“Bunun bedelini bu millet size ödetecek. Bu sözüm demokrasi, hak, özgürlük kılıfı altında ülkemizdeki terör örgütleri ve uzantıları ile bağlantılı olanlaradır. Terör örgütlerinin propaganda aygıtlarına dönüşen sosyal medya mecraları, hepiniz 13 silahsız masum insanın alçakça infazından sorumlusunuz.” Erdoğan, her zaman olduğu gibi iktidar ve güvenlik bürokrasisi için herhangi bir yükümlülüğe temas etmezken, aklına gelen –‘keşke olmasalar’ diye aklından hiç çıkaramadığı- herkesi “sorumlu” ilan ediyor. Kayıplarını, hatalarını valilere söyleten iktidar sahipleri, kime ne fatura çıkarılacağını ise bizzat açıklamayı tercih ediyor. Bahçeli, sözü daha ileri taşıyor: "Bundan sonra Gara öncesi ile Gara sonrası aynı olmayacaktır. PKK'nın yanında saf tutan kim varsa tepeden tırnağa tutuşturulacaktır". Elbette, irtibat, iltisak ve tüm mesafe ayarlarını belirleme tekelini elde tutarak. Zamanında kimin “Moskova’ya” gideceğini ilan eden, kendi koydukları “sevgi” kriterlerine uymayanlara “memleketi terk” mecburiyeti çıkartanlar, şimdi itiraz eden herkese Kandil veya Pensilvanya bileti kesiyor.
Garê’de olanların, olmasına karar verilenlerin veya bütün ihtimallerin nasıl bir değerlendirmeye konu olduğunun ancak sınırlı bir kısmını öğrenebileceğiz. Başka bir sonuç için mi yola çıkıldı, farklı bir sonuç ortaya çıkarsa atılacak adımlar baştan konuşuldu mu? Bilmiyoruz, belki de tam olarak hiç bilemeyeceğiz. Ne olduğu hakkında, Milli Savunma ve İçişleri Bakanlarının meclise verdiği bilgide, operasyonun siyasi karar tarafına ilişkin noktalar yer almıyor. “Siyasi sorumluluk”, iktidardan hayli uzaktaki bir zemine taşınıyor ama bu sürecin devamının tamamen bir siyasi operasyon olarak yürüyeceği de gayet net anlaşılıyor. Bu niyetin, alınan kararların hangi aşamasında belirlendiğini bilmiyoruz ama ilk açıklamalar, hazırlanılan hamleler devamının böyle getirileceğine ilişkin işaretlerle dolu. Bundan sonra olacaklar, bu olayın siyasette oturtulacağı çerçeve, pek de yeni olmayan, çok tanıdık bir rotada şekillenecek gibi görünüyor. Bahçeli, bir süredir ısrarla tekrar ettiği “talepler” ve zorlamalar için bu olayı çoktan milat olarak ilan etti bile. AKP’den de uyum ve atak sinyalleri geliyor.
Türkiye, son 10-12 yıla -seçimli referandumlu- sene sayısı kadar sandık yoklaması sığdırdı. Bu süre içinde eksenler, ittifaklar, koalisyonlar, kırmızı çizgiler değişti veya değiştiği iddia edildi. Pek çok pozisyon yeniden çizildi, en azından yeniden tarif edildi. Yine aynı zaman diliminde, neredeyse her seneye birkaç tane “milat” sıkıştı. İktidarıyla muhalefetiyle, gazetecisiyle uzmanıyla herkes bu özel takvimleme çabasına katkı verdi. Yaşanan önemlice her gelişmeyle ilgili -ama aslında daha sonraki kullanımı hesaplanarak- “bundan sonra” diye başlayan cümleler kuruldu. Geçmişi açıklarken, geleceği kestirmeye çalışırken, değişen ya da aynı kalanları tanımlarken, hep bu dönemeçlere referans verildi. Bazı dönemeçler “Allah affetsin aldatıldık” bahanesiyle, bazı milatlar “yeniden kuruluşla” etiketlendi. Fakat “artık başka türlü olacak” iddiasını taşıyan kritik noktaların çoğu, gidişatı bambaşka hale getiren, rotayı tamamen değiştiren eşikler değildi. Hızın, seviyenin, vitesin artırıldığı anlardı. Milat diye işaret edilen eşiklerin, “değişimden” ziyade mevcuda gerekçe yapıldığına, kapı açmak yerine kapak kapatmaya yaradığına şahit olduk.
