Mezunlar Türkiye’si: ODTÜ’den harp okuluna, polis okulundan imam hatibe

Kehanete gerek yok, ülkenin 20-30 yıl sonra neye benzeyeceğini, bu gençlerin şimdiki hallerinden görebiliriz. Ülkenin şu anki “siyasi levhalar”ında yerlerini alacaklar ve diğer levhalar ile aradaki fay hatlarının kırılganlığını sürdürecekler. Herhangi birinin başat hale gelmeyeceği ya da herhangi birinin yok olmayacağı aşikar, en azından orta vadede.

Yavuz Halat yavuzhalatt@gmail.com

Bir tarafta çok çeşitli pankartları ile ODTÜ mezunları diğer tarafta kılıç çatmaları ile Harp Okulu mezunları. Bir tarafta bozkurt işaretleri ile Polis Okulu mezunları diğer tarafta ellerinde Kur'anları ile İmam Hatip mezunları. Kehanete gerek yok, ülkenin 20-30 yıl sonra neye benzeyeceğini, bu gençlerin şimdiki hallerinden görebiliriz.

Yakın-orta geleceğin ekonomi yöneticileri, siyasi kadroları, askeri ve polis rütbelileri, dini kanaat akilleri falan olacaklar. Bugün sahip oldukları özelliklerinden çok fazla değişim göstereceklerini söylemek zor. Ülkenin şu anki “siyasi levhalar”ında yerlerini alacaklar ve diğer levhalar ile aradaki fay hatlarının kırılganlığını sürdürecekler. Herhangi birinin başat hale gelmeyeceği ya da herhangi birinin yok olmayacağı aşikar, en azından orta vadede.

DEVRİM’DE DEĞİL, STADYUMUNDA HER RENK

ODTÜ ile başlayalım. Bu yıl da mezunlar, bundan önceki yıllarda olduğu gibi siyasi iktidara ve/veya toplumdaki baskın zihniyete karşı protesto ifadelerini pankartlara yansıttılar. Bir geleneği devam ettirdiler ama aynı zamanda o gelenek sayesinde yapabildiler bunu. Adı Devrim olan bir stadyumda. Ama devrim idealinden her geçen gün biraz daha uzaklaşan “mezunlar” olarak. Büyük ihtimalle büyük bir kısmı, devam etmek ya da yerleşmek için yurtdışını tercih edecek. Kalanların büyük kısmı da “iş hayatına atılıp”, 40-45 yıl boyunca daha çok para daha rahat bir yaşam için mücadele edecekler. Şimdiki “muhalif kimlik”lerini bırakmasalar da o kimlik, kişisel bir tercih ile sınırlı ve sadece yakın çevreye etki eden bir içerikte yaşanacak.

İçlerinde kuşkusuz istisnalar da olacaktır! Devrim(ci) inadını koruyan, örgütlü mücadeleyi sürdüren…

MUSTAFA KEMAL’İN ASKERLERİ SAHİPSİZ

Pekiyi ya Harp Okulu mezunları! İlk olarak takdire şayan olanın hakkını vermek gerek; üç okulun da (kara, hava, deniz) birincileri kadın. Kadın olma bilincini ve kimliğini korudukları sürece(1) hem askeri düzene hem de şu anki siyasal İslamcı iktidara en kritik “muhalif darbe” olacaktır. Ancak düzenin çarklarının nasıl işlediğinin tarihsel örnekleri de mevcut: “İnsan evvela bombalarını atıyor, bunlar bittikten sonra canlı hedef görürse makineli tüfeğe müracaat ediyor. Dersim'deki ilk bombardımanın heyecanını unutamam" diyen Sabiha Gökçen. Ve intihara sürüklenen Üsteğmen Nazlıgül Daştanoğlu.

Kara Harp Okulu birincisi genç kadının liderliğinde, mezunların yaklaşık üçte birinin (300-400) ettikleri yemin ülkemizin geleceği için bir umut mudur? "Yemin eskiydi, zaten vardı” türünden sulandırıcı bir tartışmaya girmek zaten anlamsız. Çünkü burada asıl kritik olan, “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sloganı. Bu sloganın gündem olduğu ve yaygınlaştığı dönem, Gezi isyanı günleri idi.(2) Ve “Gezidekiler” ne istedikleri konusunda ortaklaşamamış olsalar da ne istemedikleri konusunda ortaktılar; Tayyip Erdoğan. Ve bu slogan genel kabul olarak, gerçek içeriğinden ziyade Erdoğan’ın, Osmanlıcı ve dinci girişimlerine bir direnç ifadesi idi.

