Millet İttifakı bağrına taş basar mı?

HDP seçmeni maddi ve sembolik çıkarlarını dikkate alarak “rasyonel bir tercihe” yönelecektir. Bu rasyonel tercihin ne olacağı da HDP’nin temsil ettiği ana-akım Kürt siyasetinin alacağı tutuma bağlı.

Abone ol

Cuma Çiçek

“Ancak hiç kimse bugünleri de unutmayacaktır elbette. Günü geldiğinde kimse bağrına taş falan basmayacaktır, o bir kere olur.” Selahattin Demirtaş bu sözleri, AK Parti hükümetinin kararıyla Türk Silahlı Kuvvetleri Suriye’deki radikal İslamcı örgütlerle birlikte 2019 Ekim ayında başlattığı Rojava’ya yönelik askeri müdahaleye destek veren muhalefete hitaben sarf etmişti.

Millet İttifakının bileşenleri ve destekçileri arasında HDP seçmenlerinin yeniden bağrına taş basması yönünde yaygın bir beklenti var. Ne hükümet programlarında ne de müstakbel yönetim ekibinde HDP’ye yer veren Millet İttifakı, milyonlarca Kürt seçmenin karşılıksız olarak onları desteklemesini bekliyor. Hükümet programı, anayasa değişikliği önerisi gibi metinlerde neredeyse her bir kelimeyi müzakere eden ve uzlaşı arayan Millet İttifakı, HDP’den siyasi taleplerini ve siyasi öznelliğini “herkesin iyiliği için” bir kenara bırakmasını talep ediyor.

İşin doğrusu HDP de uzun bir zamandır bu konuda muhalefete, özellikle lider aktörü olan CHP’ye, oldukça geniş bir oyun alanı sunuyor. HDP’nin bu “kolaylaştırıcı” siyasetinin verdiği olanaklarla muhalefet bloku uzun bir zamandır Kürt seçmene sessiz bir biçimde de olsa “tıpış tıpış oy vereceksiniz” diyor. HDP’nin 2021 Eylül ayında kamuoyuyla paylaştığı 11 maddelik “Adalete, Demokrasiye, Barışa Çağrı Deklarasyonu” ile başlayan bu “kolaylaştırıcı” rol bugün bakanlık tartışmasıyla sürüyor.

HDP’Lİ BAKAN NEYİ TEMSİL EDER?

HDP’li bakan neyi temsil eder? Meselenin kişilerin makam-mevki meselesi olmadığı çok açık. Siyaset son kertede farklı normlara/değerlere ve çıkarlara sahip grupların maddi ve sembolik kaynaklar üzerine yürüyen mücadele ve müzakerelerini; çatışma ve mutabakatlarını ifade eder. Diğer siyasi ve toplumsal örgütlenme biçimlerinden farklı olarak, siyasi partiler bu mücadele ve müzakereleri sürdürmek ve mutabakat inşası için yönetime talip olurlar. Bu anlamda yönetime ortak olmak, bunun için diğer aktörlerle “pazarlık yapmak” siyasi partilerin ana varlık gerekçesini oluşturur.

Nitekim Millet İttifakı’nı oluşturan altı parti hem ortak siyasi program hem de bu programın yürütücü olacak ortak-aktörlük üzerine bir yıldan uzun bir süredir “pazarlık” yapıyor. Ana-muhalefet bloku içerisinde çok sınırlı düzeyde toplumsal temsil gücü olan partiler, tam da bu pazarlıkların bir sonucu olarak “Başkanlar Divanına” dahil olurken ve her biri en az bir bakanlık üzerinden yönetime ortak olurken, Türkiye’nin üçüncü büyük partisi olan HDP’nin muhalefetin adayı daha kapılarına gelmeden yönetime ortak olma seçeneğini dışarıda bırakması anlaşılır bir durum değil. Bu siyasal söylem bir yandan HDP’nin müzakere gücünü sınırlandırırken öte yandan ona destek veren kitleleri de-mobilize ediyor.    

Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde Kürt beylikleri ve hükümetlerinin tasfiye edilmesiyle başlayan Kürt meselesi esasında bir yönetim meselesi. Daha açık bir ifadeyle Kürtlerin kendilerini yönetme haklarının gaspı meselesi. Bu meselenin halli için Türkiye’de ayrılıkçı çözümlerin dışında yollar aranıyorsa ve ortak bir gelecek inşa edilmek isteniyorsa eğer, Kürtlerin yönetime ortak olması gerekir. Kürtlerin siyasal katılım hakkını icra edeceği bir alan yerel yönetimlerse diğer alanı da merkezi yönetim. Bugün her iki alan da ana-akım Kürt siyasetine kapatılmış durumda. Bu anlamda HDP’li bakan tartışması Kürt meselesinin özünü temsil ediyor.  

Kürt meselesinin özünü teşkil eden yönetime katılım hakkıyla ilişkili olan bir diğer mesele Kürtler için onur ve haysiyet mücadelesi anlamına da gelen eşitlik hakkı. Tüm siyasi aktörlerin yönetime katılma, pazarlık yapma, tabanlarının hassasiyetlerini dikkate alma gibi söylemler HDP ve Kürt seçmeni söz konusu olduğunda kolaylıkla dışarıda bırakılabiliyor. Kürtlere yönelik kültürel/sembolik şiddet bakanlık tartışması üzerinden yeniden üretiliyor. 

Daha güncel anlamda bakarsak, “HDP’li bakan” bugün barışı ve siyasi çözümü temsil ediyor. Altı partiyi içeren Millet İttifakı bir tür “Kürtsüz Türkiye” gibi. Ana-akım Kürt siyaseti dışında, Türkiye’deki ana-akım siyasi eğilimlerin neredeyse tamamını içeriyor. HDP ve Millet İttifakı arasında Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde sağlanacak işbirliği/ortaklık Cumhuriyetin 100. yılında Türkiye’de geniş bir toplumsal mutabakatın önünü açabilir. Bu anlamda, HDP’yi ortak-yönetimin dışında tutma arayışları ve buna verilen onaylar aynı zamanda Kürt çatışmasının siyasi çözümünü -en iyi senaryoda- ertelemeyi temsil ediyor.

ASIL SORU VE HATIRLATMALAR

Geldiğimiz noktada sormamız gereken asıl soru şu: İkinci yüzyılda Cumhuriyeti “demokrasiyle taçlandırmak için” Millet İttifakı’nın siyasi kadroları ve seçmenleri bağrına taş basıp HDP ile en azından Cumhurbaşkanlığı seçimleriyle sınırlı bir işbirliğine rıza gösterecek mi?

Bu soruyu sormayı haklı kılan birçok neden var. Türkiye’de 2012-2013 yılında başlayan ve 2016 sonrası dramatik bir hal alan otoriterleşmeyi durdurmanın ve Türkiye’ye yeniden demokratikleşme perspektifini hâkim kılmanın sorumluluğu sadece HDP ve Kürt seçmene mi düşüyor? Millet İttifakı’nın da bu sorumluluğu taşıması gerekmiyor mu?

Millet İttifakı’nın 14 Mayıs seçimlerini kazanma ve 21 yıllık AK Parti iktidarını sonlandırmaya dair umudu esas olarak 2019 yerel seçimlerinde doğdu. HDP’nin karşılıksız desteğiyle Millet İttifakı adayları İstanbul, Mersin, Adana, Antalya dahil Türkiye’nin yaklaşık dörtte üçünün yaşadığı 11 metropolü kazandı. Kürtler bağırlarına taş basıp muhalefetin büyükşehir belediyelerini kazanmasını sağlarken, kayyum siyasetinden sonra yeniden kazandığı Diyarbakır, Mardin ve Van büyükşehir belediyeleri de içinde olmak üzere tüm yerel iktidarını kaybetti. Kürtlerin taş basacakları bağırları kalmadı.

