Mezat bu, her şey bulunur

KHK ile açığa alınan bazı öğretmenler resim yeteneklerini pekiştirmek için İsmail Oyur’un atölyesinde resim yapmaya başladılar. Bir sürte sonra biriken resimlerin nasıl satılabileceği geldi gündeme. Oyur, Ghetto kafede mezat anlayışıyla satmaya başladı resimleri. Öğretmenler işlerine geri döndüler, ama mezat 8 aydır devam ediyor.

Abone ol

"Satıyorum… Satıyorum… Saaaaa…. tım." Ben bu sözleri sadece filmlerde duymuştum. Bu filmlerde de hep pahalı şeyler satılırdı. Şık giyinmiş kadınlar ve erkekler, satılan kimi şeyler için kıyasıya bir mücadele içinde olurdu. Belki bu nedenle, bu mezat işlerini, benden uzak bir dünyaya aitmiş gibi izlerdim.

Diyarbakır’da, Ghetto adlı kafede, cumartesi akşamları mezat işinin yapıldığını duymuştum. Mezat fikrinin ortaya çıkışıyla ilgili bilgiler de almıştım. Buna göre, Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile açığa alınan bazı öğretmenler, ressam ve kostüm tasarımcısı İsmail Oyur’un atölyesinde resim yapmaya başlamışlar. Öğretmenlere atölyesinin kapısını açan Oyur, bir süre sonra resimlerin satılması fikrini de gündeme getirmiş. Ghetto’daki mezat macerası böyle başlamış. Önce öğretmenlerin yaptığı resimler satışa sunulmuş, sonra katılımcılar satılması için başka nesneler getirmeye başlamış. Açığa alınan öğretmenler bir süre işlerine geri dönmüşler, ama mezat devam etmiş. Bu arada mezat için getirilen nesnelerin sayısı ve çeşidi de artmış elbette.

Kimler katılıyor ve burada neler satılıyor diye merak ettiğim için Ghetto’ya ilk gidişimde, o hafta mezadın yapılmayacağını öğrenmiştim. Geçen hafta ise yarım saat kadar gecikmeli gittiğim Ghetto’da oturacak yer bulamadım, mezadı ayakta izlemek zorunda kaldım. Kadınlar, erkekler, gençler, orta yaşı çoktan devirmişler pür dikkat İsmail Oyur’un elindeki nesneye bakıyor, ağzından çıkan sözcükleri kaçırmamaya çalışıyorlardı.

Oyur, yan taraftaki masanın üzerindeki onlarca nesneden birini alıyor, tanıtıyor ve ilk fiyatı biçiyor. İlk fiyat çok düşük, genellikle 5 liranın altında oluyor. Sonra fiyatı arttırılıyor katılımcılar tarafından ve 60’a, 70’e kadar çıkıyor.

Ahşap, küçücük, sevimli arabalardan tablolara, 70’li yıllara ait takvimden, seramiklere kadar çok sayıda nesne var masanın üstünde. Günümüzde çalar saat ya da büyükçe bir radyo ne işe yarar? Kim alır bunları? Ama alıyorlar işte. Bazı tablolar sahiden güzel görünüyor, sadece çerçevesi için bile alınır. Ama bunların da ucuza satılması şaşırtıcı. Tabi beni en çok şaşırtan, artık ihtiyaç duyulmadığı için kullanılmayan bir sürü nesnenin ilgi görmesi oluyor.

Mezadı yeterince izlediğime kanaat getirince, ertesi gün buluşmak üzere İsmail Oyur ile sözleşerek ayrıldım Ghetto’dan.

TERZİDEN KOSTÜM TASARIMCILIĞINA

İsmail Oyur tezcanlı, yetenekli, tuttuğunu koparan ve başarılı bir insan. Bu kanıya mezatta onu izlerken varmıştım. Kendisi hakkında konuşurken bu düşüncem pekişiyor.

Diyarbakır’ın Sur ilçesinde, Ali Paşa semtinde doğup büyümüş, Diyarbakırlıların değimiyle, “Şeher (şehir) çocuğu”. Terzi dayısının yanına, küçük yaşta çırak duruyor. Yıllarca terzilik yapmış, tevazu göstermeden "İyi bir terziyim" diyor.