O süreç içerisinde bile bu sloganın gerek militarist “çağrışım” yapması gerekse de cumhuriyeti hiçbir değişime izin vermeden kaskatı koruma “izlenimi” içermesinden dolayı “kendiliğinden” çeşitli müdahaleler oldu; Mustafa Kemal’in yoldaşlarıyız, Mustafa Keser’in askerleriyiz…

Ancak sonuçta ulusalcılar “galip” çıktı; bu slogan hem Erdoğan ile “fark”ı ortaya koyuyordu hem de rejimi ve devleti, asker vesayeti altında koruyup sürdürmeyi. Dolayısıyla MHP’nin, İYİP’in ve elbette CHP’nin ortak keseni oldu. Haa, sosyalistlerin, komünistlerin içinde de (bazıları içeriği önemsizleştirerek, bazıları ise taammüden) kullananlar olmadı değil hani…

Kara Harp Okulu mezunlarının o sloganı atması, bu bağlamdan ve saflaşmadan bağımsız olarak düşünülemez elbette. Düşünülemeyecek bir başka gerçek ise 300 civarı mezun gencin, bu hareketi kendi başlarına yani herkesten bağımsız, kendi içlerinde karar vererek yapmış olmasıdır. Neredeyse hepsi toplumun orta ve alt sınıflarından gelmiş bu gençler (zenginler, çocuklarını askeri hiyerarşi içine asla sokmazlar çünkü), üzerlerindeki aile baskısı ve beklentisi bir yana hiyerarşi içinde yükselmek için amcaların ve dayıların referansına, kayırmasına muhtaçtır. O sloganı, bu mezunlara attıran omuzu kalabalıklar, birileriyle siyasi pazarlık masasında oturanlardır. Akıllarınca güç gösterisi yapıp kendi pozisyonlarını/geleceklerini garanti altına alacaklar.

Özgür Özel’in “Ne diyeceklerdi, ‘Hepimiz Trikopis'in askerleriyiz’ mi? Elbette Mustafa Kemal'in askerleri onlar” ifadesi, polemik yaparak geçiştirme olarak değerlendirilebilir sadece. Erdoğan’ın geçiştirmeyeceğini, takdirle ödül verdiği okul birincisi genç kadını tasdikname ile göndereceğini fark eden Bahçeli ise açıkça mezunları “kurda kuşa yem” etti. Erdoğan’ın tercihi, “ya Allah ya Bismillah” sloganı atan mezunlar olurdu kuşkusuz!

Genç subaylar daha “savaş alanına” çıkmadan, ilk muharebe derslerini almış oldular. Devam edecekler, şu anki omzu kalabalıkların birer kopyası olarak onların yerini alacaklar. Gerisi kişisel hikayelerde; “ben bir zamanlar mezuniyet töreninde …”

BİR BURUN İKİ KULAK YAP, YETER

MHP’nin, vatan-millet-Sakarya edebiyatı altında silaha ve üniformaya öykünen (en kısa yolu polis-bekçi olmak, daha kısa yolu mafya elemanı olmak) ne kadar ayak takımı varsa içermeye çalıştığı zaten bilinen bir gerçek.

En kısa yoldan silah, üniforma ve bunlarla sağlanan çakma saygınlık (ve elbette yeme-içme) istiyorsan ey genç vatandaş; doğru Ülkü Ocaklarının kapısını çalacaksın. Korkma! Onlar seni, elbette arkeoloji, tarih, felsefe, sosyoloji okumaya yönlendirmeyecek, bilim insanı olmanı istemeyecekler. Öyle ahlak kriterleri, toplumsal cinsiyet eşitliği “zırvaları” da kriter olmayacak. Yeter ki çok soru sorma, itaat et, saygılı ol. Çağırıldığında, “ihtiyaç” olduğunda koşa koşa gel. Mutlaka bir statü, bir yemlik, bir kemik ayarlanır. Amma her kimle tokalaşırsan kafa tokuşturacaksın, her fırsatta parmaklarınla “bir burun iki kulak” yapmayı asla ihmal etmeyeceksin!

Haa bir de bu ülkenin yeraltı ve yerüstü varlıklarının talan edilmesini asla seslendirmeyeceksin ama “Ölürüm Türkiyem” şarkısını seslendirmediği için sanatçıları öldürebilirsin!

Bu düsturu, okulda değil daha okula girmeden önce ezberledikleri için polis okulu (ya da bekçi okulu) mezuniyet töreninde hiç yabancılık çekmezler; hazır ola geçip “bir burun iki kulak” selamını çakıverirler. Bütün hikaye onlardan çok önce yazılmıştır zaten. Siyasi erk içinde seni kollayanın, gözetenin arkasında saf tut!

İKTİDARIN VAİZLERİ

Denilebilir ki bu çeşitli mezunlar arasında en güvenilir olan İmam Hatip mezunlarıdır! Allah inancı ve korkusu olan, ilim, irfan sahibi, ahlak timsali İmam Hatipliler. Daha iyi bir toplumu bunlar inşa ederler! Mustafa Kemal yüzünden Cumhuriyet dönemi boyunca (son 20 yıl hariç) eziklenmiş, hor görülmüş dini bütünler, hayallerindeki toplumu inşa edebilirler. İslam’ın Altın Çağı’nı gerisin geri getirirler.