2019 yerel seçimleri üzerinden dört yıl geçmesine rağmen söz konusu metropollerde Kürtlerin siyasi taleplerinin karşılanması konusunda dikkate değer bir adım atılmadı. İstanbul, İzmir, Antalya, Adana ve Mersin gibi Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı metropollerde muhalefete verilen destekler karşılığında Kürtlerin gündelik hayatlarında ne değişti? Örneğin bugün farklı siyasi yelpazedeki Kürtlerin üzerinde mutabık olduğu yegâne konu olan Kürtçeye ilişkin neler yapıldı? Özetle, Kürt meselesi konusunda seçim sonrasında bir değişim olacağına yönelik güven çok zayıf. Millet İttifakının güven artırıcı adımlar atması gerekmez mi?

Kürtler özellikle AK Parti yönetimi döneminde neredeyse her seçim döneminde beklemeye davet edildi. Barış süreçlerinde somut adımlar hep seçim sonuçlarına endekslendi. Türkiye’de siyasal alanda otoriterlik, ekonomik alanda eşitsizlik kaynağı olan Kürt çatışması Ankara’daki iktidar mücadelesinde araçsallaştırıldı, meselenin çözümü seçim sonrasına ertelendi. Bugün Kürt siyasetinin muhatabı değişse de ondan talep edilen aynı. Millet İttifakı’nın bu araçsalcı akıldan öteye bir seçenek sunduğuna dair elimizde hangi göstergeler var?

Son olarak, daha önce Birikim Haftalık’ta sorduğum soruyu burada da sorabiliriz:

“Seçim öncesinde Kürtlerin taleplerini görmeyen iktidar bloku ve ana-muhalefet blokunun seçim sonrasında bu talepleri karşılayacak bir siyaset izleyeceğinin garantisi ne? Ya da altı muhalefet partisinin kuramadığı sözü, çizilen oyun alanı içerisinde hareket etmesi ve belirlenen politikaları uygulaması beklenen müstakbel Cumhurbaşkanı nasıl kuracak? Zor günde ittifak oluşturmaktan ve siyasi talepleri görmekten, duymaktan kaçınan aktörlerin iktidar olduklarında bunu yapmalarını gerektirecek motivasyonları ne olacak?”

HDP’NİN İKİ YOLU

HDP’nin önünde iki yol var gibi: İlki, aday göstermeyerek ya da zayıf bir adayla bugüne kadar sürdürdüğü “kolaylaştırıcı” siyasetle Kılıçdaroğlu için “yol temizliği” yapmaya devam etmek. Bu siyaset Millet İttifakı’na kazandıracaktır. Belki çoğunluğun beklediği gibi Türkiye siyasetinde bir normalleşmeyi de sağlayabilir, bu normalleşmenin Kürt sahasını kapsama potansiyelini hiç tartışmasak da. Bununla birlikte, bu tercih kent çatışmaları, 15 Temmuz ve OHAL sonrasında büyük oranda de-mobilize olmuş, siyasete güveni sarsılmış Kürt kitlesini daha da pasifleştirebilir. Ötesi, iki blok arasında kitlesini birine yönlendirmekle sınırlı, iki bloktan birine “kaybettirmekten” öteye kurucu bir rol oynayamayan HDP’nin siyasi öznelliğini daha da zayıflatabilir. Bu pasifizasyon ve siyasi öznellik yitimi siyasetin ağır bedeller üzerine kurulduğu ana-akım Kürt siyasetinde daha da ağır hale gelebilir.  

Buna alternatif olarak, düşük bir ihtimal de olsa HDP yüzde 15-20 bandında oy alabilecek güçlü bir adayla “üçüncü yol siyasetinin” sahasını genişletmeye odaklanabilir. Parlamentoda güçlü bir temsili sağlamayı ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerini ikinci tura bırakmayı hedefleyen bir stratejiyle Millet İttifakı ile denk siyasi aktörler olarak masaya oturmayı, müstakbel ortak-yönetimi ve hükümet programını müzakere etmeyi hedefleyebilir.  

Günün sonunda çoğu seçmen gibi HDP seçmeni de seçenekler içerisinde kendi maddi ve sembolik çıkarlarını dikkate alarak “rasyonel bir tercihe” yönelecektir. Bununla birlikte bu rasyonel tercihin ne olacağı HDP’nin temsil ettiği ana-akım Kürt siyasetinin alacağı tutuma bağlı olarak şekillenecek.