Liseyi bitirince, 6 yıl Diyarbakır Devlet Tiyatrosu’nda kostüm tasarımcısı olarak çalışmış. Üniversite okumaya da bu sırada karar veriyor, Devlet Tiyatrosu’ndaki işi bırakıp sınavlara giriyor. ) Eylül Üniversitesi Tiyatro Bölümü, kostüm tasarımcılığı alanındaki bilgilerini geliştirmenin yanı sıra resim yeteneğini de ortaya çıkarıyor. Zanaattan, terzilikten geldiği için güncel sanata mesafeli olduğunu, gelenekselci bir yanının olduğunu söylüyor Oyur. Ancak güncel sanata büsbütün kayıtsız da değil. Benim gördüğüm güncel sanat çalışmaları, türün iyi örneklerinden olduğu için görülmeye değer nitelikte.

Okulu bitirdikten sonra İzmir’de kalmaya devam eder Oyur, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu’ndan (DBŞT) davet alıncaya kadar. DBŞT, Haldun Dormen’in yönettiği "Çîrokeke Zivistanê" (Bir Kış Masalı) sahneleyecek ve bunun için bir kostüm tasarımcısına ihtiyaç vardır. Daveti kabul eden Oyur, bundan sonra DBŞT’nin kadrolu çalışanı olacaktır.

Mezat işini keyifle yaptığını söylüyor İsmail Oyur. Haksız da değil aslında. Çünkü para kazanmadan yaklaşık iki saat boyunca onlarca insana bir şey satmaya çalışmak, ancak keyifle yapılabilecek bir iş.

Oyur, mezada katılanlar için "Çoğu koleksiyoncu, ama bir kısmı da sosyalleşmek için geliyor buraya" diyor ve şunları anlatıyor: "Aralarında çok zenginler de var ve onların aldığı bazı objeler beni de şaşırtıyor. 'Bu kadar parası var adamın, bu oyuncak arabayı alıp ne yapacak' diye düşünüyorum. Sonra bir gün adamın bürosuna gittim. Büronun bir tarafında oyuncak arabaları dizmiş. Satarken manasız bulduğum araba, o koleksiyonun içinde çok manalı duruyordu."

Mezat sayesinde birçok objeyle yeniden tanıştığını ve bunlara bakışının değiştiğini anlatan Oyur, "Bir çalar saat geliyor örneğin, kurcalarken nasıl bir mekanizmasının olduğunu görüp hayrete düşüyorum. Artık pek kullanılmıyor çalar saat, ama bana gelinceye kadar nasıl üretildiğini, şimdiye kadar kimlerin kullandığını ve mezattan bunu alan kişinin saate gösterdiği ilgi, elimdeki saate sadece bir saat gibi bakmamı engelliyor. Buraya gelen herkes de bu gözle bakıyor burada satışa çıkarılan objelere."

Pahalı bir şey satılmıyor burada. Bu güne kadar sattığı en pahalı şey 250 liraya sattığı bir tablo olmuş. Ama bir gün kıymetli halıların, tabloların, bakır sinilerin satılacağına da inanıyor Oyur. "Kürt burjuvası evinde değerli tablolar bulundurmayı öğrenmeli" diyor.

Bir de "Kontramodern" diye bir kavram geliştirmeye çalışıyor İsmail Oyur. Kontramodern’den kastettiğinden anladığım, eski olanın kıymetinin bilinmesi, insanların eski olanla kuracağı bağ ile tüketici konumdan çıkarılması…

Statüsü olmayan Kürt halkının burjuvası nasıl olacak? Kontramodern kavramı nereye evrilecek, bilemem. Ama Ghetto kafe meraklısını memnun edecek mezat ile cumartesi akşamları hizmet vermeye devam ediyor. Bir şey almak için değil, İsmail Oyur’un dediği gibi sosyalleşmek ve keyifli birkaç saat geçirmek için bile uğrayın derim.