Gerçekten öyle midir? 20 küsur yıldır Erdoğan sayesinde iktidarın bütün nimetlerinden yararlanan, toplumdaki “itibarı iade edilen” İmam hatipliler, bu 20 küsur yıl boyunca “toplumsal değişim” için ne yaptılar?

Mesela “türban”ı, bir insan hakkı hatta kadın haklarının en birinci sırasına koyan ve hatta solcuları bile taraf etmeye çalışan İmam Hatipli örgütlü kadınlar? Cemaatlerde/tarikatlarda uygulanan kadına karşı şiddete, çocuk istismarlarına, çocuk evliliklerine, vs. vs. karşı herhangi bir örgütlü mücadelede bulundular mı? Haftalardır gündem olan, 8 yaşındaki Narin Güran’ın katledilmesinde herhangi bir girişimlerine şahit oldunuz mu? Müslümanlığın, kadın ve çocuk üzerinde uygulanan baskıcı yöntemlerine karşı herhangi bir “reform hareketi” başlatmak gibi başvurusu oldu mu bunların Diyanet İşleri'ne??

Mesela, Erdoğan iktidara gelmeden önce neredeyse her Cuma namazı çıkışını (özellikle Beyazıt Meydanı’nı) miting alanına çeviren şalvarlı, cüppeli güruha (bir iki iktidar yanlısı gösteri dışında) herhangi bir protestoda rastladınız mı? Mesela EYT’lilerin yanında, mesela emeklilerin yanında, mesela bir işçi grevi çadırında, Polonez işçilerinin yanında, vs. vs. Mesela kendi köyünün toprağı, suyu, ormanı talan edilirken hiç İmam Hatipli pankartı gördünüz mü?

Mesela hayvan hakları mitinginde? Lafa gelince Muhammed’in hayvanları çok sevdiğini anlatırlar. Uhud seferi dönüşünde bir sokak kedisini (siyah-beyaz) sahiplendiğini ve adını Müezza koyduğunu, Müezza'nın içtiği abdest suyundan abdest aldığını, hatta "Kedi sevgisi imandandır" dediğini. Ama sokak kedisini/köpeğini kucağına alıp mitinge gelen bir İmam Hatipli göremezsiniz! Çünkü Erdoğan’ı kızdırmaya gelmez.

Kısacası; demokrasi mücadelesi vermeyen, hak mücadelesi derdi olmayan, toplumsal eşitliği değil, erkek egemenliğini sürdüren, emeğin değil sömürenin yanında olan bir güruhun yeni üyelerinden ne beklenir? Aynı düzenin sıkı takipçileri olması!

DEV-GENÇ

Eee, geleceğimiz bugünümüzden farklı olmayacak mı yani? Böyle gelmiş, böyle mi gidecek?

Üniversiteli gençliğin; demokratik, meşru, militan, kitlesel örgütlü mücadelesi olmadan böyle gidecek!

“Böyle gelmiş, böyle gitmeyecek” diyen üniversiteliler, bu ülkenin tarihinde bambaşka bir dönem ve bir örgüt yaratmışlardı, bir zamanlar; DEV-GENÇ’i.

Tüzüğünde “"Dev-Genç emperyalizme ve feodal kalıntılara karşı verilen halkımızın devrim mücadelesinde sosyalist gençliğin düşünce ve eyleminin geliştirilmesi amacıyla kurulmuştur” deniyordu. O zamanki Adalet Partisi’nden, MHP’den, MSP’den ve CHP’den fikirsel ve örgütsel olarak tamamen ayrıydı. Amcalardan ve dayılardan, maddi ve manevi bir çıkar beklentisi yoktu.

Tek amacı; üniversiteli gençliğin emperyalizme, faşizme ve oligarşiye karşı sosyalizm mücadelesi vermesini sağlamak ve bunu Türkiye halklarının mücadelesi ile iç içe ve örgütlü sürdürmekti.

Bugün hala ülkemiz için bir umuttan söz ediyorsak, Dev-Genç’in tarihsel etkisinin ve kadrolarının çok önemli katkısı sayesindedir. Ancak bu bir öykünme ve yad etme ile sınırlı kalamaz.

Ülkemizin, toplumumuzun bugünün Dev-Genç’ine ihtiyacı var ve elbette onun yeni mezunlarına…

NOTLAR:

(1) Bunun örneği Mezopotamya’da mevcut.

(2) Her ne kadar Yılmaz Özdil, bu sloganı ilk kullananın Turgut Özakman olduğunu iddia etse de çok inandırıcı değil. Çünkü hiçbir kaynağa dayandırmıyor. Diyeceksiniz ki Özdil’in kaynağa ihtiyacı yok, her yere “kaynak” olmuş biridir.

Tüm yazılarını göster