Yine benzer bir süreci yaşıyoruz. Israrla devam ettirilen bildik stratejiye, yeni bir “milat” eklenerek ivme kazandırılmak isteniyor. Yapılanlara meşru gerekçe, söyleneceklere gürültülü bahane ve karşısında durabileceklere zorlu tereddütler yaratılmaya çalışılıyor. Yıl başında, “2021 için iyi ihtimal, 2020’nin kötü tekrarıdır” yazmıştım ama şimdi “daha kötü ihtimalin” daha da ağırlık kazandığı tabloya doğru ilerliyoruz. Tablonun iktidar tarafındaki tahayyülünün, 2015 yılının ikinci yarısına hayli benzediği, “en elverişli” görünen iç gerilim başlığının, yine sınır ötesinden -“düştü düşüyor” denilerek- ateşlendiği söylenebilir. Fakat aynı hamleden aynı sonucu almaktan emin olunamadığı için, “zorlama” çabalar daha aceleci, daha sarsak. Mesela, bir zamanlar örgüt adı zikretme propaganda sayarken, televizyonlara bunun için ceza kesilirken, örgütün adının söylenmemesi destek gibi gösterilmeye çalışılıyor. “Artık eskisi gibi olmayacak” diye başlanan konuşma “Anayasa Mahkemesi kapansın” diye bitiyor. Tabuta yaslanma mizanseni yerine, şiveli espriler yapılan kongre salonlarından sopa sallanıyor. Hedef gösterilecekler torbası fazla geniş tutuluyor. “Boğaziçililer Uludağ’da eğlendi” haberleri yapılıyor.
Bunların hiçbiri “Garê oldu, onun için böyle” denilebilecek şeyler değil. Aylardır ısıtılan, ısrarla zorlanan; nazlanılıyormuş gibi, başka seçenekler de hesaplanıyormuş gibi yapılan; hayli kaba, bildik bir stratejiyle fazla uyumlu. “Bugün değilse ne zaman” denilen “acil eylem” talebi, ortaya çıkmış yepyeni gelişmelerin sonucu gibi durmuyor. Olanların, Bahçeli’nin ısrarlı taleplerinde netice istemesi için, Erdoğan’ın bu yolda önüne çıkabilecek taşları temizlemesi için, dış politika pazarlıkları için imkân vereceği düşünülüyor. Ancak asıl fırsat, “aynılar aynı, ayrılar ayrı” çizgisinin yeniden iktidarın tebeşiri ile çizilmesi fikri. HDP’nin muhalefetin de katkısı alınarak kriminalize edilerek devreden çıkartılmaya çalışılacağı ve CHP’nin yuhalanacağı yeni bir “Yenikapı” sahnesine zorlanacağı bir resim bu. Önümüzdeki kısa süreçte, bunu daha somut bir sıkıştırmaya dönüştürecek yeni adımlar da göreceğimiz anlaşılıyor. “Parti kapatma” kozunun da, stratejinin yakın hedeflerdeki “başarısına” bağlı olarak uzak ihtimal olmaktan çıkabileceğini düşünmek gerek. Çünkü iktidar başarısız olunan yoldan dönmek yerine hep hızı artırmayı seçiyor.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun parti grup toplantısında yaptığı, “sorumlu Erdoğan’dır” çıkışı, iktidarın “milat” zorlamasına kolay uyumlanmayacağının işareti sayılabilir. Bu konularda daha hassas olacağı varsayılan diğer muhalefet partisi sözcülerinin de -en azından bazılarının- iktidarın kışkırttığı tereddütler yerine, zorlayıcı soruları gündeme getirme cesareti dikkat çekici. Eğer bu tutum yeterli direnci gösterirse, iktidarın istediği bir yerden çizgiyi çekip, “hatlar bunun iki tarafıdır” dayatması ve buna sürekli “milat” imal edebilmesi artık eskisi kadar kolay olmayabilir. Seçmen nezdinde bu etkinin hayli zayıfladığını pek çok olayda gördük ancak muhalefet aktörlerinin “istismar” kaygısının pençesinden tam kurtulamadığını da izledik. İktidarın hamlelerinin kabalığı ve zorlama dozundaki abartı, artık bu hassasiyetlere teşne olanları bile sıkıntıya sokuyor. Sıkıntı yaratabileceklerinden, sıkıntının kader olduğundan emin olanlar beklenenin aksine daha fazla sıkıntıya girebiliyor. Ayrıca, bütün araştırmalarda giderek belirginleşen siyasal aritmetik, muhalefet için birlikte durmayı zorluk olmaktan çıkartıyor ama iktidarın zorlama ayrımlarına uymayı da vebal haline getiriyor.