Milli iklim meselesi

Dünyanın kömürünü, petrolünü ve doğal gazını ithal edip yakıyoruz, bunu yaparken “yerli kömür” kampanyasını sürdürüyoruz. Ama iş iklime gelince yerli ve milli sorunumuz olmuyor. İklim değişikliği “milli bir mesele” olsa bugün bu kadar asfalta, betona, kömüre bağımlılığımızı yeri gelince konuşmakla kalmaz, gerekliliklerini de yerine getirebiliriz.

Önder Algedik oalgedik@gazeteduvar.com.tr

Geçen hafta iklim değişikliğini iliklerimize kadar hissettiğimiz bir hafta oldu. Ani ve şiddetli yağışın beton ve asfalt kaplı kenti su altında bırakması ülke gündemine o kadar güzel oturdu ki, ağız tadı ile dökülen asfalt ve betonu konuşabildik. Türkiye’nin en çok çimento tüketen Marmara Bölgesi'nde en çok asfalt döken İstanbul’u bir araya gelince sonuç kaçınılmaz oldu. Siyaset önce aşırı yağışa bağladı. Orman ve Su İşleri Bakanı "Silivri'de bir yılda yağacak yağış 654 milimetre. Onun neredeyse 7'de 1'i bir saatte düştü. Bir yılda yağacak yağışın, 500 yılda bir olarak tekerrürünü hesap ettik. Üsküdar'da 82 yıl, Tekirdağ'da 70 yıl, Beykoz'da 350 yıl, Sarıyer'de 130 yılda bir tekerrür edecek yağışlar oldu. Maalesef bu da sıkıntıya sebep oldu" diyerek konuya açıklık getirdi. Hatta konuyu iklim değişikliğine bağlayan ifadeleri siyasetçiler bir nebze de olsa kullandılar. Ama hiçbiri asfalt, beton, kömür, petrol ve doğal gaza sınırlama getirmedi, kimse “ağaç kesmek yasaklansın” demedi.

Asıl mesele yerli ve milli iklim değişikliğine gelmiyor mu? Neden "yerli ve milli" diyorum? Çünkü "yerli ve milli tarım politikası" deniyor, hayvan ve hububat ithal ediliyor. "Yerli ve milli enerji" deniyor, Rusya’dan nükleer santral alınıyor. İstanbul su altında kalırken "iklim değişikliği" deniyor ama nedense bu dışarıdan bir şeymiş gibi üstüne alınmadan söyleniyor. Benim kastım ise bu değil. İklimin ulusal bir sorun olması. "Aşırı yağmur yağdı, beton kötü" denip bırakılmaması...

Her yıl bu aylarda Kömür ve İklim Değişikliği raporu yayınlanır. 2017 raporu önümüzdeki günlerde çıkacak. Bu sene ise Türkiye’nin Paris Anlaşması'nı onaylamayacağını açıkladığı, Güney Kutbu'ndan İstanbul kadar bir buzulun koptuğu ve ertesi hafta İstanbul’u su bastığı bir dönemde tartışacağız.

Peki geçen yıl çıkan Kömür ve İklim Değişikliği-2016 raporundan bu konuda neler söyleyebiliriz?

Hatırlarsınız, Türkiye 2012 yılını “kömür yılı” ilan etti. Bunu da Kyoto Protokolü’ne taraf olduktan üç yıl sonra yaptı. Bu süreçte en çok ne arttı? Kömür ve doğal gaz ithalatı! Öyle ki Türkiye 1990’da enerjinin yarısını kendi karşılarken, şimdi çeyreğini karşılayamıyor. Durmadan kömür, doğal gaz ve petrol ithal ediyoruz. "Yerli" diyoruz ama ithalatı arttırıyoruz.

Türkiye 1990’da bir birim kömür ithal ederken 2014’de tam altı birim ithal etmiş. Doğal gaza verdiğimiz o kadar para yetmezmiş gibi üstüne kömürde de deli gibi ithalat yapmışız. Bunu yaparken vitrine “yerli kömür” politikasını koymuşuz. Ne kadar "yerli kömür" denmiş, o kadar ithalat artmış.

Bütün bunlar yetmemiş, 2005’de kömür arama çalışmalarına tekrar başlamışız ve yeni 7,2 milyar ton rezerv bulduk diye sevinmişiz. Parayı hem ithal kömüre, hem de toprağa gömmüşüz.

Dünyanın kömürünü, petrolünü ve doğal gazını ithal edip yakıyoruz, bunu yaparken “yerli kömür” kampanyasını sürdürüyoruz. Ama iş iklime gelince yerli ve milli sorunumuz olmuyor. İklim değişikliği “milli bir mesele” olsa bugün bu kadar asfalta, betona, kömüre bağımlılığımızı yeri gelince konuşmakla kalmaz, gerekliliklerini de yerine getirebiliriz.

Tüm yazılarını göster