda, yani adına “kaza” dedikleri bir nedenle, üzerinde Galatasaray formasıyla hayata gözlerini yumdu. Mihraç Miroğlu 7 yaşındaydı, Galatasaray aşığıydı, tıpkı hep çocuk kalmış Metin Oktay gibi…Soyadı Miroğlu’ydu, tıpkı AKP MKYK üyesi Orhan Miroğlu gibi…. Ama ne Galatasaray’dan ne de Orhan Miroğlu’ndan ölümünün ardından iki satırlık bir taziye mesajı geldi. Oysa ki aynı Galatasaray “batıda”, Çorlu tren cinayetinde hayatını kaybeden Oğuz Arda Sel için bir buçuk dakikalık son derece güzel bir film hazırlamış, şık bir hareketle statta ekranlara yansıtmış, “o hep 9 yaşında” diyerek kendisini anmıştı. Ve yine oysa ki, aynı Orhan Miroğlu twitter hesabında, soyadını paylaştığı Mihraç’ın ölmesinden sadece 3 gün sonra Erdoğan’ın kitabına methiyeler düzerken “Çocukların öldüğü ve öldürüldüğü bir dünyada hiç kimse masum değildir” mesajını paylaşmaktan hicap duymadı. Miroğlu’na, hatta Erdoğan’a da hak vereceğimiz günler gelecekmiş demek ki, Gezi’de Berkin gibi, Çorlu’da Arda gibi, Giresun’da Rabia Naz gibi, Ankara’da Veysel gibi, Şemdinli’de de Mihraç yaşamıyor artık ve evet böyle bir ortamda “hiç kimse masum değildir.”
Bianet’te Evrim Kepenek’in çarpıcı haberinden öğreniyoruz ki babası Salih Miroğlu yokluk içinde Mihraç’a bisiklet almış: “Bizim buralarda böyle zırhlı araçlar çok. Çok hızlı gidiyorlar. Biz tahmin ediyorduk. Böyle bir şey olacağını. Halk bunlardan kendisini koruyor, yoksa çok daha fazla kaza olur. Benim çocuğum onun hızı karşısında kendisini koruyamadı. Ben çocuğum için adalet arayacağım, çocuğumun hakkını arayacağım. Ben çok konuşamıyorum. Şunu söyleyeyim. Çocuğum bana çok ısrar ediyordu bisiklet almam için. Yokluk içindeydik fakat o mutlu olsun diye aldık. Bilemedik bir zırhlı araç gelip çarpacak. Çok üzgünüm, çocuğumun hakkını arayacağım…” (4)
Mihraç’ın ölümü ne yazık ki ülke genelinde olması gereken infiali yaratmadı. Zira kimse riskli alanlara girmek istemiyor. “Merkez”den uzak olan her haber, zaten yeterince önemini ve etkisini kaybederek, “merkeze” geliyor. İstanbul’dan uzak 5 şiddetinde deprem, sıradan bir haber değeri taşırken, Marmara’da neredeyse 3,5’lük depremlere “korkutan deprem” denilmesi gibi, Mihraç’ın o gülen yüzünü görmemeyi, görünce pas geçmeyi tercih ediyor geleneksel medya, sosyal medya ve tabi insanlar. Pandemiyle daha da artan bir şekilde “ben artık okumuyorum haberleri, içim daralıyor valla, güzel şeyler okumak istiyorum” diyenlerin sayısı da çoğalmadı mı zaten?
Bundan yaklaşık bir ay önce Şanlıurfa’da bahçede fıstık toplayan 8 yaşındaki Mert Yıldırım’ın, henüz nereden geldiği belirlenemeyen bir kurşunun göğsüne isabet etmesi sonucu ölmesini duymadık bile…Sadece Ağustos ayında iş cinayetlerinde ölen 174 işçinin 11’i çocuktu. İHD Diyarbakır Şubesi’nin Eylül 2019’da hazırladığı rapora göre son 10 yılda en az 63 zırhlı araç çarpması olayı gerçekleşti ve 63 vakanın sonucunda, 16'sı çocuk, 6'sı kadın olmak üzere toplamda 36 kişi hayatını kaybetti (5). Rakamların hepsi korkunç ama daha da korkuncu okulda olması, oyun oynaması, arkadaşlarıyla gelecek hayalleri kurması gereken 11 çocuk iş cinayetlerinde, 16’sı da zırhlı araç altında kalarak can verdi. Hiçbirinin adını duymadık, hayallerini bilmedik, ailelerinin üzüntüsüne ortak dahi olamadık. Zira 1,5 yıl boyunca AVM’leri açık bırakan, okulları kapalı tutan bir ülkede, müesses nizamı oluşturan bütün kurumların, aygıtların devamlılığı esastır. Markaların satış yapmaya devam etmesi her şeyden önemlidir, patronların daha fazla kar etmesi için çocuk işçi çalıştırmaları elzemdir, dirlik düzen için sokaklarda zırhlı araç kullanmak normaldir ve bu nedenlerle de “çocuğun adı yoktur” artık.
Sarı kırmızılı formanın en çok yakıştığı insan Metin Oktay ise benim için aynı kürsüde bundan böyle Mihraç da vardır. İkisi de “çocuk” olarak bu dünyadan ayrıldılar. Bundan gayrı, çocukların “düşlerindeki özgür” dünyayı kurmak, hayatını kaybeden çocuklara ve yaşayan bütün çocuklara borcumuz olmalı. Taçsız Kral ile başladık madem, bu adaletsiz düzenle ilgili onun kendi kaleminden söyledikleriyle bitirelim ve dilindeki ustalığa da şapka çıkartalım:
“İnsan Ömrü dediğiniz nedir ki? Bir ömür boyu kavga…
Yaşama kavgası, ekmek kavgası, kısacası var olma kavgası. Bazen düşünürüm, bir ömür boyu kavgaya değer mi, diye… Bazen de kutuplardaki, kızak köpekleri arasındaki rekabeti, onların arasındaki büyük kavgaları düşünürüm…O büyük doğa savaşında, o kızak köpeklerinin mücadelesini bilir misiniz? Kutuplardaki kızaklarda kuraldır. En kuvvetli, en dirayetli, en dayanıklı köpek kızağın önüne geçer. Kırbacı ise arkadaki köpekler yer. (…) Kutup köpeği, kızak esiri Big’e benzeyen insanları düşünüyorum. Düşündükçe beynim yumak yumak oluyor. Sanki hiç çözülemeyecek bir yumak…Hadi köpekler neyse… Peki, insanlar niye kavga ederler bu güzelim dünyada?” (6)
1- Dr. Gökhan Cebeci, Metin Oktay, 3.3.2012,
2- Bülent Eken, Hazırlayan: İlhan Özgen
3- Mazlum Vesek, “Metin Oktay’ı kendi kaleminden okuyun”, 5 Şubat 2020
4- Evrim Kepenek, “Mihraç’ın babası: Çok istemişti, yeni bisiklet almıştık”, 6 Eylül 2021,
5- Evrim Kepenek, a.g.y.
6- Metin Oktay, “Top ve Ben”, Aktaran: Mazlum Vesek, a.g.y.